English    Türkçe    فارسی   

2
1833-1882

  • مرد خود زر می‏دهد حجام را ** می‏نوازد نیش خون آشام را
  • Hâlbuki adam, hacamatçıya para verir, kan içen hançere iltifatlarda bulunur.
  • می‏دود حمال زی بار گران ** می‏رباید بار را از دیگران‏
  • Hamal ağır yükün altına koşar, yükü, başkalarından kapar.
  • جنگ حمالان برای بار بین ** این چنین است اجتهاد کار بین‏ 1835
  • Yük için hamalların savaşlarına bak. Din işinde çalışma da böyledir.
  • چون گرانیها اساس راحت است ** تلخها هم پیشوای نعمت است‏
  • Rahatın aslı zahmet olduğu gibi acılıklar da nimetin önüdür.
  • حفت الجنة بمکروهاتنا ** حفت النیران من شهواتنا
  • Cennet, hoşumuza gitmeyen şeylerle kaplanmış, cehennem de zevkimize giden şeylerle dolmuştur.
  • تخم مایه‏ی آتشت شاخ تر است ** سوخته‏ی آتش قرین کوثر است‏
  • Ateşin aslı yaş ağaç olduğu gibi ateşe yanan da Kevser’e ulaşmıştır.
  • هر که در زندان قرین محنتی است ** آن جزای لقمه‏ای و شهوتی است‏
  • Zindan da mihnetlere düşen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden düşmüştür.
  • هر که در قصری قرین دولتی است ** آن جزای کارزار و محنتی است‏ 1840
  • Bir köşkte devlete erişen de bir savaş, bir mihnet karşılığı olarak o devleti bulmuştur.
  • هر که را دیدی به زر و سیم فرد ** دان که اندر کسب کردن صبر کرد
  • Kimi altına, gümüşe sahip olmuş, zenginlikte naziri olmayan bir dereceye erişmiş görürsen, bil ki o, kazanma zahmetine sabretmiştir.
  • بی‏سبب بیند چو دیده شد گذار ** تو که در حسی سبب را گوش دار
  • Gözü açık olan bunları sebepsiz, Allah hikmeti olarak görür. Fakat mademki sen duygu âlemindesin, sebeplere kulak as!
  • آن که بیرون از طبایع جان اوست ** منصب خرق سببها آن اوست‏
  • Sebeplere yapışmamak, onları görmemek makamı; ruhu tabayi âleminden kurtulmuş olanındır.
  • بی‏سبب بیند نه از آب و گیا ** چشم چشمه‏ی معجزات انبیا
  • Bu çeşit adam, peygamberlerin mucizeleri çeşmesini sebepsiz görür. Onları, sudan, ottan meydana geliyor bilmez.
  • این سبب همچون طبیب است و علیل ** این سبب همچون چراغ است و فتیل‏ 1845
  • Bu sebep, doktorla hasta, kandille fitil gibidir.
  • شب چراغت را فتیل نو بتاب ** پاک دان زینها چراغ آفتاب‏
  • Gece kandiline yeni bir fitil bük, fakat güneş kandilini bunlara muhtaç sanma.
  • رو تو کهگل ساز بهر سقف خان ** سقف گردون را ز کهگل پاک دان‏
  • Yürü, aşevinin damı için samanlı balçık hazırla. Fakat bil ki kâinatın damı, buna muhtaç değil.
  • اه که چون دل دار ما غم سوز شد ** خلوت شب در گذشت و روز شد
  • Ah. Sevgilimiz, gamımızı yakıp mahvedince gece yalnızlığı bile geçti, gündüz oldu.
  • جز به شب جلوه نباشد ماه را ** جز به درد دل مجو دل خواه را
  • Ay, ancak geceleyin cilve eder. Gönlün istediği sevgiliyi gönül derdinden başka bir şey de arama.
  • ترک عیسی کرده خر پرورده‏ای ** لاجرم چون خر برون پرده‏ای‏ 1850
  • Fakat sen, İsa’yı bıraktın da eşeği besledin. Hulâsa eşek gibi perdenin ardında kaldın gitti!
  • طالع عیسی است علم و معرفت ** طالع خر نیست ای تو خر صفت‏
  • Bilgi ve irfan, İsa’nın talihidir, ey eşek sıfatlı, eşeğin talihi değil!
  • ناله‏ی خر بشنوی رحم آیدت ** پس ندانی خر خری فرمایدت‏
  • Eşeğin anırmasını duyar, acırsın. Hâlbuki bilmezsin ki eşek, sana eşeklik telkin ediyor.
  • رحم بر عیسی کن و بر خر مکن ** طبع را بر عقل خود سرور مکن‏
  • İsa’ya acı, eşeğe değil. Tabiatı aklına baş etme.
  • طبع را هل تا بگرید زار زار ** تو از او بستان و وام جان گزار
  • Bırak tabiatını, ağlaya dursun. Sen, ondan al, canın borcunu öde!
  • سالها خربنده بودی بس بود ** ز انکه خربنده ز خر واپس بود 1855
  • Yeter artık yıllarca eşeğe kul oldun. Çünkü eşeğe kul olan, eşeğin ardından gider. “Onları artta bırakın”dan murat nefsindir.
  • ز اخروهن مرادش نفس تست ** کاو به آخر باید و عقلت نخست‏
  • Nefis geride, aklın ilerde gerek.
  • هم مزاج خر شده ست این عقل پست ** فکرش این که چون علف آرم بدست‏
  • Ama bu aşağılık akıl da eşekle aynı mizaçta. Çünkü bütün fikri onu nasıl elde ederimden ibaret.
  • آن خر عیسی مزاج دل گرفت ** در مقام عاقلان منزل گرفت‏
  • İsa’nın eşeği gönül mizacına malik olmuş, akıllar makamında yer tutmuştur.
  • ز انکه غالب عقل بود و خر ضعیف ** از سوار زفت گردد خر نحیف‏
  • Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı. Eşek, şişman ve kuvvetli biniciden zayıflar.
  • و ز ضعیفی عقل تو ای خر بها ** این خر پژمرده گشته ست اژدها 1860
  • Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek, ejderhalaştı.
  • گر ز عیسی گشته‏ای رنجور دل ** هم از او صحت رسد او را مهل‏
  • Gönlün İsa’dan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.
  • چونی ای عیسای عیسی دم ز رنج ** که نبود اندر جهان بی‏مار گنج‏
  • Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz, eziyetlerle nasılsın?
  • چونی ای عیسی ز دیدار جهود ** چونی ای یوسف ز مکار حسود
  • İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler elinde ne olur?
  • تو شب و روز از پی این قوم غمر ** چون شب و روزی مدد بخشای عمر
  • Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
  • چونی از صفراییان بی‏هنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر 1865
  • Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı.
  • تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق‏
  • Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
  • تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین‏
  • Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
  • سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
  • Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
  • این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
  • Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
  • آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز 1870
  • Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.
  • ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب‏
  • Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
  • کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
  • Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
  • تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
  • Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
  • عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
  • Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
  • ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا 1875
  • Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!
  • ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
  • Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
  • گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
  • Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
  • رنجانیدن امیری خفته‏ای را که مار در دهانش رفته بود
  • Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
  • عاقلی بر اسب می‏آمد سوار ** در دهان خفته‏ای می‏رفت مار
  • Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
  • آن سوار آن را بدید و می‏شتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت‏
  • Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
  • چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد 1880
  • Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.
  • برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت‏
  • O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
  • سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته‏
  • Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.