-
حاملاند و خود ز جهل افراشته ** راکب و محمول ره پنداشته
- Sırtlarında yük var, fakat bilgisizliklerinden kendilerini yüksek görüp ata binmiş, yol gidiyor sanırlar.
-
باش تا روزی که محمولان حق ** اسب تازان بگذرند از نه طبق
- Hele dur... halk atlıları, bir gün atlarını sürerek dokuz kat gökten geçsinler de bak!
-
تعرج الروح إلیه و الملک ** من عروج الروح یهتز الفلک 3440
- O gün ruh ve melek Tanrı’ya yücelir. Ruhun yücelmesinden gök titrer!
-
همچو طفلان جملهتان دامن سوار ** گوشهی دامنگرفته اسبوار
- Siz ise umumiyetle çocuklar gibi eteğinize binmişsiniz... Ata binmiş gibi eteğinizin ucunu tutmuşsunuz!
-
از حق إن الظن لا يغنی رسید ** مرکب ظن بر فلکها کی دوید
- Tanrı’dan “ Şüphe yok ki zan fayda vermez” hükmü gelmiştir. Zan merkebi nerede gökler koşacak?
-
اغلب الظنین فی ترجیح ذا ** لا تماری الشمس فی توضیحها
- İki türlü zan olursa kuvvet hangisindeyse o tercih edilir. Fakat güneş zuhur etti mi... onun varlığında ve parlaklığında inat edilmez.
-
آن گهی بینید مرکبهای خویش ** مرکبی سازیدهاید از پای خویش
- İşte o zaman bindiğiniz şeyleri görürsünüz; anlarsınız ki ancak ayaklarınıza binmişsiniz...
-
وهم و فکر و حس و ادراک شما ** همچو نی دان مرکب کودک هلا 3445
- Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil!
-
علمهای اهل دل حمالشان ** علمهای اهل تن احمالشان
- Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.
-
علم چون بر دل زند یاری شود ** علم چون بر تن زند باری شود
- Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir.
-
گفت ایزد یحمل اسفاره ** بار باشد علم کان نبود ز هو
- Tanrı “ Yahmilü esfâra-Tevrat’ı bilip onunla amel etmeyen kitap taşıyan eşeğe benzer” dedi. Tanrı’dan olmayan bilgi yüktür.
-
علم کان نبود ز هو بیواسطه ** آن نپاید همچو رنگ ماشطه
- Tanrı’dan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider.
-
لیک چون این بار را نیکو کشی ** بار بر گیرند و بخشندت خوشی 3450
- Fakat bu yükü iyi çekersen yükünü alırlar, rahat ettirirler.
-
هین مکش بهر هوا آن بار علم ** تا ببینی در درون انبار علم
- Heva ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki içindeki ilim ambarını göresin.
-
تا که بر رهوار علم آیی سوار ** بعد از آن افتد ترا از دوش بار
- İlmin rahvan atına bindikten sonra sırtından yükü alırlar.
-
از هواها کی رهی بیجام هو ** ای ز هو قانع شده با نام هو
- Tanrı kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Tanrı’ya ait yalnız “Hu” ismine kani olan!
-
از صفت و ز نام چه زاید خیال ** و آن خیالش هست دلال وصال
- Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur.
-
دیدهای دلال بیمدلول هیچ ** تا نباشد جاده نبود غول هیچ 3455
- Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü? Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz...
-
هیچ نامی بیحقیقت دیدهای ** یا ز گاف و لام گل گل چیدهای
- Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kâf ve Lâm harflerinden gül topladın mı?
-
اسم خواندی رو مسمی را بجو ** مه به بالا دان نه اندر آب جو
- Mademki ismi okudun; var, müsemmayı da ara. Ayı gökte bil derede değil!
-
گر ز نام و حرف خواهی بگذری ** پاک کن خود را ز خود هین یک سری
- Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!)
-
همچو آهن ز آهنی بیرنگ شو ** در ریاضت آینهی بیزنگ شو
- Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel. Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol!
-
خویش را صافی کن از اوصاف خود ** تا ببینی ذات پاک صاف خود 3460
- Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi sâf, pak zatını göresin.
-
بینی اندر دل علوم انبیا ** بیکتاب و بیمعید و اوستا
- O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlünde peygamberlerin ilimlerini görür bulursun.
-
گفت پیغمبر که هست از امتم ** کاو بود هم گوهر و هم همتم
- Peygamber “ ümmetimden öyleleri vardır ki onlar, benimle aynı yaratılıştadırlar, benimle aynı himmete sahiptirler.
-
مر مرا ز آن نور بیند جانشان ** که من ایشان را همیبینم بدان
- Ben onları hangi nurla görüyorsam onların canları da beni mutlaka aynı nurla görür” dedi.
-
بیصحیحین و احادیث و رواه ** بلکه اندر مشرب آب حیات
- Bunlar Peygamberi, Sahîhayn kitapları, hadîsler, hadîsi rivayet edenler olmaksızın, bunlara hacet kalmaksızın abıhayat kaynağında (gönüllerinde) görürler.
