-
میشمارم برگهای باغ را ** میشمارم بانگ کبک و زاغ را
- Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
-
در شمار اندر نیاید لیک من ** میشمارم بهر رشد ممتحن
- Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
-
نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری
- Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
-
لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر 1710
- Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
-
تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
- Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
-
طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری
- Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
-
و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
- Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
-
گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بیچاره را
- Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
-
اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد 1715
- Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.
-
گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
- Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
-
لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بیمثال
- Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
-
ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است
- Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
-
شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست
- Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
-
انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان
- Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
-
دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همیگفت ای خدا و ای اله 1720
- Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah!
-
تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت
- Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
-
جامهات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم
- Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
-
دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت
- Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
-
ای فدای تو همه بزهای من ** ای به یادت هیهی و هیهای من
- Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Allah’ım!”
-
این نمط بیهوده میگفت آن شبان ** گفت موسی با کی است این ای فلان 1725
- O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu.
-
گفت با آن کس که ما را آفرید ** این زمین و چرخ از او آمد پدید
- Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
-
گفت موسی های خیرهسر شدی ** خود مسلمان ناشده کافر شدی
- Musa dedi ki: “ Vah, vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
-
این چه ژاژست و چه کفر است و فشار ** پنبهای اندر دهان خود فشار
- Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka.
-
گند کفر تو جهان را گنده کرد ** کفر تو دیبای دین را ژنده کرد
- Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.
-
چارق و پا تابه لایق مر تراست ** آفتابی را چنینها کی رواست 1730
- Çarık, dolak, ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var?
-
گر نبندی زین سخن تو حلق را ** آتشی آید بسوزد خلق را
- Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar.
-
آتشی گر نامده ست این دود چیست ** جان سیه گشته روان مردود چیست
- Zaten ateş gelmedi de bu duman ne? Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı?
-
گر همیدانی که یزدان داور است ** ژاژ و گستاخی ترا چون باور است
- Allah’ın her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun?
-
دوستی بیخرد خود دشمنی است ** حق تعالی زین چنین خدمت غنی است
- Akılsız dost, zaten düşmandır. Ulu Allah, bu çeşit hizmetlerden ganidir.
-
با که میگویی تو این با عم و خال ** جسم و حاجت در صفات ذو الجلال 1735
- Sen bunları kime söylüyorsun. Amcana, dayına mı? Allah sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı?
-
شیر او نوشد که در نشو و نماست ** چارق او پوشد که او محتاج پاست
- Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.
-
ور برای بندهش است این گفتوگو ** آن که حق گفت او من است و من خود او
- Eğer bu dedikodu, kulu içinse… Allah, onun hakkında da “ O, benim” dedi. Yine beyhude ve bâtıl.
-
آن که گفت انی مرضت لم تعد ** من شدم رنجور او تنها نشد
- Allah, onun hakkında, “ Hastalandım da yine halimi hatırımı sormadın? Yalnız o hastalanmadı, ben de hasta oldum” demiştir.
-
آن که بییسمع و بییبصر شده ست ** در حق آن بنده این هم بیهده ست
- Bu çeşit sözler, “ Benimle duyar, benimle görür” haki katına erişen kişi içinde bâtıldır.
-
بیادب گفتن سخن با خاص حق ** دل بمیراند سیه دارد ورق 1740
- Allah haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hale koyar.
-
گر تو مردی را بخوانی فاطمه ** گر چه یک جنسند مرد و زن همه
- Sen bir erkeğe Fatma desen; erkekle kadın, hep bir cinsten olmakla beraber,
-
قصد خون تو کند تا ممکن است ** گر چه خوش خو و حلیم و ساکن است
- İmkân bulursa kanına kasteder, isterse haddi zatında halîm ve mülâyim olsun!
-
فاطمه مدح است در حق زنان ** مرد را گویی بود زخم سنان
- Fatma sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi tesir eder.
-
دست و پا در حق ما استایش است ** در حق پاکی حق آلایش است
- El ayak. Bizim için övünç vesilesidir; fakat Allah’ın arılığına nispetle kusur.
-
لم یلد لم یولد او را لایق است ** والد و مولود را او خالق است 1745
- “ Doğmaz, doğurmaz” vasfı ona lâyıktır. Babayı da halk eden o, oğlu da.
-
هر چه جسم آمد ولادت وصف اوست ** هر چه مولود است او زین سوی جوست
- Doğma, cisim olanın vasfıdır. Doğan, ırmağın bu yüzüne mensuptur.
-
ز انکه از کون و فساد است و مهین ** حادث است و محدثی خواهد یقین
- Çünkü doğan, Kevnü Fesat âlemindendir, aşağılıktır, sonradan olmadır. Elbette onu bir meydana getiren lâzım.”
-
گفت ای موسی دهانم دوختی ** و ز پشیمانی تو جانم سوختی
- Çoban, “ Ya Musa ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın” dedi;
-
جامه را بدرید و آهی کرد تفت ** سر نهاد اندر بیابانی و رفت
- Elbisesini yırtıp yana, yana bir ah çekti, başını alıp çöle doğru yola düştü.
-
عتاب کردن حق تعالی با موسی علیه السلام از بهر آن شبان
- Ulu Allah’ın Musa’ya çoban yüzünden darılması
-
وحی آمد سوی موسی از خدا ** بندهی ما را ز ما کردی جدا 1750
- Musa’ya Allah’tan şöyle vahiy geldi: “ Kulumuzu bizden ayırdın.
-
تو برای وصل کردن آمدی ** نی برای فصل کردن آمدی
- Sen ulaştırmaya mı geldin, yoksa ayırmaya mı?
-
تا توانی پا منه اندر فراق ** أبغض الأشیاء عندی الطلاق
- Kaadir oldukça ayrılığa ayak basma. Bence en hoşlanılmayan şey ayrılıktır.
-
هر کسی را سیرتی بنهادهام ** هر کسی را اصطلاحی دادهام
- Ben, herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim.
-
در حق او مدح و در حق تو ذم ** در حق او شهد و در حق تو سم
- Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir!
-
ما بری از پاک و ناپاکی همه ** از گران جانی و چالاکی همه 1755
- Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. Ağırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de!
-
من نکردم امر تا سودی کنم ** بلکه تا بر بندگان جودی کنم
- Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil, kullara ihsanlarda bulunayım diye.