چون خفاشی کاو تف خورشید را ** بر نتابد بگسلد اومید را
Bu çeşit gözler, böyle gönüller, yarasaya benzerler. Yarasa güneşin ışığına, güneşin hararetine tahammül edemez, ümidini keser ( güneşten mahrum kalır)
پس ملایک را چو ما هم یار دان ** جلوه گر خورشید را بر آسمان
Gökyüzünde cilve eden güneşe şahadette, melekleri de bize dost, bize eş bil!
کاین ضیا ما ز آفتابی یافتیم ** چون خلیفه بر ضعیفان تافتیم 3650
“ Biz o tek güneşten nurlandık, güneşin halifesi gibi zayıfları nurlandık” diye şahadet ederler.
چون مه نو یا سه روزه یا که بدر ** مرتبهی هر یک ملک در نور و قدر
Her melek; yeni ay, yahut üç günlük ay, yahut da dolunay gibi kemal, nur ve kudret sahibidir.
ز اجنحهی نور ثلاث او رباع ** بر مراتب هر ملک را آن شعاع
O şûle; üçer, dörder kanatlı meleklerin her birine, mertebelerine göre vurmakta, onları nurlandırmaktadır.
همچو پرهای عقول انسیان ** که بسی فرق است شان اندر میان
Meleklerin kanatları insanların akıl kanatlarına benzer. İnsanların akılları arasında da çok fark vardır.
پس قرین هر بشر در نیک و بد ** آن ملک باشد که مانندش بود
İyilikte olsun, kötülükte olsun her insana kendisine benzer bir melek arkadaştır.
چشم اعمش چون که خور را بر نتافت ** اختر او را شمع شد تا ره بیافت 3655
Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir, o da bu suretle yol bulur.
گفتن پیغامبر علیه السلام مر زید را که این سر را فاش تر از این مگو و متابعت نگاه دار
Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in Zeyd’e “Bunun sırrını faşetme; gözet!” demesi
گفت پیغمبر که اصحابی نجوم ** رهروان را شمع و شیطان را رجوم
Peygamber “ Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara taştır” dedi.
هر کسی را گر بدی آن چشم و زور ** کاو گرفتی ز آفتاب چرخ نور
Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı.
کی ستاره حاجت استی ای ذلیل ** که بدی بر نور خورشید او دلیل
Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne lûzum kalırdı?
ماه میگوید به خاک و ابر و فی ** من بشر بودم ولی یوحی الی
Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: “Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahiy geliyor.
چون شما تاریک بودم در نهاد ** وحی خورشیدم چنین نوری بداد 3660
Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi.
ظلمتی دارم به نسبت با شموس ** نور دارم بهر ظلمات نفوس
Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum.
ز آن ضعیفم تا تو تابی آوری ** که نه مرد آفتاب انوری
Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin.
همچو شهد و سرکه در هم بافتم ** تا سوی رنج جگر ره یافتم
Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum.
چون ز علت وارهیدی ای رهین ** سرکه را بگذار و میخور انگبین
Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.”
تخت دل معمور شد پاک از هوا ** بین که الرحمن علی العرش استوی 3665
Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde “Er Rahmânu alel arşistevâ” sırrı zuhur etti.
حکم بر دل بعد از این بیواسطه ** حق کند چون یافت دل این رابطه
Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu.
این سخن پایان ندارد زید کو ** تا دهم پندش که رسوایی مجو
Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!
رجوع به حکایت زید
Zeyd’in hikâyesine dönüş
زید را اکنون نیابی کاو گریخت ** جست از صف نعال و نعل ریخت
Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
تو که باشی زید هم خود را نیافت ** همچو اختر که بر او خورشید تافت
Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı!
نی از او نقشی بیابی نی نشان ** نی کهی یابی نه راه کهکشان 3670
Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hattâ ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü!
شد حواس و نطق با پایان ما ** محو نور دانش سلطان ما
Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu.
حسها و عقلهاشان در درون ** موج در موج لدينا محضرون
(Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç âlemde “Ledeynâ Muhdarûn” denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır.
چون شب آمد باز وقت بار شد ** انجم پنهان شده بر کار شد
Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar.
بیهشان را وادهد حق هوشها ** حلقه حلقه حلقهها در گوشها
Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir.
پای کوبان دست افشان در ثنا ** ناز نازان ربنا أحییتنا 3675
Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı “Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin” derler.
آن جلود و آن عظام ریخته ** فارسان گشته غبار انگیخته
O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir;
حمله آرند از عدم سوی وجود ** در قیامت هم شکور و هم کنود
Kıyamet günü, şükrederek, yahut kâfir olarak yokluktan varlığa hamle ederler.
سر چه میپیچی کنی نادیدهای ** در عدم ز اول نه سرپیچیدهای
Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin?
در عدم افشرده بودی پای خویش ** که مرا که بر کند از جای خویش
“Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin.
مینبینی صنع ربانیت را ** که کشید او موی پیشانیت را 3680
Tanrı’nın sun’u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek:
تا کشیدت اندر این انواع حال ** که نبودت در گمان و در خیال
Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı.
آن عدم او را هماره بنده است ** کار کن دیوا سلیمان زنده است
O yokluk da daima Tanrı’ya kuldur. Ey dev, kulluk et. Süleyman diridir!
دیو میسازد جفان کالجواب ** زهره نی تا دفع گوید یا جواب
Dev, havuzlar gibi kâseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin!
خویش را بین چون همیلرزی ز بیم ** مر عدم را نیز لرزان دان مقیم
Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir tir titrer bil!
ور تو دست اندر مناصب میزنی ** هم ز ترس است آن که جانی میکنی 3685
Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar.
هر چه جز عشق خدای احسن است ** گر شکر خواری است آن جان کندن است
En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!
چیست جان کندن سوی مرگ آمدن ** دست در آب حیاتی نازدن
Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek.
خلق را دو دیده در خاک و ممات ** صد گمان دارند در آب حیات
Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.
جهد کن تا صد گمان گردد نود ** شب برو ور تو بخسبی شب رود
Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider!
در شب تاریک جوی آن روز را ** پیش کن آن عقل ظلمت سوز را 3690
O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap!
در شب بد رنگ بس نیکی بود ** آب حیوان جفت تاریکی بود
Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Abıhayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır.
سر ز خفتن کی توان برداشتن ** با چنین صد تخم غفلت کاشتن
Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan kaldırabilir misiniz?
خواب مرده لقمهی مرده یار شد ** خواجه خفت و دزد شب بر کار شد
Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören hırsız da hazırlığa koyuldu.
تو نمیدانی که خصمانت کیاند ** ناریان خصم وجود خاکیاند
Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun. Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır.
نار خصم آب و فرزندان اوست ** همچنان که آب خصم جان اوست 3695
Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da ateşin canına düşmandır.
آب آتش را کشد زیرا که او ** خصم فرزندان آب است و عدو
Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür.
بعد از آن این نار نار شهوت است ** کاندر او اصل گناه و زلت است
Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır.