هر چه ذوق طبع باشد چون گذشت ** بر نیارد همچو شوره ریع و کشت
Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.
جز پشیمانی نباشد ریع او ** جز خسارت پیش نارد بیع او
Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.
آن میسر نبود اندر عاقبت ** نام او باشد معسر عاقبت
O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.
تو معسر از میسر باز دان ** عاقبت بنگر جمال این و آن
Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran.”
در یکی گفته که استادی طلب ** عاقبت بینی نیابی در حسب490
Bir tomarda da; “Bir üstat ara. Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın.
عاقبت دیدند هر گون ملتی ** لاجرم گشتند اسیر زلتی
Her çeşit din sâlikleri üstat aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin akıbetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.
عاقبت دیدن نباشد دستباف ** ور نه کی بودی ز دینها اختلاف
Akıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.
در یکی گفته که استا هم تویی ** ز انکه استا را شناسا هم تویی
Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
مرد باش و سخرهی مردان مشو ** رو سر خود گیر و سر گردان مشو
Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”
در یکی گفته که این جمله یکی است ** هر که او دو بیند احول مردکی است495
Bir diğerinde; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş.
در یکی گفته که صد یک چون بود ** این کی اندیشد مگر مجنون بود
Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğerki deli olsun!
هر یکی قولی است ضد همدگر ** چون یکی باشد یکی زهر و شکر
Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?
تا ز زهر و از شکر در نگذری ** کی تو از گلزار وحدت بر بری
Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.
این نمط وین نوع ده طومار و دو ** بر نوشت آن دین عیسی را عدو
O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki tomar yazdı.
بیان آن که این اختلافات در صورت روش است نه در حقیقت راه
İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil
او ز یک رنگی عیسی بو نداشت ** وز مزاج خم عیسی خو نداشت500
O, İsa’nın bir renkte oluşundan koku almamıştı. O, İsa küpünün mizacından huy kapmamıştı.
جامهی صد رنگ از آن خم صفا ** ساده و یک رنگ گشتی چون صبا
Yüz renkli elbise, İsa’nın saf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.
نیست یک رنگی کز او خیزد ملال ** بل مثال ماهی و آب زلال
Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir. Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler.
گر چه در خشکی هزاران رنگهاست ** ماهیان را با یبوست جنگهاست
Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
کیست ماهی چیست دریا در مثل ** تا بدان ماند ملک عز و جل
Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!
صد هزاران بحر و ماهی در وجود ** سجده آرد پیش آن اکرام و جود505
Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.
چند باران عطا باران شده ** تا بدان آن بحر در افشان شده
Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.
چند خورشید کرم افروخته ** تا که ابر و بحر جود آموخته
Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik öğrendi.
پرتو دانش زده بر آب و طین ** تا شده دانه پذیرندهی زمین
Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
خاک امین و هر چه در وی کاشتی ** بیخیانت جنس آن برداشتی
Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.
این امانت ز آن امانت یافته ست ** کافتاب عدل بر وی تافته ست510
Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır.
تا نشان حق نیارد نو بهار ** خاک سرها را نکرده آشکار
İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?
آن جوادی که جمادی را بداد ** این خبرها وین امانت وین سداد
O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada, kuru yeryüzüne vermiştir.
مر جمادی را کند فضلش خبیر ** عاقلان را کرده قهر او ضریر
Fâzıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
جان و دل را طاقت آن جوش نیست ** با که گویم در جهان یک گوش نیست
Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyleyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
هر کجا گوشی بد از وی چشم گشت ** هر کجا سنگی بد از وی یشم گشت515
Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lûtfiyle yeşim taşına döndü.
کیمیا ساز است چه بود کیمیا ** معجزه بخش است چه بود سیمیا
Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır, simya ne oluyor ki?
این ثنا گفتن ز من ترک ثناست ** کین دلیل هستی و هستی خطاست
Benim bu övüşüm, övmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu övüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
پیش هست او بباید نیست بود ** چیست هستی پیش او کور و کبود
Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir!
گر نبودی کور از او بگداختی ** گرمی خورشید را بشناختی
Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı.
ور نبودی او کبود از تعزیت ** کی فسردی همچو یخ این ناحیت520
Bu zahiri vücudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir.
بیان خسارت وزیر در این مکر
Vezirin bu hilede ziyana uğraması
همچو شه نادان و غافل بد وزیر ** پنجه میزد با قدیم ناگزیر
Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Tanrı ile pençeleşiyordu.
با چنان قادر خدایی کز عدم ** صد چو عالم هست گرداند به دم
Öyle kudretli bir Tanrı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
صد چو عالم در نظر پیدا کند ** چون که چشمت را به خود بینا کند
Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.
گر جهان پیشت بزرگ و بیبنی است ** پیش قدرت ذره ای میدان که نیست
Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir.
این جهان خود حبس جانهای شماست ** هین روید آن سو که صحرای شماست525
Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir.
این جهان محدود آن خود بی حد است ** نقش و صورت پیش ٱن معنی سد است
Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakış ve suret, o manaya settir, mâniadır.
صد هزاران نیزهی فرعون را ** در شکست از موسیی با یک عصا
Firavunun yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
صد هزاران طب جالینوس بود ** پیش عیسی و دمش افسوس بود
Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
صد هزاران دفتر اشعار بود ** پیش حرف امیی آن عار بود
Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
با چنین غالب خداوندی کسی ** چون نمیرد گر نباشد او خسی530
Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin*
بس دل چون کوه را انگیخت او ** مرغ زیرک با دو پا آویخت او
Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.
فهم و خاطر تیز کردن نیست راه ** جز شکسته مینگیرد فضل شاه
Akıl ve zekâda kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
ای بسا گنج آگنان کنج کاو ** کان خیال اندیش را شد ریش گاو
Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.
گاو که بود تا تو ریش او شوی ** خاک چه بود تا حشیش او شوی
Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
چون زنی از کار بد شد روی زرد ** مسخ کرد او را خدا و زهره کرد535
Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı.