-
تا به جای او شناسیمش امام ** دست و دامن را بدست او دهیم
- Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim.
-
چون که شد خورشید و ما را کرد داغ ** چاره نبود بر مقامش از چراغ 670
- Mademki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı yakmaktan başka çaremiz yok.
-
چون که شد از پیش دیده وصل یار ** نایبی باید از او مان یادگار
- Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visalinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigâr kalması gerekir.
-
چون که گل بگذشت و گلشن شد خراب ** بوی گل را از که یابیم از گلاب
- Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan!
-
چون خدا اندر نیاید در عیان ** نایب حقاند این پیغمبران
- Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir.
-
نه غلط گفتم که نایب با منوب ** گر دو پنداری قبیح آید نه خوب
- Hayır, yanlış söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil.
-
نه دو باشد تا تویی صورت پرست ** پیش او یک گشت کز صورت برست 675
- Sen surete taptıkça ikidir. Suretten kurtulana göre ise birdir.
-
چون به صورت بنگری چشم تو دست ** تو به نورش درنگر کز چشم رست
- Surete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.
-
نور هر دو چشم نتوان فرق کرد ** چون که در نورش نظر انداخت مرد
- Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırt edilemez.
-
ده چراغ ار حاضر آید در مکان ** هر یکی باشد به صورت غیر آن
- Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır.
-
فرق نتوان کرد نور هر یکی ** چون به نورش روی آری بیشکی
- Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.
-
گر تو صد سیب و صد آبی بشمری ** صد نماند یک شود چون بفشری 680
- Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir olur.
-
در معانی قسمت و اعداد نیست ** در معانی تجزیه و افراد نیست
- Manalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birleştirme olamaz.
-
اتحاد یار با یاران خوش است ** پای معنی گیر صورت سرکش است
- Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona meylet), suret serkeştir.
-
صورت سرکش گدازان کن به رنج ** تا ببینی زیر او وحدت چو گنج
- Serkeş sureti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
-
ور تو نگذاری عنایتهای او ** خود گدازد ای دلم مولای او
- Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Tanrı!
-
او نماید هم به دلها خویش را ** او بدوزد خرقهی درویش را 685
- O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker.
-
منبسط بودیم و یک جوهر همه ** بیسر و بیپا بدیم آن سر همه
- Hepimiz yayılmıştık ve bir cevherdik. Orada başsız ve ayaksızdık;
-
یک گهر بودیم همچون آفتاب ** بیگره بودیم و صافی همچو آب
- Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık, su gibi.
-
چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایههای کنگره
- O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
-
کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق
- Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.
-
شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری 690
- Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım.
-
نکتهها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
- Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
-
پیش این الماس بیاسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
- Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
-
زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف
- Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
-
آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان
- Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
-
کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی میخواستند 695
- O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi.
-
منازعت امرا در ولیعهدی
- Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
-
یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت
- O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
-
گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن
- Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
-
اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است
- İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
-
آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین
- Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
-
از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود 700
- O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.
-
آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار
- Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
-
هر یکی را تیغ و طوماری به دست ** درهمافتادند چون پیلان مست
- Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
-
صد هزاران مرد ترسا کشته شد ** تا ز سرهای بریده پشته شد
- Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
-
خون روان شد همچو سیل از چپ و راست ** کوه کوه اندر هوا زین گرد خاست
- Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
-
تخمهای فتنهها کاو کشته بود ** آفت سرهای ایشان گشته بود 705
- O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti.
-
جوزها بشکست و آن کان مغز داشت ** بعد کشتن روح پاک نغز داشت
- Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
-
کشتن و مردن که بر نقش تن است ** چون انار و سیب را بشکستن است
- Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
-
آن چه شیرین است او شد ناردانگ ** و آن که پوسیده ست نبود غیر بانگ
- Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz.
-
آن چه با معنی است خود پیدا شود ** و آن چه پوسیده ست او رسوا شود
- Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.
-
رو به معنی کوش ای صورت پرست ** ز آن که معنی بر تن صورت پر است 710
- Ey surete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana suret tenine kanattır.
-
همنشین اهل معنی باش تا ** هم عطا یابی و هم باشی فتا
- Mana ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.
-
جان بیمعنی در این تن بیخلاف ** هست همچون تیغ چوبین در غلاف
- Bu cisimde manasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
-
تا غلاف اندر بود با قیمت است ** چون برون شد سوختن را آلت است
- Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
-
تیغ چوبین را مبر در کارزار ** بنگر اول تا نگردد کار زار
- Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düşmemek için önce bir kere kontrol et;
-
گر بود چوبین برو دیگر طلب ** ور بود الماس پیش آ با طرب 715
- Eğer tahtadansa, yürü, başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel!
-
تیغ در زرادخانهی اولیاست ** دیدن ایشان شما را کیمیاست
- Elmas kılıç, velilerin silâh deposundandır. Onları görmek, size kimyadır.
-
جمله دانایان همین گفته همین ** هست دانا رحمة للعالمین
- Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: bilen âlemlere rahmettir.
-
گر اناری میخری خندان بخر ** تا دهد خنده ز دانهی او خبر
- Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi olduğunu haber versin.