-
هست قرآن مر تو را همچون عصا ** کفرها را در کشد چون اژدها
- Kur’an’ın, Musa’nın asâsına benzer küfürleri ejderha gibi sömürüp yutar.
-
تو اگر در زیر خاکی خفتهای ** چون عصایش دان تو آنچ گفتهای 1210
- Sen, toprak altında uyursun ama o tertemiz söz asa gibi her şeye agâhtır.
-
قاصدان را بر عصایش دست نی ** تو بخسپ ای شه مبارک خفتنی
- Kast edenlerin elleri o asaya ulaşamaz. Uyu ey padişah, uyu… Uykun mübarek olsun!
-
تن بخفته نور تو بر آسمان ** بهر پیکار تو زه کرده کمان
- Bedenin uyur ama nurun göklere ağar, düşmanlarını kahretmek için okunu kur, yayını ger.
-
فلسفی و آنچ پوزش میکند ** قوس نورت تیردوزش میکند
- Felsefeci, aleyhine söylenmeye yeltenir ama nurunun oku ağzını oklar, onu susturur.”
-
آنچنان کرد و از آن افزون که گفت ** او بخفت و بخت و اقبالش نخفت
- Hakikaten de öyle oldu, hatta bu vaatten de üstün şeyler vücuda geldi. O uyudu, fakat bahtı, ikbali uyumadı.
-
جان بابا چونک ساحر خواب شد ** کار او بی رونق و بیتاب شد 1215
- Babalarının canı yavrularım, sihirbaz uyudu mu işinin parlaklığı gider, sihrinin tesiri kalmaz.”
-
هر دو بوسیدند گورش را و تفت ** تا بمصر از بهر آن پیگار زفت
- Bu sözleri duyup uyandılar, ikisi de kabri öpüp o ulu savaş için Mısır’a hareket ettiler.
-
چون به مصر از بهر آن کار آمدند ** طالب موسی و خانهی او شدند
- Mısır’a varınca Musa’yı, Musa’nın evini aramaya başladılar.
-
اتفاق افتاد کان روز ورود ** موسی اندر زیر نخلی خفته بود
- Onların Mısır’a geldikleri gün de Musa, tesadüfen bir hurma ağacının altında uyumaktaydı.
-
پس نشان دادندشان مردم بدو ** که برو آن سوی نخلستان بجو
- Sordukları adamlar onlara “Varın hurmalıkta arayın” dediler.
-
چون بیامد دید در خرمابنان ** خفتهای که بود بیدار جهان 1220
- Hurmalığa geldikleri zaman bir de baktılar ki hurma fidanlarının dibinde bir uyuyan var, fakat cihanın uyanığı!
-
بهر نازش بسته او دو چشم سر ** عرش و فرشش جمله در زیر نظر
- Naz ederek baş gözlerini yummuş ama arş da gözlerinin önünde, ferş de!
-
ای بسا بیدارچشم و خفتهدل ** خود چه بیند دید اهل آب و گل
- Gözleri açık, fakat gönlü uykuda nice adamlar var… Zaten su ve toprak ehli olanın gözü ne görebilir ki?
-
آنک دل بیدار دارد چشم سر ** گر بخسپد بر گشاید صد بصر
- Fakat gönlü uyanık olanın baş gözü uyusa bile gönlünde yüzlerce göz açılır.
-
گر تو اهل دل نهای بیدار باش ** طالب دل باش و در پیکار باش
- Gönül ehli değilsen uyanık ol, uyuma. Bir gönül iste, mücadeleye giriş.
-
ور دلت بیدار شد میخسپ خوش ** نیست غایب ناظرت از هفت و شش 1225
- Gönlün uyandı mı güzelce uyu. Gayri gözünden ne yedi kat gök kaybolur, ne altı cihet!
-
گفت پیغامبر که خسپد چشم من ** لیک کی خسپد دلم اندر وسن
- Peygamber, “Gözüm uyur ama kalbim nasıl uyur, buna imkân mı var?” dedi.
