-
عکس آن تصویر و آن کردارها ** زد بر این صافی شده دیوارها
- Öbür odada Çin ressamlarının yapmış oldukları resimlerle nakışlar, bu odanın cilâlanmış duvarına vurdu.
-
هر چه آن جا دید اینجا به نمود ** دیده را از دیده خانه میربود
- Orada ne varsa burada daha iyi göründü; resimlerin aksi, âdeta göz alıyordu.
-
رومیان آن صوفیانند ای پدر ** بیز تکرار و کتاب و بیهنر
- Oğul Rum ressamları sofilerdir. Onların; ezberlenecek dersleri kitapları yoktur.
-
لیک صیقل کردهاند آن سینهها ** پاک از آز و حرص و بخل و کینهها
- Ama gönüllerini adamakıllı cilâlamışlar, istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmışlardır.
-
آن صفای آینه وصف دل است ** کاو نقوش بیعدد را قابل است 3485
- O aynanın sâflığı, berraklığı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz hesapsız suretler aksedebilir.
-
صورت بیصورت بیحد غیب ** ز آینهی دل تافت بر موسی ز جیب
- Gaybın suretsiz ve hudutsuz sureti, Musa’nın gönül aynası da parlamış, koynuna sokup çıkardığı elde görünmüştür.
-
گر چه آن صورت نگنجد در فلک ** نه به عرش و فرش و دریا و سمک
- O suret göğe, arşa, ferşe, denizlere, ta en yüce gökten, denizin dibindeki balığa kadar hiçbir şeye sığmaz.
-
ز آن که محدود است و معدود است آن ** آینهی دل را نباشد حد بدان
- Çünkü bütün bunların hududu, sayısı vardır. Halbuki gönül aynasının hududu yoktur.
-
عقل اینجا ساکت آمد یا مضل ** ز آنکه دل با اوست یا خود اوست دل
- Burada akıl, ya susar, yahut şaşırıp kalır. Sebebi de şu : Gönül mü Tanrı’dır, Tanrı mı gönül?
-
عکس هر نقشی نتابد تا ابد ** جز ز دل هم با عدد هم بیعدد 3490
- Hem sayılı hem sayısız olan (hem kesrete dalan, hem vahdeti bulan) gönülden başka bir nakşın aksi geçip gider, ebedî değildir.
-
تا ابد هر نقش نو کاید بر او ** مینماید بیحجابی اندر او
- Fakat ezelden ebede kadar zuhur ede gelen her yeni nakış, gönle akseder, orada perdesiz, apaçık surette tecilli eder.
-
اهل صیقل رستهاند از بوی و رنگ ** هر دمی بینند خوبی بیدرنگ
- Gönüllerini cilâlamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler.
-
نقش و قشر علم را بگذاشتند ** رایت عین الیقین افراشتند
- Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, Aynel yakîn bayrağını kaldırmışlardır.
-
رفت فکر و روشنایی یافتند ** نحر و بحر آشنایی یافتند
- Düşünceyi bırakmışlar, âşinalık denizini bulmuşlar, bilişikte yok olmuşlardır.
-
مرگ کاین جمله از او در وحشتاند ** میکنند این قوم بر وی ریشخند 3495
- Herkes ölümden ürker, korkar. Bu kavimse ona bıyık altından gülmektedir.
-
کس نیابد بر دل ایشان ظفر ** بر صدف آید ضرر نی بر گهر
- Kimse onların gönlüne galip gelmez. Sedefe zarar gelir, inciye değil.
-
گر چه نحو و فقه را بگذاشتند ** لیک محو و فقر را برداشتند
- Onlar fıkhı ve nahvı terk etmişlerdir ama mahvolmayı ve yokluğu ihtiyar etmişlerdir.
-
تا نقوش هشت جنت تافته ست ** لوح دلشان را پذیرا یافته ست
- Sekiz cennetin nakışları parladıkça onların gönül levhine vurur, orada tecelli eder.
-
برترند از عرش و کرسی و خلا ** ساکنان مقعد صدق خدا
- Tanrı’nın doğruluk makamında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arştan da yücedir, kürsüden de, boşluktan da!
-
پرسیدن پیغامبر علیه السلام مر زید را امروز چونی و چون برخاستی و جواب گفتن او که اصبحت مومنا یا رسول الله
- Peygamber Aleyhisselâm’ın, Zeyd’e “Bugün nasılsın, nasıl kalktın?” diye sorması, onun da “Mümin olarak ey Tanrı elçisi diye cevap vermesi
-
گفت پیغمبر صباحی زید را ** کیف اصبحت ای رفیق با صفا 3500
- Peygamber bir sabah Zeyd’e “ Ey temiz ve sâf arkadaş, sabahı nasıl ettin? Diye sordu.
-
گفت عبدا مومنا باز اوش گفت ** کو نشان از باغ ایمان گر شگفت
- Zeyd: “ Mümin bir kul olarak” deyince “ İman bağın yeşermiş, çiçekler açmışsa nişanesi nerede?” dedi.
-
گفت تشنه بودهام من روزها ** شب نخفته ستم ز عشق و سوزها
- Zeyd dedi ki: “ Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri aşktan, yanıp yakılmadan uyumadım.
-
تا ز روز و شب گذر کردم چنان ** که از اسپر بگذرد نوک سنان
- Mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim. (onlar beni tutamadıkları gibi onlardan bana bir şey de bulaşmadı.)
-
که از آن سو جملهی ملت یکی ست ** صد هزاران سال و یک ساعت یکی ست
- Ondan dolayı bence bütün şeraitler, bütün dinler birdir. Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı.
