English    Türkçe    فارسی   

1
407-456

  • گفت لیلی را خلیفه کان توی ** کز تو مجنون شد پریشان و غوی‌‌
  • Halife, Leylâ’ya dedi ki: ”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.
  • از دگر خوبان تو افزون نیستی ** گفت خامش چون تو مجنون نیستی‌‌
  • Sen başka güzellerden güzel değilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun değilsin” diye cevap verdi.
  • هر که بیدار است او در خواب‌‌تر ** هست بیداریش از خوابش بتر
  • Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir.
  • چون به حق بیدار نبود جان ما ** هست بیداری چو در بندان ما 410
  • Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir.
  • جان همه روز از لگدکوب خیال ** وز زیان و سود وز خوف زوال‌‌
  • Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.
  • نی صفا می‌‌ماندش نی لطف و فر ** نی به سوی آسمان راه سفر
  • Ne temizliği kalır, letafeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!
  • خفته آن باشد که او از هر خیال ** دارد اومید و کند با او مقال‌‌
  • Uyumuş ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konuşur;
  • دیو را چون حور بیند او به خواب ** پس ز شهوت ریزد او با دیو آب‌‌
  • Uykuda Şeytan’ı Hûri gibi görür, sonra şehvetle Şeytan’a erlik suyu döker.
  • چون که تخم نسل را در شوره ریختا ** و به خویش آمد خیال از وی گریخت‌‌ 415
  • Nesil tohumunu çorağa dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar.
  • ضعف سر بیند از آن و تن پلید ** آه از آن نقش پدید ناپدید
  • O rüyadan elde ettiği baş ağrısı, sersemlik beden pisliğidir. Ah, o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı olmayan hayalden!
  • مرغ بر بالا و زیر آن سایه‌‌اش ** می‌‌دود بر خاک پران مرغ‌‌وش‌‌
  • Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür.
  • ابلهی صیاد آن سایه شود ** می‌‌دود چندان که بی‌‌مایه شود
  • Ahmağın biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar.
  • بی‌‌خبر کان عکس آن مرغ هواست ** بی‌‌خبر که اصل آن سایه کجاست‌‌
  • O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok!
  • تیر اندازد به سوی سایه او ** ترکشش خالی شود از جستجو 420
  • Gölgeye doğru ok atar. Bu araştırma yüzünden okluk bomboş kalır.
  • ترکش عمرش تهی شد عمر رفت ** از دویدن در شکار سایه تفت‌‌
  • Ömrünün okluğu boşaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında koşmada yandı eridi!
  • سایه‌‌ی یزدان چو باشد دایه‌‌اش ** وارهاند از خیال و سایه‌‌اش‌‌
  • Bir kişinin dadısı, Tanrı gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
  • سایه‌‌ی یزدان بود بنده‌‌ی خدا ** مرده او زین عالم و زنده‌‌ی خدا
  • Tanrı’ya kul olan, Tanrı gölgesidir. O bu âlemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir.
  • دامن او گیر زودتر بی‌‌گمان ** تا رهی در دامن آخر زمان‌‌
  • Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki ahir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.
  • کيف مد الظل نقش اولیاست ** کاو دلیل نور خورشید خداست‌‌ 425
  • Tanrı gölgeyi nasıl uzattı (ayeti) evliyanın nakşidir. Çünkü veli, Tanrı güneşi nurunun delilidir.
  • اندر این وادی مرو بی‌‌این دلیل ** لا أحب الآفلین گو چون خلیل‌‌
  • Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!
  • رو ز سایه آفتابی را بیاب ** دامن شه شمس تبریزی بتاب‌‌
  • Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şah Şems-i Tebrîzî’nin eteğine yapış!
  • ره ندانی جانب این سور و عرس ** از ضیاء الحق حسام الدین بپرس‌‌
  • Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor!
  • ور حسد گیرد ترا در ره گلو ** در حسد ابلیس را باشد غلو
  • Haset, yolda gırtlağına sarılırsa... bil ki İblis’in tuğyanı hasettedir.