-
شاه بیدارست حارس خفته گیر ** جان فدای خفتگان دلبصیر
- Bekçi farz et ki uyumuş fakat padişah uyanık ya. Gönül gözleri açık olduğu halde uyuyanlara can feda!
-
وصف بیداری دل ای معنوی ** در نگنجد در هزاران مثنوی
- Ey manevi er, gönül uyanıklığını anlatmaya kalkışsam binlerce Mesnevi’ye sığmaz.
-
چون بدیدندش که خفتست او دراز ** بهر دزدی عصا کردند ساز
- Sihirbazlar, Musa’yı sırt üstü yatmış görünce asayı çalmaya kalkıştılar.
-
ساحران قصد عصا کردند زود ** کز پسش باید شدن وانگه ربود 1230
- Hemencecik asayı çalmak için Musa’nın ardından gidecekler, sopayı kapıvereceklerdi.
-
اندکی چون پیشتر کردند ساز ** اندر آمد آن عصا در اهتزاز
- Onlar, azıcık yürüyüp bu işe niyetlenir niyetlenmez asa titremeye başladı.
-
آنچنان بر خود بلرزید آن عصا ** کان دو بر جا خشک گشتند از وجا
- Öyle bir titremeye başladı ki her ikisi de korkudan yerlerinde katılıp kaldılar.
-
بعد از آن شد اژدها و حمله کرد ** هر دوان بگریختند و رویزرد
- Sonra asa ejderha oldu, onlara saldırdı. İkisi de sapsarı kesilip kaçmaya başladılar.
-
رو در افتادن گرفتند از نهیب ** غلط غلطان منهزم در هر نشیب
- Korkudan her inişte sendeleyip yuvarlanarak yüz üstü düşüyorlar, kalkıp yine kaçmaya çalışıyorlardı.
-
پس یقینشان شد که هست از آسمان ** زانک میدیدند حد ساحران 1235
- Katiyetle anladılar ki bu iş Allah işi, sihirbazların harcı değil bu!
-
بعد از آن اطلاق و تبشان شد پدید ** کارشان تا نزع و جان کندن رسید
- Korkularından âdeta sıtmaya, hummaya tutulmuş gibi titriyorlardı; ölüm haline gelmişlerdi.
-
پس فرستادند مردی در زمان ** سوی موسی از برای عذر آن
- Yaptıkları işten dolayı özür dilemek üzere Musa’ya bir adam gönderdiler.
-
کامتحان کردیم و ما را کی رسد ** امتحان تو اگر نبود حسد
- “Evvelce sana hased ediyor, seni kıskanıyorduk, o yüzden sınadık, yoksa seni sınamak kimin haddine düşmüş?
-
مجرم شاهیم ما را عفو خواه ** ای تو خاص الخاص درگاه اله
- Sen bir Padişahsın, senin yanında biz mücrimiz, bizi affet ey Allah dergâhı haslarının hası! Diye ricada bulundular.
-
عفو کرد و در زمان نیکو شدند ** پیش موسی بر زمین سر میزدند 1240
- Musa onları affetti, derhal iyileştiler, sıhhat buldular, Musa’nın önünde yere secde ettiler.
-
گفت موسی عفو کردم ای کرام ** گشت بر دوزخ تن و جانتان حرام
- Musa dedi ki: “Ey ulular, sizi affettim. Cehennem teninize haram oldu, canınıza da.
-
من شما را خود ندیدم ای دو یار ** اعجمی سازید خود را ز اعتذار
- Ey dostlar, ben sizi görmemiş olayım, siz de beni görmemiş gibi davranın.
-
همچنان بیگانهشکل و آشنا ** در نبرد آیید بهر پادشا
- Kalben âşina, fakat zahiren yabancı bir halde padişahın huzuruna benimle savaşmaya gelin!”
