هر که درمان کرد مر جان مرا ** برد گنج و در و مرجان مرا 45
Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı (atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir).”
جمله گفتندش که جانبازی کنیم ** فهم گرد آریم و انبازی کنیم
Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim.
هر یکی از ما مسیح عالمی است ** هر الم را در کف ما مرهمی است
Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilâç vardır.”
گر خدا خواهد نگفتند از بطر ** پس خدا بنمودشان عجز بشر
Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi.
ترک استثنا مرادم قسوتی است ** نی همین گفتن که عارض حالتی است
”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa ârızî bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir.
ای بسا ناورده استثنا به گفت ** جان او با جان استثناست جفت 50
Hey gidi nice inşaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.
هر چه کردند از علاج و از دوا ** گشت رنج افزون و حاجت ناروا
İlâç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.
آن کنیزک از مرض چون موی شد ** چشم شه از اشک خون چون جوی شد
O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı gözyaşı ırmağa döndü.
از قضا سرکنگبین صفرا فزود ** روغن بادام خشکی مینمود
Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı.
از هلیله قبض شد اطلاق رفت ** آب آتش را مدد شد همچو نفت
Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.
ظاهر شدن عجز حکیمان از معالجهی کنیزک و روی آوردن پادشاه به درگاه خدا و در خواب دیدن او ولی را
Halayığın tedavisinde hekimlerin âciz kalmalarını padişahın anlaması, Tanrı tapusuna yüz tutması ve bir uluyu rüyada görmesi
شه چو عجز آن حکیمان را بدید ** پا برهنه جانب مسجد دوید 55
Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.
رفت در مسجد سوی محراب شد ** سجده گاه از اشک شه پر آب شد
Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu.
چون به خویش آمد ز غرقاب فنا ** خوش زبان بگشاد در مدح و ثنا
Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
کای کمینه بخششت ملک جهان ** من چه گویم چون تو میدانی نهان
“En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.
ای همیشه حاجت ما را پناه ** بار دیگر ما غلط کردیم راه
Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.
لیک گفتی گر چه میدانم سرت ** زود هم پیدا کنش بر ظاهرت 60
Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
چون بر آورد از میان جان خروش ** اندر آمد بحر بخشایش به جوش
Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.
در میان گریه خوابش در ربود ** دید در خواب او که پیری رو نمود
Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
گفت ای شه مژده حاجاتت رواست ** گر غریبی آیدت فردا ز ماست
Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
چون که آید او حکیمی حاذق است ** صادقش دان که امین و صادق است
O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
در علاجش سحر مطلق را ببین ** در مزاجش قدرت حق را ببین 65
İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”
چون رسید آن وعدهگاه و روز شد ** آفتاب از شرق، اختر سوز شد
Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
بود اندر منظره شه منتظر ** تا ببیند آن چه بنمودند سر
Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
دید شخصی فاضلی پر مایهای ** آفتابی در میان سایهای
Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
میرسید از دور مانند هلال ** نیست بود و هست بر شکل خیال
Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان 70
Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!
بر خیالی صلحشان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان
Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست
Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همیآمد پدید
Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بیدوختن بر دوخته 75
Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بیادبی
Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
از خدا جوییم توفیق ادب ** بیادب محروم گشت از لطف رب
Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
بیادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید 80
Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu.
در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان
Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق
Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زلهها برداشتند
Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین 85
İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.
بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری
Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات
Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بیباکی و گستاخی است هم
İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
هر که بیباکی کند در راه دوست ** ره زن مردان شد و نامرد اوست 90
Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.
از ادب پر نور گشته است این فلک ** وز ادب معصوم و پاک آمد ملک
Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
بد ز گستاخی کسوف آفتاب ** شد عزازیلی ز جرات رد باب
Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
ملاقات پادشاه با آن ولی که در خوابش نمودند
Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
دست بگشاد و کنارانش گرفت ** همچو عشق اندر دل و جانش گرفت
Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
دست و پیشانیش بوسیدن گرفت ** وز مقام و راه پرسیدن گرفت
Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.