-
من چنان مردم که بر خونی خویش ** نوش لطف من نشد در قهر نیش
- Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lûtuf şerbetim, kahır zehri olmadı.
-
گفت پیغمبر به گوش چاکرم ** کاو برد روزی ز گردن این سرم 3845
- Peygamber, hizmetkârımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi.
-
کرد آگه آن رسول از وحی دوست ** که هلاکم عاقبت بر دست اوست
- Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi.
-
او همیگوید بکش پیشین مرا ** تا نیاید از من این منکر خطا
- O, daima “ Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte;
-
من همیگویم چو مرگ من ز تست ** با قضا من چون توانم حیله جست
- Ben de “Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile edebilirim?” demekteyim.
-
او همیافتد به پیشم کای کریم ** مر مرا کن از برای حق دو نیم
- O, daima önümde yerlere kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni Tanrı hakkı için ikiye böl,
-
تا نیاید بر من این انجام بد ** تا نسوزد جان من بر جان خود 3850
- Ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der;
-
من همیگویم برو جف القلم ** ز آن قلم بس سر نگون گردد علم
- Ben de daima “Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur.
-
هیچ بغضی نیست در جانم ز تو ** ز آن که این را من نمیدانم ز تو
- Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki.
-
آلت حقی تو فاعل دست حق ** چون زنم بر آلت حق طعن و دق
- Sen Tanrı aletisin; yapan, Tanrı’nın eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın aletine nasıl itiraz edeyim?” derim
-
گفت او پس آن قصاص از بهر چیست ** گفت هم از حق و آن سر خفی است
- O, “Öyle ise kısas niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak’tan, o da gizli bir sır.
-
گر کند بر فعل خود او اعتراض ** ز اعتراض خود برویاند ریاض 3855
- Eğer Tanrı, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir.
-
اعتراض او را رسد بر فعل خود ** ز آن که در قهر است و در لطف او احد
- Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun kârıdır. Çünkü kahırda da tektir, lûtufta da.
-
اندر این شهر حوادث میر اوست ** در ممالک مالک تدبیر اوست
- Bu hâdiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur,
-
آلت خود را اگر او بشکند ** آن شکسته گشته را نیکو کند
- Aletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir.”
-
رمز ننسخ آیه او ننسها ** نأت خیرا در عقب میدان مها
- Ulu kişi, “ Hiçbir âyeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını getirmeyelim” remzini bil.
-
هر شریعت را که حق منسوخ کرد ** او گیا برد و عوض آورد ورد 3860
- Tanrı hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa âdeta otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir.
-
شب کند منسوخ شغل روز را ** بین جمادی خرد افروز را
- Gece, gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak!
-
باز شب منسوخ شد از نور روز ** تا جمادی سوخت ز آن آتش فروز
- Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider.
-
گر چه ظلمت آمد آن نوم و سبات ** نی درون ظلمت است آب حیات
- O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi?
-
نی در آن ظلمت خردها تازه شد ** سکتهای سرمایهی آوازه شد
- Akıllar, o zulmetle tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor mu?
-
که ز ضدها ضدها آمد پدید ** در سویدا روشنایی آفرید 3865
- Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Tanrı, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı.
-
جنگ پیغمبر مدار صلح شد ** صلح این آخر زمان ز آن جنگ بد
- Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu âhir zamandaki sulh o savaş yüzündendir.
-
صد هزاران سر برید آن دلستان ** تا امان یابد سر اهل جهان
- O gönüller alan sevgili ( Peygamber), âlemdekilerin başları aman bulsun diye yüz binlerce baş kesti.
-
باغبان ز آن میبرد شاخ مضر ** تا بیابد نخل قامتها و بر
- Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar.
-
میکند از باغ دانا آن حشیش ** تا نماید باغ و میوه خرمیش
- Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar.
-
میکند دندان بد را آن طبیب ** تا رهد از درد و بیماری حبیب 3870
- Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır.
-
بس زیادتها درون نقصهاست ** مر شهیدان را حیات اندر فناست
- Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır.
-
چون بریده گشت حلق رزق خوار ** یرزقون فرحین شد گوار
- Rızk yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar” nimeti hazmedilir.
-
حلق حیوان چون بریده شد به عدل ** حلق انسان رست و افزون گشت فضل
- Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti artar.
-
حلق انسان چون ببرد هین ببین ** تا چه زاید کن قیاس آن بر این
- İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agâh ol da onu bununla mukayese et.
-
حلق ثالث زاید و تیمار او ** شربت حق باشد و انوار او 3875
- Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Tanrı şerbetiyle, Tanrı nurlarıyla beslenir, gelişir.
-
حلق ببریده خورد شربت ولی ** حلق از لا رسته مرده در بلی
- Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “Lâ” dan kurtulmuş “Belâ” da ölmüş boğaz!
-
بس کن ای دون همت کوته بنان ** تا کیات باشد حیات جان به نان
- Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak?
-
ز آن نداری میوهای مانند بید ** کآبرو بردی پی نان سپید
- Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok!
-
گر ندارد صبر زین نان جان حس ** کیمیا را گیر و زر گردان تو مس
- Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap!
-
جامه شویی کرد خواهی ای فلان ** رو مگردان از محلهی گازران 3880
- Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme!
-
گر چه نان بشکست مر روزهی ترا ** در شکسته بند پیچ و برتر آ
- Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel!
-
چون شکسته بند آمد دست او ** پس رفو باشد یقین اشکست او
- Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir... Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır.
-
گر تو آن را بشکنی گوید بیا ** تو درستش کن نداری دست و پا
- Fakat sen kırarsan der ki: “Gel yap bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın.
-
پس شکستن حق او باشد که او ** مر شکسته گشته را داند رفو
- Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır.
-
آن که داند دوخت او داند درید ** هر چه را بفروخت نیکوتر خرید 3885
- Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır.
-
خانه را ویران کند زیر و زبر ** پس به یک ساعت کند معمورتر
- Evi yıkar, hâk ile yeksan eder; fakat bir anda da daha mamur bir hale getirir.
-
گر یکی سر را ببرد از بدن ** صد هزاران سر بر آرد در زمن
- Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder.
-
گر نفرمودی قصاصی بر جناة ** یا نگفتی فی القصاص آمد حیات
- Canilere kısas emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi,
-
خود که را زهره بدی تا او ز خود ** بر اسیر حکم حق تیغی زند
- Kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!
-
ز آن که داند هر که چشمش را گشود ** کآن کشنده سخرهی تقدیر بود 3890
- Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir.
-
هر که را آن حکم بر سر آمدی ** بر سر فرزند هم تیغی زدی
- O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur.
-
رو بترس و طعنه کم زن بر بدان ** پیش دام حکم عجز خود بدان
- Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!
-
تعجب کردن آدم علیه السلام از ضلالت ابلیس لعین و عجب آوردن
- Âdem Aleyhisselâm’ın İblis’in sapıklığına şaşması ve ululanması
-
چشم آدم بر بلیسی کو شقی ست ** از حقارت و از زیافت بنگریست
- Âdem Peygamber, ansızın esasen şakî olan İblise hor baktı.