-
پس زمین را بوسه دادند و شدند ** انتظار وقت و فرصت میبدند
- Bunun üzerine sihirbazlar yeri öpüp gittiler, çağırıldıkları zamanı ve fırsat vaktini gözetmeye koyuldular.
-
جمع آمدن ساحران از مداین پیش فرعون و تشریفها یافتن و دست بر سینه زدن در قهر خصم او کی این بر ما نویس
- Sihirbazların şehirlerden toplanıp Firavunun huzuruna gelmeleri, ihsanlara nail olmaları, ellerini göğüslerine koyup düşmanını kahredeceklerine dair söz vermeleri
-
تا بفرعون آمدند آن ساحران ** دادشان تشریفهای بس گران 1245
- Sihirbazlar Firavunun huzuruna geldiler. Firavun onlara birçok ihsanlarda bulundu, elbiseler verdi.
-
وعدههاشان کرد و پیشین هم بداد ** بندگان و اسپان و نقد و جنس و زاد
- Onlara daha bir hayli ihsanlarda bulunacağına dair vaatlerde bulundu, önceden de kullar, atlar, ağır ve değerli şeyler, yiyecek ve içecek verdi.
-
بعد از آن میگفت هین ای سابقان ** گر فزون آیید اندر امتحان
- Ondan sonra: “Ey devletimle ileri giden kişiler, imtihanda galip gelirseniz,
-
برفشانم بر شما چندان عطا ** که بدرد پردهی جود و سخا
- Size o derecede ihsanlarda bulunacağım ki cömertlik de utanacak” dedi.
-
پس بگفتندش به اقبال تو شاه ** غالب آییم و شود کارش تباه
- Sihirbazlar da cevaben dediler ki: “Padişahın sayesinde galebe edeceğiz, düşmanın bitik bir hale gelecek.
-
ما درین فن صفدریم و پهلوان ** کس ندارد پای ما اندر جهان 1250
- Biz bu fende saflar bozan yiğitleriz. Âlemde kimse bizimle başa çıkamaz.”
-
ذکر موسی بند خاطرها شدست ** کین حکایتهاست که پیشین بدست
- Musa’nın anılışı, hatırları oraya bağlıyor, bu hikâyeler evvelce olup biten şeylere aittir zannını veriyor.
-
ذکر موسی بهر روپوشست لیک ** نور موسی نقد تست ای مرد نیک
- Hâlbuki Musa’yı anmamız işi gizlemek için. Yoksa Musa’nın nuru, ey iyi adam, senin bugün elinde.
-
موسی و فرعون در هستی تست ** باید این دو خصم را در خویش جست
- Musa da sende, Firavun da. Bu iki düşmanı da kendinde ara sen.
-
تا قیامت هست از موسی نتاج ** نور دیگر نیست دیگر شد سراج
- Musa, kıyamete kadar vardır. Nuru hep o nurdur, başka nur değil… Değişen yalnız kandildir.
-
این سفال و این پلیته دیگرست ** لیک نورش نیست دیگر زان سرست 1255
- Bu kandille fitil başka, fakat nuru başka nur değil, hep o âlemden.
-
گر نظر در شیشه داری گم شوی ** زانک از شیشهست اعداد دوی
- Kandile bakarsan kayboldun gitti. Çünkü ikilik ve sayıya sığış, kandile göredir.
-
ور نظر بر نور داری وا رهی ** از دوی واعداد جسم منتهی
- Fakat nura baktın mı ikilikten de, önü, sonu bulunan cisim âleminin sayısından da kurtulursun.
-
از نظرگاهست ای مغز وجود ** اختلاف مومن و گبر و جهود
- Ey varlık hulâsası, müminle Mecusi ve Yahudi’nin birbirlerine aykırılığı, hep bakış, görüş yüzündendir.
-
اختلاف کردن در چگونگی و شکل پیل
- Filin, nasıl bir hayvan olduğu ve şekli hususunda ihtilâf