حیله کرد انسان و حیلهش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیلهی فرعون زین افسانه بود
Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او میجست اندر خانهاش920
O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi.
دیدهی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست
Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض
Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
جانهای خلق پیش از دست و پا ** میپریدند از وفا اندر صفا925
Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله
Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل
Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام930
Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır.
پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ
Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بیزبان معلوم شد او را مراد
Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست
Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی
Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
پس اشارتهای اسرارت دهد ** بار بر دارد ز تو کارت دهد935
Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder.
حاملی محمول گرداند ترا ** قابلی مقبول گرداند ترا
Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
قابل امر ویی قایل شوی ** وصل جویی بعد از آن واصل شوی
Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun.
سعی شکر نعمتش قدرت بود ** جبر تو انکار آن نعمت بود
Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.
شکر قدرت قدرتت افزون کند ** جبر نعمت از کفت بیرون کند
Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.
جبر تو خفتن بود در ره مخسب ** تا نبینی آن در و درگه مخسب940
Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma!
هان مخسب ای جبری بیاعتبار ** جز به زیر آن درخت میوهدار
Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı ağacın altından gayrı bir yerde uyuma.
تا که شاخ افشان کند هر لحظه باد ** بر سر خفته بریزد نقل و زاد
Ki rüzgâr her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün.
جبر و خفتن در میان ره زنان ** مرغ بیهنگام کی یابد امان
Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir. Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur?
ور اشارتهاش را بینی زنی ** مرد پنداری و چون بینی زنی
Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi sanıyorsun? Dikkat edersen anlarsın ki kadınsın!
این قدر عقلی که داری گم شود ** سر که عقل از وی بپرد دم شود945
Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa kuyruk kesilir!
ز آن که بیشکری بود شوم و شنار ** میبرد بیشکر را در قعر نار
Zira şükretmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni, tâ ateşin dibine kadar çeker götürür.
گر توکل میکنی در کار کن ** کشت کن پس تکیه بر جبار کن
Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Tanrı’ya dayan!”
باز ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر جهد
Av hayvanlarının tekrar tevekkülü çalışmaya tercih eylemeleri
جمله با وی بانگها برداشتند ** کان حریصان که سببها کاشتند
Hepsi ona bağırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler…”
صد هزار اندر هزار از مرد و زن ** پس چرا محروم ماندند از زمن
Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamane menfaatlerinden mahrum kaldılar?
صد هزاران قرن ز آغاز جهان ** همچو اژدرها گشاده صد دهان950
Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar;
مکرها کردند آن دانا گروه ** که ز بن بر کنده شد ز آن مکر کوه
O bilgili, idrakli kavimler hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile tâ dibinden kopar, yerinden ayrılırdı.
کرد وصف مکرهاشان ذو الجلال ** لتزول منه اقلال الجبال
Tanrı, onların hile ve tedbirlerini “O tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.
جز که آن قسمت که رفت اندر ازل ** روی ننمود از شکار و از عمل
(Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi…
جمله افتادند از تدبیر و کار ** ماند کار و حکمهای کردگار
Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı.
کسب جز نامی مدان ای نامدار ** جهد جز وهمی مپندار ای عیار955
Adı, sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.”
نگریستن عزراییل بر مردی و گریختن آن مرد در سرای سلیمان و تقریر ترجیح توکل بر جهد و قلت فایدهی جهد
Azrail’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı
زاد مردی چاشتگاهی در رسید ** در سرا عدل سلیمان در دوید
Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.
رویش از غم زرد و هر دو لب کبود ** پس سلیمان گفت ای خواجه چه بود
Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.
گفت عزراییل در من این چنین ** یک نظر انداخت پر از خشم و کین
O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
گفت هین اکنون چه میخواهی بخواه ** گفت فرما باد را ای جان پناه
Süleyman “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
تا مرا ز ینجا به هندستان برد ** بو که بنده کان طرف شد جان برد960
Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.”
نک ز درویشی گریزانند خلق ** لقمهی حرص و امل ز آنند خلق
İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
ترس درویشی مثال آن هراس ** حرص و کوشش را تو هندستان شناس
Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
باد را فرمود تا او را شتاب ** برد سوی قعر هندستان بر آب
Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
روز دیگر وقت دیوان و لقا ** پس سلیمان گفت عزراییل را
Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
کان مسلمان را بخشم از چه چنان ** بنگریدی تا شد آواره ز خان965
Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın?