-
نقش جنسیت ندارد آب و نان ** ز اعتبار آخر آن را جنس دان
- Su ve ekmeğin sûreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil.
-
ور ز غیر جنس باشد ذوق ما ** آن مگر مانند باشد جنس را
- Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir.
-
آن که مانند است باشد عاریت ** عاریت باقی نماند عاقبت
- Cinse benzeyenden alınan zevk, dimî değildir. O zevk âriyettir. Âriyet nesne ise akıbet baki kalmaz.
-
مرغ را گر ذوق آید از صفیر ** چون که جنس خود نیابد شد نفیر 895
- Kuşa, ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider.
-
تشنه را گر ذوق آید از سراب ** چون رسد در وی گریزد جوید آب
- Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar.
-
مفلسان هم خوش شوند از زر قلب ** لیک آن رسوا شود در دار ضرب
- Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay olur.
-
تا زر اندودیت از ره نفگند ** تا خیال کژ ترا چه نفگند
- Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; bâtıl hayal seni kuyuya düşürmesin!
-
از کلیله باز جو آن قصه را ** و اندر آن قصه طلب کن حصه را
- Kelile’den bu hikâyeyi oku ve o kıssadan hisse almaya bak!
-
بیان توکل و ترک جهد گفتن نخجیران به شیر
- Av hayvanlarının aslana, tevekkül edip çalışmayı terk etmesini söylemeleri
-
طایفهی نخجیر در وادی خوش ** بودشان از شیر دایم کش مکش 900
- Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler.
-
بس که آن شیر از کمین درمیربود ** آن چرا بر جمله ناخوش گشته بود
- Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu.
-
حیله کردند آمدند ایشان بشیر ** کز وظیفه ما ترا داریم سیر
- Hileye başvurdular; aslanın huzuruna geldiler. “Biz sana gündelikle yiyecek verip doyuralım,
-
بعد از این اندر پی صیدی میا ** تا نگردد تلخ بر ما این گیا
- Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak, bize zehrolmasın” dediler.
-
جواب گفتن شیر نخجیران را و فایدهی جهد گفتن
- Aslanın av hayvanlarına cevap verip çalışmanın faydasını söylemesi
-
گفت آری گر وفا بینم نه مکر ** مکرها بس دیدهام از زید و بکر
- Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru. Ben şundan, bundan çok hileler görmüşümdür.
-
من هلاک فعل و مکر مردمم ** من گزیدهی زخم مار و کژدمم 905
- İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helâk olmuşum; o yılanlar, o akrepler tarafından çık ısırılmışım.
-
مردم نفس از درونم در کمین ** از همه مردم بتر در مکر و کین
- İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir.
-
گوش من لا یلدغ المؤمن شنید ** قول پیغمبر به جان و دل گزید
- Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamber’in sözünü canla, gönülle kabul etti.”
-
ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر جهد و اکتساب
- Av hayvanlarının tevekkülü çalışıp kazanmaya tercih eylemeleri
-
جمله گفتند ای حکیم با خبر ** الحذر دع لیس یغنی عن قدر
- Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakîm! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz.
-
در حذر شوریدن شور و شر است ** رو توکل کن توکل بهتر است
- Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir.
-
با قضا پنجه مزن ای تند و تیز ** تا نگیرد هم قضا با تو ستیز 910
- Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın.
-
مرده باید بود پیش حکم حق ** تا نیاید زخم از رب الفلق
- Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.”
-
ترجیح نهادن شیر جهد و اکتساب را بر توکل و تسلیم
- Aslanın çalışıp kazanmayı tevekküle, teslimiyete tercih etmesi
-
گفت آری گر توکل رهبر است ** این سبب هم سنت پیغمبر است
- Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
-
گفت پیغمبر به آواز بلند ** با توکل زانوی اشتر ببند
- Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi.
-
رمز الکاسب حبیب الله شنو ** از توکل در سبب کاهل مشو
- “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle: tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi.
-
ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر اجتهاد
- Av hayvanlarının tevekkülü çalışmaya tercih etmeleri
-
قوم گفتندش که کسب از ضعف خلق ** لقمهی تزویر دان بر قدر حلق 915
- Hayvanlar, ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır.
-
نیست کسبی از توکل خوبتر ** چیست از تسلیم خود محبوبتر
- Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakk’a teslim olmadan daha sevgili ne var?
-
بس گریزند از بلا سوی بلا ** بس جهند از مار سوی اژدها
- Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
-
حیله کرد انسان و حیلهش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
- İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
-
در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیلهی فرعون زین افسانه بود
- Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
-
صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او میجست اندر خانهاش 920
- O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi.
-
دیدهی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست
- Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
-
دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض
- Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
-
طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
- Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
-
چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
- Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
-
جانهای خلق پیش از دست و پا ** میپریدند از وفا اندر صفا 925
- Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
-
چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
- Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
-
ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله
- Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
-
آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
- Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
-
باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل
- Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
-
گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
- Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
-
پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام 930
- Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır.
-
پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ
- Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
-
خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بیزبان معلوم شد او را مراد
- Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
-
دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست
- Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
-
چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی
- Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
-
پس اشارتهای اسرارت دهد ** بار بر دارد ز تو کارت دهد 935
- Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder.
-
حاملی محمول گرداند ترا ** قابلی مقبول گرداند ترا
- Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
-
قابل امر ویی قایل شوی ** وصل جویی بعد از آن واصل شوی
- Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun.
-
سعی شکر نعمتش قدرت بود ** جبر تو انکار آن نعمت بود
- Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.
-
شکر قدرت قدرتت افزون کند ** جبر نعمت از کفت بیرون کند
- Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.
-
جبر تو خفتن بود در ره مخسب ** تا نبینی آن در و درگه مخسب 940
- Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma!
-
هان مخسب ای جبری بیاعتبار ** جز به زیر آن درخت میوهدار
- Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı ağacın altından gayrı bir yerde uyuma.