-
مجرم شاهیم ما را عفو خواه ** ای تو خاص الخاص درگاه اله
- Sen bir Padişahsın, senin yanında biz mücrimiz, bizi affet ey Allah dergâhı haslarının hası! Diye ricada bulundular.
-
عفو کرد و در زمان نیکو شدند ** پیش موسی بر زمین سر میزدند 1240
- Musa onları affetti, derhal iyileştiler, sıhhat buldular, Musa’nın önünde yere secde ettiler.
-
گفت موسی عفو کردم ای کرام ** گشت بر دوزخ تن و جانتان حرام
- Musa dedi ki: “Ey ulular, sizi affettim. Cehennem teninize haram oldu, canınıza da.
-
من شما را خود ندیدم ای دو یار ** اعجمی سازید خود را ز اعتذار
- Ey dostlar, ben sizi görmemiş olayım, siz de beni görmemiş gibi davranın.
-
همچنان بیگانهشکل و آشنا ** در نبرد آیید بهر پادشا
- Kalben âşina, fakat zahiren yabancı bir halde padişahın huzuruna benimle savaşmaya gelin!”
-
پس زمین را بوسه دادند و شدند ** انتظار وقت و فرصت میبدند
- Bunun üzerine sihirbazlar yeri öpüp gittiler, çağırıldıkları zamanı ve fırsat vaktini gözetmeye koyuldular.
-
جمع آمدن ساحران از مداین پیش فرعون و تشریفها یافتن و دست بر سینه زدن در قهر خصم او کی این بر ما نویس
- Sihirbazların şehirlerden toplanıp Firavunun huzuruna gelmeleri, ihsanlara nail olmaları, ellerini göğüslerine koyup düşmanını kahredeceklerine dair söz vermeleri
-
تا بفرعون آمدند آن ساحران ** دادشان تشریفهای بس گران 1245
- Sihirbazlar Firavunun huzuruna geldiler. Firavun onlara birçok ihsanlarda bulundu, elbiseler verdi.
-
وعدههاشان کرد و پیشین هم بداد ** بندگان و اسپان و نقد و جنس و زاد
- Onlara daha bir hayli ihsanlarda bulunacağına dair vaatlerde bulundu, önceden de kullar, atlar, ağır ve değerli şeyler, yiyecek ve içecek verdi.
-
بعد از آن میگفت هین ای سابقان ** گر فزون آیید اندر امتحان
- Ondan sonra: “Ey devletimle ileri giden kişiler, imtihanda galip gelirseniz,
-
برفشانم بر شما چندان عطا ** که بدرد پردهی جود و سخا
- Size o derecede ihsanlarda bulunacağım ki cömertlik de utanacak” dedi.
-
پس بگفتندش به اقبال تو شاه ** غالب آییم و شود کارش تباه
- Sihirbazlar da cevaben dediler ki: “Padişahın sayesinde galebe edeceğiz, düşmanın bitik bir hale gelecek.
-
ما درین فن صفدریم و پهلوان ** کس ندارد پای ما اندر جهان 1250
- Biz bu fende saflar bozan yiğitleriz. Âlemde kimse bizimle başa çıkamaz.”
-
ذکر موسی بند خاطرها شدست ** کین حکایتهاست که پیشین بدست
- Musa’nın anılışı, hatırları oraya bağlıyor, bu hikâyeler evvelce olup biten şeylere aittir zannını veriyor.
-
ذکر موسی بهر روپوشست لیک ** نور موسی نقد تست ای مرد نیک
- Hâlbuki Musa’yı anmamız işi gizlemek için. Yoksa Musa’nın nuru, ey iyi adam, senin bugün elinde.
-
موسی و فرعون در هستی تست ** باید این دو خصم را در خویش جست
- Musa da sende, Firavun da. Bu iki düşmanı da kendinde ara sen.
-
تا قیامت هست از موسی نتاج ** نور دیگر نیست دیگر شد سراج
- Musa, kıyamete kadar vardır. Nuru hep o nurdur, başka nur değil… Değişen yalnız kandildir.
-
این سفال و این پلیته دیگرست ** لیک نورش نیست دیگر زان سرست 1255
- Bu kandille fitil başka, fakat nuru başka nur değil, hep o âlemden.
-
گر نظر در شیشه داری گم شوی ** زانک از شیشهست اعداد دوی
- Kandile bakarsan kayboldun gitti. Çünkü ikilik ve sayıya sığış, kandile göredir.
-
ور نظر بر نور داری وا رهی ** از دوی واعداد جسم منتهی
- Fakat nura baktın mı ikilikten de, önü, sonu bulunan cisim âleminin sayısından da kurtulursun.
-
از نظرگاهست ای مغز وجود ** اختلاف مومن و گبر و جهود
- Ey varlık hulâsası, müminle Mecusi ve Yahudi’nin birbirlerine aykırılığı, hep bakış, görüş yüzündendir.
-
اختلاف کردن در چگونگی و شکل پیل
- Filin, nasıl bir hayvan olduğu ve şekli hususunda ihtilâf
-
پیل اندر خانهی تاریک بود ** عرضه را آورده بودندش هنود
- Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler.
-
از برای دیدنش مردم بسی ** اندر آن ظلمت همیشد هر کسی 1260
- Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı.
-
دیدنش با چشم چون ممکن نبود ** اندر آن تاریکیش کف میبسود
- Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar.
-
آن یکی را کف به خرطوم اوفتاد ** گفت همچون ناودانست این نهاد
- Birisi eline hortumunu geçirdi, “Fil bir oluğa benzer” dedi.
-
آن یکی را دست بر گوشش رسید ** آن برو چون بادبیزن شد پدید
- Başka birinin eline kulağı geçti, “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi.
-
آن یکی را کف چو بر پایش بسود ** گفت شکل پیل دیدم چون عمود
- Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.”
-
آن یکی بر پشت او بنهاد دست ** گفت خود این پیل چون تختی بدست 1265
- Bir başkası da sırtını ellemişti, “Fil bir taht gibidir é dedi.
-
همچنین هر یک به جزوی که رسید ** فهم آن میکرد هر جا میشنید
- Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu.
-
از نظرگه گفتشان شد مختلف ** آن یکی دالش لقب داد این الف
- Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif.
-
در کف هر کس اگر شمعی بدی ** اختلاف از گفتشان بیرون شدی
- Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı.
-
چشم حس همچون کف دستست و بس ** نیست کف را بر همهی او دسترس
- Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer, avuç bütün fili birden elleyemez ki!
-
چشم دریا دیگرست و کف دگر ** کف بهل وز دیدهی دریا نگر 1270
- Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen.
-
جنبش کفها ز دریا روز و شب ** کف همیبینی و دریا نه عجب
- Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir. Fakat sen ne şaşılacak şey, köpüğü görüyorsun da denizi göremiyorsun!
-
ما چو کشتیها بهم بر میزنیم ** تیرهچشمیم و در آب روشنیم
- Biz, gemilere benziyoruz. Aydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz.
-
ای تو در کشتی تن رفته به خواب ** آب را دیدی نگر در آب آب
- Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam, denizi gördün ama asıl denizin denizine bak!
-
آب را آبیست کو میراندش ** روح را روحیست کو میخواندش
- Denizin de bir denizi var, onu sürüp duruyor. Ruhun da bir ruhu var, onu istediği tarafa çeker çevirir?
-
موسی و عیسی کجا بد کفتاب ** کشت موجودات را میداد آب 1275
- Güneş, bütün varlık ekinini suladığı vakit Musa neredeydi, İsa nerde?
-
آدم و حوا کجا بد آن زمان ** که خدا افکند این زه در کمان
- Allah bu yaya kiriş taktığı zaman Âdem neredeydi, Havva nerede?
-
این سخن هم ناقص است و ابترست ** آن سخن که نیست ناقص آن سرست
- Bu söz de noksandır, bu sözün de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan söz o tarafa, hakikat âlemine ait olan sözdür.
-
گر بگوید زان بلغزد پای تو ** ور نگوید هیچ از آن ای وای تو
- eksik
-
ور بگوید در مثال صورتی ** بر همان صورت بچفسی ای فتی
- Fakat sana söylense hemencecik o misale yapışır, o sureti hakikat sanırsın a yiğidim!
-
بستهپایی چون گیا اندر زمین ** سر بجنبانی ببادی بییقین 1280
- Ot gibi ayağın yere bağlı… Hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun.
-
لیک پایت نیست تا نقلی کنی ** یا مگر پا را ازین گل بر کنی
- Ayağın yok ki bir yerden bir yere gidebilesin yahut çalışıp çabalayıp ayağını bu balçıktan kurtarasın.
-
چون کنی پا را حیاتت زین گلست ** این حیاتت را روش بس مشکلست
- Nasıl kurtarabilir, nasıl bu balçıktan ayağının çekebilirsin? Hayatın bu balçıktan. Hayatını terk etmekse senin için pek müşkül bir şey!
-
چون حیات از حق بگیری ای روی ** پس شوی مستغنی از گل میروی
- Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müstağni olur, bu balçığı o vakit terk edersin.
-
شیر خواره چون ز دایه بسکلد ** لوتخواره شد مرورا میهلد
- Süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeğe başlar, artık onu bırakır gider.
-
بستهی شیر زمینی چون حبوب ** جو فطام خویش از قوت القلوب 1285
- Sen, topraktan biten taneler gibi yerin sütüne bağlanmış, ona bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak!
-
حرف حکمت خور که شد نور ستیر ** ای تو نور بیحجب را ناپذیر
- Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı olmayan kişi, hiç olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sözlerini duy, onları ye!
-
تا پذیرا گردی ای جان نور را ** تا ببینی بیحجب مستور را
- Böyle böyle o hicapsız nuru da kabul etmeye istidat kazanır, gizli nuru da hicapsız olarak görürsün.
-
چون ستاره سیر بر گردون کنی ** بلک بی گردون سفر بیچون کنی
- Bu suretle yıldız gibi felekte seyreder, hatta felekten hariç keyfiyetsiz seferlere düşersin!