-
دفعشان کرد و به سوی غزو تاخت ** با دغایان از دغا نردی بباخت 2865
- Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu.
-
چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعدهی ماضی زدند
- Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.
-
گفت حقش ای پیمبر فاش گو ** غدر را ور جنگ باشد باش گو
- Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi.
-
گفت ای قوم دغل خامش کنید ** تا نگویم رازهاتان تن زنید
- Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim, susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
-
چون نشانی چند از اسرارشان ** در بیان آورد بد شد کارشان
- Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
-
قاصدان زو باز گشتند آن زمان ** حاش لله حاش لله دم زنان 2870
- Münafıkların elçileri, hemen “Hâşa, hâşa” demeğe başladılar.
-
هر منافق مصحفی زیر بغل ** سوی پیغمبر بیاورد از دغل
- Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygamber’e koştu;
-
بهر سوگندان که ایمان جنتی است ** ز انکه سوگندان کژان را سنتی است
- Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir.
-
چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
- Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.
-
راستان را حاجت سوگند نیست ** ز انکه ایشان را دو چشم روشنی است
- Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.
-
نقض میثاق و عهود از احمقی است ** حفظ ایمان و وفا کار تقی است 2875
- Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir.
-
گفت پیغمبر که سوگند شما ** راست گیرم یا که سوگند خدا
- Peygamber dedi ki : “Sizin yemininize mi inanayım, Allah’ın yeminine mi?”
-
باز سوگند دگر خوردند قوم ** مصحف اندر دست و بر لب مهر صوم
- Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının orucuyla yemin etmeye giriştiler.
-
که به حق این کلام پاک راست ** کان بنای مسجد از بهر خداست
- “Bu doğru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.
-
اندر آن جا هیچ مکر و حیله نیست ** اندر آن جا ذکر و صدق و یا ربی است
- Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’yı anacak, doğru bir yürekle Allah’ya ibadet edeceğiz” dediler.
-
گفت پیغمبر که آواز خدا ** میرسد در گوش من همچون صدا 2880
- Peygamber dedi ki: “Allah’ın sesi, kulağına diğer sesler gibi gelmekte.
-
مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق
- Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
-
نک صریح آواز حق میآیدم ** همچو صاف از درد میپالایدم
- İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
-
همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت
- Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
-
از درخت إنی أنا الله میشنید ** با کلام انوار میآمد پدید
- “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
-
چون ز نور وحی در میماندند ** باز نو سوگندها میخواندند 2885
- Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular.
-
چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
- Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
-
باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح
- Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
-
اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمیکند
- Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
-
تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول
- Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
-
که چنین پیران با شیب و وقار ** میکندشان این پیمبر شرمسار
- Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
-
کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا 2890
- Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?
-
باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
- Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
-
شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق
- Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
-
باز میزارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
- Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
-
دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم
- Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
-
اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود 2895
- Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü.
-
سنگهاش اندر حدث جای تباه ** میدمید از سنگها دود سیاه
- Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
-
دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست
- Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
-
در زمان در رو فتاد و میگریست ** کای خدا اینها نشان منکری است
- Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
-
خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
- Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
-
گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز 2900
- Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır.
-
هر یکی از یکدیگر بیمغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
- Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
-
صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
- Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
-
همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبهای کردند حق آتش زدش
- Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
-
قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام
- Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
-
مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
- Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.
-
هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن
- Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
-
واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک
- Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
-
لیک میترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان
- Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
-
شرع بیتقلید میپذرفتهاند ** بیمحک آن نقد را بگرفتهاند
- Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
-
حکمت قرآن چو ضالهی مومن است ** هر کسی در ضالهی خود موقن است 2910
- Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
-
قصهی آن شخص که اشتر ضالهی خود میجست و میپرسید
- Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
-
اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست
- Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
-
ضاله چه بود ناقهای گم کردهای ** از کفت بگریخته در پردهای
- Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
-
آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان
- Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
-
میدوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب
- Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.