-
هست ازل را و ابد را اتحاد ** عقل را ره نیست آن سو ز افتقاد 3505
- Ezelle ebed birleşti. Fakat akıl, kabiliyetsizliğinden buraya yol bulamaz.”
-
گفت از این ره کو رهاوردی بیار ** در خور فهم و عقول این دیار
- Peygamber “Peki, o yoldan, bu diyarın anlayışınca, bu diyar akıllılarının harcına getirdiğin bir hediye var mı, nerede? Çıkar bakalım!” dedi.
-
گفت خلقان چون ببینند آسمان ** من ببینم عرش را با عرشیان
- Zeyd dedi ki: “ halk, gökyüzünü nasıl görürse ben de arşı, arştakilerle beraber öyle görüyorum.
-
هشت جنت هفت دوزخ پیش من ** هست پیدا همچو بت پیش شمن
- Benim önümde sekiz cennetle yedi cehennem, şaman önündeki put gibi apaçık ve meydanda.
-
یک به یک وامیشناسم خلق را ** همچو گندم من ز جو در آسیا
- Halkı, değirmende buğdayı arpadan fark edercesine teker, teker tanıyorum.
-
که بهشتی کیست و بیگانه کی است ** پیش من پیدا چو مار و ماهی است 3510
- Cennetlik kim, yabancı nerede? Bence yılan ve balık gibi apaşikâr.
-
این زمان پیدا شده بر این گروه ** یوم تبیض و تسود وجوه
- “ Kıyamet günü, bazı yüzler ak olur, bazıları kara...” Sırrı, şimdiden meydana çıktı. Bu halkın bir kısmının yüzü ak, bir kısmının kara.”
-
پیش از این هر چند جان پر عیب بود ** در رحم بود و ز خلقان غیب بود
- Hakikatte bazı ruhlar, bundan önce de ( dünyaya gelmeden de) ayıplıydı. Fakat ana rahminde olduğu için hali, halka gizliydi.
-
الشقی من شقی فی بطن الام ** من سمات الجسم یعرف حالهم
- Şakî, ana karnında şakî olur (fakat bilinmez) Cisim âlemindeyse cisimdeki hallerden, ruhun halleri de anlaşılır.
-
تن چو مادر طفل جان را حامله ** مرگ درد زادن است و زلزله
- Vücut da ana gibi can çocuğuna gebedir. Ölüm, doğmak derdi ve kıyamettir.
-
جمله جانهای گذشته منتظر ** تا چگونه زاید آن جان بطر 3515
- Bu dünyada geçmiş canların hepsi, “ O ferahlı can acaba nasıl doğacak?” diye beklemektedirler.
-
زنگیان گویند خود از ماست او ** رومیان گویند بس زیباست او
- Zenciler, o mutlaka bizdendir derler. Beyazlar da, imkânı yok... O çok güzel olacak, derler.
-
چون بزاید در جهان جان و جود ** پس نماند اختلاف بیض و سود
- Vücudun canı, ahiret âlemine doğunca artık beyaz, kara ihtilafı kalmaz.
-
گر بود زنگی برندش زنگیان ** روم را رومی برد هم از میان
- Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan bu çocuğu, beyazlar alıp götürürler.
-
تا نزاد او مشکلات عالم است ** آن که نازاده شناسد او کم است
- Fakat doğmadıkça anlamak, âlemdeki müşkül işlerdendir. Çünkü henüz doğmamış çocuğun nasıl olduğunu bilen azdır.
-
او مگر ینظر بنور الله بود ** کاندرون پوست او را ره بود 3520
- Bunu anlayan kişi, ancak Tanrı nuruyla bakıp gören kişidir. Böyle olan zat, bâtına da nüfuz edebilir.
-
اصل آب نطفه اسپید است و خوش ** لیک عکس جان رومی و حبش
- Nutfenin aslı beyaz renkli ve hoştur. Fakat beyaz kişinin canının aksi;
-
میدهد رنگ احسن التقویم را ** تا به اسفل میبرد این نیم را
- Nutfeye renk verir, onu en güzel şekle sokar; kara kişinin canının aksi de bir kısım halkı, en aşağılık bir renge, en bayağı bir şekle sürer, götürür.
-
این سخن پایان ندارد باز ران ** تا نمانیم از قطار کاروان
- Bu söze nihayet yoktur. Sen yine atını sür de biz kervandan geri kalmayalım.
-
یوم تبیض و تسود وجوه ** ترک و هندو شهره گردد ز آن گروه
- Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün , dağ mı. Hindu musun, Türk mü? Meydana çıkar.
-
در رحم پیدا نباشد هند و ترک ** چون که زاید بیندش زار و سترگ 3525
- Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat doğunca zayıf mı kuvvetli mi... herkes görür anlar.
-
جمله را چون روز رستاخیز من ** فاش میبینم عیان از مرد و زن
- Zeyd “ Ben halkı, kadın, erkek... Herkesi, kıyamet günündeymiş gibi apaçık görüyorum.
-
هین بگویم یا فرو بندم نفس ** لب گزیدش مصطفی یعنی که بس
- Hemen şimdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı?” dedi. Mustafa, dudağını ısırarak sus demek istedi.
-
یا رسول الله بگویم سر حشر ** در جهان پیدا کنم امروز نشر
- Zeyd dedi ki: “Ey Tanrı Peygamberi, haşir sırrını söyleyeyim de bugün dünyada kıyameti koparayım mı?
-
هل مرا تا پردهها را بر درم ** تا چو خورشیدی بتابد گوهرم
- Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim güneş gibi parlasın;
-
تا کسوف آید ز من خورشید را ** تا نمایم نخل را و بید را 3530
- Güneş benim nurumdan tutulsun... Hurma ağacı (gibi meyveliler) ile söğüt ağacını (gibi meyvesizleri) göstereyim.