- 
		    بود اندر منظره شه منتظر ** تا ببیند آن چه بنمودند سر
 
		    - Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دید شخصی فاضلی پر مایهای ** آفتابی در میان سایهای
 
		    - Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میرسید از دور مانند هلال ** نیست بود و هست بر شکل خیال
 
		    - Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان   70
 
		    - Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بر خیالی صلحشان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان
 
		    - Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست
 
		    - Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همیآمد پدید
 
		    - Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
 
		    - Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بیدوختن بر دوخته   75
 
		    - Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان
 
		    - Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
 
		    - Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بیادبی
 
		  - Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از خدا جوییم توفیق ادب ** بیادب محروم گشت از لطف رب
 
		    - Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بیادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
 
		    - Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید   80
 
		    - Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
 
		    - Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان
 
		    - Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق
 
		    - Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زلهها برداشتند
 
		    - Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین   85
 
		    - İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری
 
		    - Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
 
		    - O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات
 
		    - Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بیباکی و گستاخی است هم
 
		    - İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   هر که بیباکی کند در راه دوست ** ره زن مردان شد و نامرد اوست   90
 
		    - Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از ادب پر نور گشته است این فلک ** وز ادب معصوم و پاک آمد ملک
 
		    - Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بد ز گستاخی کسوف آفتاب ** شد عزازیلی ز جرات رد باب
 
		    - Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  ملاقات پادشاه با آن ولی که در خوابش نمودند
 
		  - Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دست بگشاد و کنارانش گرفت ** همچو عشق اندر دل و جانش گرفت
 
		    - Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دست و پیشانیش بوسیدن گرفت ** وز مقام و راه پرسیدن گرفت
 
		    - Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   پرس پرسان میکشیدش تا به صدر ** گفت گنجی یافتم آخر به صبر   95
 
		    - Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت ای نور حق و دفع حرج ** معنی الصبر مفتاح الفرج
 
		    - Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası,
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای لقای تو جواب هر سؤال ** مشکل از تو حل شود بیقیل و قال
 
		    - Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ترجمانی هر چه ما را در دل است ** دست گیری هر که پایش در گل است
 
		    - Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elinitutan sensin.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مرحبا یا مجتبی یا مرتضی ** إن تغب جاء القضاء ضاق الفضا
 
		    - Ey seçilmiş, ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   أنت مولی القوم من لا یشتهی ** قد ردی کلا لئن لم ینته   100
 
		    - Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  بردن پادشاه آن طبیب را بر سر بیمار تا حال او را ببیند
 
		  - Padişahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون گذشت آن مجلس و خوان کرم ** دست او بگرفت و برد اندر حرم
 
		    - O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    قصهی رنجور و رنجوری بخواند ** بعد از آن در پیش رنجورش نشاند
 
		    - Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    رنگ رو و نبض و قاروره بدید ** هم علاماتش هم اسبابش شنید
 
		    - Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının ârazını ve sebeplerini de dinledi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت هر دارو که ایشان کردهاند ** آن عمارت نیست ویران کردهاند
 
		    - Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   بیخبر بودند از حال درون ** أستعیذ الله مما یفترون   105
 
		    - Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.”
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دید رنج و کشف شد بر وی نهفت ** لیک پنهان کرد و با سلطان نگفت
 
		    - Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    رنجش از صفرا و از سودا نبود ** بوی هر هیزم پدید آید ز دود
 
		    - Hastalığı safra ve sevdadan değildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دید از زاریش کو زار دل است ** تن خوش است و او گرفتار دل است
 
		    - İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönle tutulmuştur.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عاشقی پیداست از زاری دل ** نیست بیماری چو بیماری دل
 
		    - Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   علت عاشق ز علتها جداست ** عشق اصطرلاب اسرار خداست   110
 
		    - Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عاشقی گر زین سر و گر ز ان سر است ** عاقبت ما را بدان سر رهبر است
 
		    - Âşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... Akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هر چه گویم عشق را شرح و بیان ** چون به عشق آیم خجل گردم از آن
 
		    - Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim... Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گر چه تفسیر زبان روشنگر است ** لیک عشق بیزبان روشنتر است
 
		    - Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون قلم اندر نوشتن میشتافت ** چون به عشق آمد قلم بر خود شکافت
 
		    - Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   عقل در شرحش چو خر در گل بخفت ** شرح عشق و عاشقی هم عشق گفت   115
 
		    - Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı, âşıklığı yine aşk şerh etti.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آفتاب آمد دلیل آفتاب ** گر دلیلت باید از وی رو متاب
 
		    - Güneşin vücuduna delil, yine güneştir. Sana delil lâzımsa güneşten yüz çevirme.