-
عورتی را زهره کردن مسخ بود ** خاک و گل گشتن نه مسخ است ای عنود
- Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı?!
-
روح میبردت سوی چرخ برین ** سوی آب و گل شدی در اسفلین
- Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.
-
خویشتن را مسخ کردی زین سفول ** ز آن وجودی که بد آن رشک عقول
- Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin.
-
پس ببین کین مسخ کردن چون بود ** پیش آن مسخ این به غایت دون بود
- Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı.
-
اسب همت سوی اختر تاختی ** آدم مسجود را نشناختی 540
- Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Âdem’i tanımadın!
-
آخر آدم زادهای ای ناخلف ** چند پنداری تو پستی را شرف
- Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.
-
چند گویی من بگیرم عالمی ** این جهان را پر کنم از خود همی
- Niceye dek “ben âlemi zapt edeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?
-
گر جهان پر برف گردد سربهسر ** تاب خور بگدازدش با یک نظر
- Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.
-
وزر او و صد وزیر و صد هزار ** نیست گرداند خدا از یک شرار
- O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder.
-
عین آن تخییل را حکمت کند ** عین آن زهر آب را شربت کند 545
- O, aslı olmayan hayalleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir.
-
آن گمان انگیز را سازد یقین ** مهرها رویاند از اسباب کین
- O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeplerinden dostluk ve muhabbet belirtir.
-
پرورد در آتش ابراهیم را ** ایمنی روح سازد بیم را
- İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.
-
از سبب سوزیش من سوداییام ** در خیالاتش چو سوفسطاییام
- Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
-
مکر دیگر انگیختن وزیر در اضلال قوم
- Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka bir hile kurması
-
مکر دیگر آن وزیر از خود ببست ** وعظ را بگذاشت و در خلوت نشست
- O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
-
در مریدان در فکند از شوق سوز ** بود در خلوت چهل پنجاه روز 550
- Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.
-
خلق دیوانه شدند از شوق او ** از فراق حال و قال و ذوق او
- Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.
-
لابه و زاری همیکردند و او ** از ریاضت گشته در خلوت دو تو
- Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten iki büklüm olmuştu.
-
گفته ایشان نیست ما را بیتو نور ** بیعصا کش چون بود احوال کور
- Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz. Değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur?
-
از سر اکرام و از بهر خدا ** بیش از این ما را مدار از خود جدا
- İnayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!
-
ما چو طفلانیم و ما را دایه تو ** بر سر ما گستران آن سایه تو 555
- Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi.
-
گفت جانم از محبان دور نیست ** لیک بیرون آمدن دستور نیست
- Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok.”
-
آن امیران در شفاعت آمدند ** و آن مریدان در شناعت آمدند
- Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:
-
کاین چه بد بختی است ما را ای کریم ** از دل و دین مانده ما بیتو یتیم
- “Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de.
-
تو بهانه میکنی و ما ز درد ** میزنیم از سوز دل دمهای سرد
- Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz.
-
ما به گفتار خوشت خو کردهایم ** ما ز شیر حکمت تو خوردهایم 560
- Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz.
-
الله الله این جفا با ما مکن ** خیر کن امروز را فردا مکن
- Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lütfet, bugünü yarına bırakma!
-
میدهد دل مر ترا کاین بیدلان ** بیتو گردند آخر از بیحاصلان
- Gönlün razı olur mu, âşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar?
-
جمله در خشکی چو ماهی میتپند ** آب را بگشا ز جو بر دار بند
- Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmağın bendini yık!
-
ای که چون تو در زمانه نیست کس ** الله الله خلق را فریاد رس
- Ey zamanede nazîri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!”
-
دفع گفتن وزیر مریدان را
- Vezirin müritleri defetmesi
-
گفت هان ای سخرگان گفتوگو ** وعظ و گفتار زبان و گوش جو 565
- Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar!
-
پنبه اندر گوش حس دون کنید ** بند حس از چشم خود بیرون کنید
- Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün!
-
پنبهی آن گوش سر گوش سر است ** تا نگردد این کر آن باطن کر است
- O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır.
-
بیحس و بیگوش و بیفکرت شوید ** تا خطاب ارجعی را بشنوید
- Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrciî - Tanrına geri dön” hitabını işitesiniz.
-
تا به گفتوگوی بیداری دری ** تو ز گفت خواب بویی کی بری
- Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
-
سیر بیرونی است قول و فعل ما ** سیر باطن هست بالای سما 570
- Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur.
-
حس خشکی دید کز خشکی بزاد ** عیسی جان پای بر دریا نهاد
- Cisim, kuruluğu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) doğdu; can İsa’sı, ayağını denize attı.
-
سیر جسم خشک بر خشکی فتاد ** سیر جان پا در دل دریا نهاد
- Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı.
-
چون که عمر اندر ره خشکی گذشت ** گاه کوه و گاه صحرا گاه دشت
- Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra...
-
آب حیوان از کجا خواهی تو یافت ** موج دریا را کجا خواهی شکافت
- Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
-
موج خاکی وهم و فهم و فکر ماست ** موج آبی محو و سکر است و فناست 575
- Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur.
-
تا در این سکری از آن سکری تو دور ** تا از این مستی از آن جامی تو دور
- Sen bu sarhoşlukta oldukça o sarhoşluktan uzaksın. Bundan sarhoş oldukça o kadehten nefret eder durursun.
-
گفتوگوی ظاهر آمد چون غبار ** مدتی خاموش خو کن هوش دار
- Zahir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”
-
مکرر کردن مریدان که خلوت را بشکن
- Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarışları
-
جمله گفتند ای حکیم رخنه جو ** این فریب و این جفا با ما مگو
- Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!
-
چار پا را قدر طاقت بار نه ** بر ضعیفان قدر قوت کار نه
- Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et!
-
دانهی هر مرغ اندازهی وی است ** طعمهی هر مرغ انجیری کی است 580
- Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri (bütün olarak) yutabilir?
-
طفل را گر نان دهی بر جای شیر ** طفل مسکین را از آن نان مرده گیر
- Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!
-
چون که دندانها بر آرد بعد از آن ** هم بخود گردد دلش جویای نان
- Ondan sonra dişleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.
-
مرغ پر نارسته چون پران شود ** لقمهی هر گربهی دران شود
- Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.
-
چون بر آرد پر بپرد او به خود ** بیتکلف بیصفیر نیک و بد
- Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.
-
دیو را نطق تو خامش میکند ** گوش ما را گفت تو هش میکند 585
- Senin sözün Şeytan’ı susturur, senin lütuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir.