-
کوه طور اندر تجلی حلق یافت ** تا که می نوشید و می را بر نتافت 15
- Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de
-
صار دکا منه وانشق الجبل ** هل رایتم من جبل رقص الجمل
- Yarıldı, zerre zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?
-
لقمهبخشی آید از هر کس به کس ** حلقبخشی کار یزدانست و بس
- Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah işidir.
-
حلق بخشد جسم را و روح را ** حلق بخشد بهر هر عضوت جدا
- Allah, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz bağışlar.
-
این گهی بخشد که اجلالی شوی ** وز دغا و از دغل خالی شوی
- Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da
-
تا نگویی سر سلطان را به کس ** تا نریزی قند را پیش مگس 20
- Sen de padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın.
-
گوش آنکس نوشد اسرار جلال ** کو چو سوسن صدزبان افتاد و لال
- Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki sûsen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir.
-
حلق بخشد خاک را لطف خدا ** تا خورد آب و بروید صد گیا
- Allah’ın lütfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder.
-
باز خاکی را ببخشد حلق و لب ** تا گیاهش را خورد اندر طلب
- Sonra topraktan yaratılan mahlûklara boğaz verir, dudak verir... Onlar da arayıp topraktan biten otları otlarlar.
-
چون گیاهش خورد حیوان گشت زفت ** گشت حیوان لقمهی انسان و رفت
- Hayvan, ot yedi de semirdi mi... insana gıda olur, ortadan kalkar.
-
باز خاک آمد شد اکال بشر ** چون جدا شد از بشر روح و بصر 25
- Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip sömürür.
-
ذرهها دیدم دهانشان جمله باز ** گر بگویم خوردشان گردد دراز
- Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider.
-
برگها را برگ از انعام او ** دایگان را دایه لطف عام او
- Yaprakların gıdası onun kereminden… Dallara dadı, onun umumi ve şâmil lütfu.
-
رزقها را رزقها او میدهد ** زانک گندم بی غذایی چون زهد
- Rızıkların rızkını o vermekte. Buğday, rızıksız nasıl baş gösterir, biter?
-
نیست شرح این سخن را منتهی ** پارهای گفتم بدانی پارهها
- Bu sözün sonu gelmez. Ben, bir miktarını söyledim, öbürlerini sen anlayıver.
-
جمله عالم آکل و ماکول دان ** باقیان را مقبل و مقبول دان 30
- Bil ki bütün âlem yiyen ve yenenden ibarettir. Hak’la bâki olanları da Hakk’a yönelmiş ve Hakk’ın makbulü olmuş bil.
-
این جهان و ساکنانش منتشر ** وان جهان و سالکانش مستمر
- Bu âlem de daima neşre uğrayıp durur, bu âlemdekiler de. O âlemle o âleme gidenlerse daimî ve ebedîdir.
-
این جهان و عاشقانش منقطع ** اهل آن عالم مخلد مجتمع
- Bu âlemin de sonu yoktur, bu âleme âşık olanların da. O âlem ehliyse ebedî ve bir aradadır.
-
پس کریم آنست کو خود را دهد ** آب حیوانی که ماند تا ابد
- Kerem ona derler ki insan, kendisini ebedî kılacak âbıhayatı kendisine versin.
-
باقیات الصالحات آمد کریم ** رسته از صد آفت و اخطار و بیم
- Kerem sahibi, “Bâkıyât-us sâlihat”ın ta kendisidir. Yüzlerce âfetten, tehlikeden korkudan kurtulmuştur.
-
گر هزارانند یک کس بیش نیست ** چون خیالاتی عدد اندیش نیست 35
- Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla değildirler. Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki.
-
آکل و ماکول را حلقست و نای ** غالب و مغلوب را عقلست و رای
- Yiyenle yenenin boğazı, gırtlağı var… Galiple mağlûbun aklı reyi.
-
حلق بخشید او عصای عدل را ** خورد آن چندان عصا و حبل را
- Allah adalet asâsına boğaz verdi de o kadar sopaları, o kadar ipleri yedi.
-
واندرو افزون نشد زان جمله اکل ** زانک حیوانی نبودش اکل و شکل
- Öyle olduğu halde o yemeden semirmedi, şişmedi. Yiyişi de hayvan yiyişi değildi, kendisi de hayvan değil.
-
مر یقین را چون عصا هم حلق داد ** تا بخورد او هر خیالی را که زاد
- Allah her doğan hayali yesin diye yakına da, asâya verdiği gibi boğaz verdi.
-
پس معانی را چو اعیان حلقهاست ** رازق حلق معانی هم خداست 40
- Âyan gibi maaninin de boğazı vardır… Maaniyi rızıklandıran da Allah’tır.
-
پس ز مه تا ماهی هیچ از خلق نیست ** که بجذب مایه او را حلق نیست
- Balıktan aya kadar mahlûkattan hiçbiri yoktur ki gıdayı çekecek, yiyecek ağzı olmasın.
-
حلق جان از فکر تن خالی شود ** آنگهان روزیش اجلالی شود
- Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur.
-
شرط تبدیل مزاج آمد بدان ** کز مزاج بد بود مرگ بدان
- Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü mizaçtandır.
-
چون مزاج آدمی گلخوار شد ** زرد و بدرنگ و سقیم و خوار شد
- İnsanın mizacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan hastalanır, düşkün bir hale gelir.
-
چون مزاج زشت او تبدیل یافت ** رفت زشتی از رخش چون شمع تافت 45
- Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi parlar.
-
دایهای کو طفل شیرآموز را ** تا بنعمت خوش کند پدفوز را
- Dadı, süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır.
-
گر ببندد راه آن پستان برو ** برگشاید راه صد بستان برو
- Ama çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açar.
-
زانک پستان شد حجاب آن ضعیف ** از هزاران نعمت و خوان و رغیف
- Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
-
پس حیات ماست موقوف فطام ** اندک اندک جهد کن تم الکلام
- Hulâsa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış vesselâm.
-
ون جنین بد آدمی بد خون غذا ** از نجس پاکی برد مومن کذا 50
- İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur.
-
از فطام خون غذااش شیر شد ** وز فطام شیر لقمهگیر شد
- Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar.
-
وز فطام لقمه لقمانی شود ** طالب اشکار پنهانی شود
- Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur.
-
گر جنین را کس بگفتی در رحم ** هست بیرون عالمی بس منتظم
- Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var…
-
یک زمینی خرمی با عرض و طول ** اندرو صد نعمت و چندین اکول
- Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… Orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler.
-
کوهها و بحرها و دشتها ** بوستانها باغها و کشتها 55
- Dağlar, denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar…
-
آسمانی بس بلند و پر ضیا ** آفتاب و ماهتاب و صد سها
- Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı.
-
از جنوب و از شمال و از دبور ** باغها دارد عروسیها و سور
- Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… Bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
-
در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چهای در امتحان
- O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
-
خون خوری در چارمیخ تنگنا ** در میان حبس و انجاس و عنا
- Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
-
او بحکم حال خود منکر بدی ** زین رسالت معرض و کافر شدی 60
- Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur.
-
کین محالست و فریبست و غرور ** زانک تصویری ندارد وهم کور
- Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
-
جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
- Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
-
همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال میگویندشان
- İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
-
کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
- “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.