-
سر امسینا لکردیا بدان ** راز اصبحنا عرابیا بخوان 3465
- “Kürt olarak yattık” sırrını bil, “ Arap olarak sabahladık” sırrını oku!
-
ور مثالی خواهی از علم نهان ** قصه گو از رومیان و چینیان
- Gizli ilme dair bir misal istersen Rum halkıyla Çinlilere ait hikâyeyi söyle:
-
قصهی مری کردن رومیان و چینیان در علم نقاشی و صورتگری
- Rum halkıyla Çinlilerin ressamlıkta bahse girişmeleri
-
چینیان گفتند ما نقاشتر ** رومیان گفتند ما را کر و فر
- Çinliler “ Biz daha mahir ressamız, dediler. Rum halkı da dedi ki: “ Bizim maharetimiz daha üstündür.”
-
گفت سلطان امتحان خواهم در این ** کز شماها کیست در دعوی گزین
- Padişah “Sizi imtihan edeceğim; bakalım hanginiz dâvasında haklı” dedi.
-
اهل چین و روم چون حاضر شدند ** رومیان از بحث در مکث آمدند
- Çinlilerle Rum diyarı ressamları hazırlandılar; Rum diyarı ressamları ilimlerine daha vakıf kişilerdi.
-
چینیان گفتند یک خانه به ما ** خاص بسپارید و یک آن شما 3470
- Çin ressamları “ Bize bir hususi oda verin, bir oda da sizin olsun” dediler.
-
بود دو خانه مقابل دربدر ** ز آن یکی چینی ستد رومی دگر
- Kapıları karşı karşıya iki oda vardı. Bir tanesini Çin ressamlar aldı. Öbürünü de Rum ressamları.
-
چینیان صد رنگ از شه خواستند ** پس خزینه باز کرد آن ارجمند
- Çinliler, padişahtan yüz türlü boya istediler. Yüce padişah bunun üzerine hazinesini açtı.
-
هر صباحی از خزینه رنگها ** چینیان را راتبه بود از عطا
- Çinlilere her sabah hazineden boyalar verilmekteydi.
-
رومیان گفتند نی نقش و نه رنگ ** در خور آید کار را جز دفع زنگ
- Rum ressamları “ Pas gidermekten başka ne resim işe yarar, ne boya!” dediler.
-
در فرو بستند و صیقل میزدند ** همچو گردون ساده و صافی شدند 3475
- Kapıyı kapatıp duvarı cilâlamaya başladılar. Gök gibi tertemiz, sâf ve berrak bir hale getirdiler.
-
از دو صد رنگی به بیرنگی رهی است ** رنگ چون ابر است و بیرنگی مهی است
- İki yüz çeşit renge boyanmaktansa renksizlik daha iyi. Renk bulut gibidir. Renksizlikse ay.
-
هر چه اندر ابر ضو بینی و تاب ** آن ز اختر دان و ماه و آفتاب
- Bulutta parlaklık ve ziya görürsen bil ki yıldızdan aydan ve güneştendir.
-
چینیان چون از عمل فارغ شدند ** از پی شادی دهلها میزدند
- Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıkları resimlerin güzelliğine sevinmekteydiler.
-
شه در آمد دید آن جا نقشها ** میربود آن عقل را و فهم را
- Padişah kapıdan içeri girip odadaki resimleri gördü. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalâde güzel şeylerdi.
-
بعد از آن آمد به سوی رومیان ** پرده را بالا کشیدند از میان 3480
- Ondan sonra Rum ressamlarının odasına gitti. Bir Rum ressamı, karşı odayı görmeye mâni olan perdeyi kaldırdı.
-
عکس آن تصویر و آن کردارها ** زد بر این صافی شده دیوارها
- Öbür odada Çin ressamlarının yapmış oldukları resimlerle nakışlar, bu odanın cilâlanmış duvarına vurdu.
-
هر چه آن جا دید اینجا به نمود ** دیده را از دیده خانه میربود
- Orada ne varsa burada daha iyi göründü; resimlerin aksi, âdeta göz alıyordu.
-
رومیان آن صوفیانند ای پدر ** بیز تکرار و کتاب و بیهنر
- Oğul Rum ressamları sofilerdir. Onların; ezberlenecek dersleri kitapları yoktur.
-
لیک صیقل کردهاند آن سینهها ** پاک از آز و حرص و بخل و کینهها
- Ama gönüllerini adamakıllı cilâlamışlar, istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmışlardır.
-
آن صفای آینه وصف دل است ** کاو نقوش بیعدد را قابل است 3485
- O aynanın sâflığı, berraklığı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz hesapsız suretler aksedebilir.
-
صورت بیصورت بیحد غیب ** ز آینهی دل تافت بر موسی ز جیب
- Gaybın suretsiz ve hudutsuz sureti, Musa’nın gönül aynası da parlamış, koynuna sokup çıkardığı elde görünmüştür.
-
گر چه آن صورت نگنجد در فلک ** نه به عرش و فرش و دریا و سمک
- O suret göğe, arşa, ferşe, denizlere, ta en yüce gökten, denizin dibindeki balığa kadar hiçbir şeye sığmaz.