  • کاو ز آدم ننگ دارد از حسد ** با سعادت جنگ دارد از حسد 430
  • Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır... Kutlulukla haset yüzünden savaşır.
  • ای خنک آن کش حسد همراه نیست ** عقبه‌‌ای زین صعب‌‌تر در راه نیست‌‌
  • Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir.
  • این جسد خانه‌‌ی حسد آمد بدان ** از حسد آلوده باشد خاندان‌‌
  • Bu beden, haset evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hale düşer.
  • گر جسد خانه‌‌ی حسد باشد و لیک ** آن جسد را پاک کرد الله نیک‌‌
  • Ten haset evidir ama Tanrı, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.
  • طهرا بيتي بیان پاکی است ** گنج نور است ار طلسمش خاکی است‌‌
  • “Evimi temizleyin” “ayeti” beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir.
  • چون کنی بر بی‌‌جسد مکر و حسد ** ز آن حسد دل را سیاهیها رسد 435
  • Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır.
  • خاک شو مردان حق را زیر پا ** خاک بر سر کن حسد را همچو ما
  • Tanrı erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin başına toprak at!
  • بیان حسد وزیر
  • Vezirin haset etmesi
  • آن وزیرک از حسد بودش نژاد ** تا به باطل گوش و بینی باد داد
  • O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun için abes yere kulağını, burnunu yele verdi!
  • بر امید آن که از نیش حسد ** زهر او در جان مسکینان رسد
  • O ümitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye.
  • هر کسی کاو از حسد بینی کند ** خویشتن بی‌‌گوش و بی‌‌بینی کند
  • Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.
  • بینی آن باشد که او بویی برد ** بوی او را جانب کویی برد 440
  • Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulunduğu tarafa götürsün.
  • هر که بویش نیست بی‌‌بینی بود ** بوی آن بوی است کان دینی بود
  • Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.
  • چون که بویی برد و شکر آن نکرد ** کفر نعمت آمد و بینیش خورد
  • Bir koku alıp onun şükrünü eda etmeyen kimse, küfranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir.
  • شکر کن مر شاکران را بنده باش ** پیش ایشان مرده شو پاینده باش‌‌
  • Hem şükret, hem şükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!
  • چون وزیر از ره زنی مایه مساز ** خلق را تو بر میاور از نماز
  • Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Tanrı kullarını namazdan menetme.
  • ناصح دین گشته آن کافر وزیر ** کرده او از مکر در لوزینه سیر 445
  • O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı!
  • فهم کردن حاذقان نصارا مکر وزیر را
  • Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması
  • هر که صاحب ذوق بود از گفت او ** لذتی می‌‌دید و تلخی جفت او
  • Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.
  • نکته‌‌ها می‌‌گفت او آمیخته ** در جلاب قند زهری ریخته‌‌
  • O, garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi.
  • ظاهرش می‌‌گفت در ره چیست شو ** وز اثر می‌‌گفت جان را سست شو
  • Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.
  • ظاهر نقره گر اسپید است و نو ** دست و جامه می سیه گردد ازو
  • Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.
  • آتش ار چه سرخ روی است از شرر ** تو ز فعل او سیه کاری نگر 450
  • Ateş, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak!
  • برق اگر نوری نماید در نظر ** لیک هست از خاصیت دزد بصر
  • Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır.
  • هر که جز آگاه و صاحب ذوق بود ** گفت او در گردن او طوق بود
  • Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul etmişler, ona uymuşlardı).
  • مدت شش سال در هجران شاه ** شد وزیر اتباع عیسی را پناه‌‌
  • Vezir, padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu.
  • دین و دل را کل بدو بسپرد خلق ** پیش امر و حکم او می‌‌مرد خلق‌‌
  • Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu.
  • پیغام شاه پنهان با وزیر
  • Padişahın vezire gizlice haber göndermesi
  • در میان شاه و او پیغامها ** شاه را پنهان بدو آرامها 455
  • Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu.
  • پیش او بنوشت شه کای مقبلم ** وقت آمد زود فارغ کن دلم‌‌
  • Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar” diye mektup yazdı.