English    Türkçe    فارسی   

3
1544-1593

  • خود فزون آن به که آن از فطرتست ** تا ز افزونی که جهد و فکرتست
  • Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir.
  • تو بگو داده‌ی خدا بهتر بود ** یاکه لنگی راهوارانه رود 1545
  • Sen söyle, Allah vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
  • در وهم افکندن کودکان اوستاد را
  • Çocukların hocayı vehme düşürmeleri
  • روز گشت و آمدند آن کودکان ** بر همین فکرت ز خانه تا دکان
  • Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler.
  • جمله استادند بیرون منتظر ** تا درآید اول آن یار مصر
  • Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı.
  • زانک منبع او بدست این رای را ** سر امام آید همیشه پای را
  • Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir… Ayağı çekip götüren baştır.
  • ای مقلد تو مجو بیشی بر آن ** کو بود منبع ز نور آسمان
  • A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.
  • او در آمد گفت استا را سلام ** خیر باشد رنگ رویت زردفام 1550
  • Çocuk geldi, hocaya, selam verip “Hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi.
  • گفت استا نیست رنجی مر مرا ** تو برو بنشین مگو یاوه هلا
  • Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama… Geç yerine otur” dedi.
  • نفی کرد اما غبار وهم بد ** اندکی اندر دلش ناگاه زد
  • Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü.
  • اندر آمد دیگری گفت این چنین ** اندکی آن وهم افزون شد بدین
  • Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı.
  • همچنین تا وهم او قوت گرفت ** ماند اندر حال خود بس در شگفت
  • Böyle böyle vehmi arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti.
  • بیمار شدن فرعون هم به وهم از تعظیم خلقان
  • Firavunun da bu çeşit halkın ululamasından hasta düşmesi
  • سجده‌ی خلق از زن و از طفل و مرد ** زد دل فرعون را رنجور کرد 1555
  • Kadın, erkek, çoluk, çocuk… Halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti, hastalandı.
  • گفتن هریک خداوند و ملک ** آنچنان کردش ز وهمی منهتک
  • Herkes ona Allah’sın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimle öyle bir dereceye geldi ki,
  • که به دعوی الهی شد دلیر ** اژدها گشت و نمی‌شد هیچ سیر
  • Allahlık, dâvasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu!
  • عقل جزوی آفتش وهمست و ظن ** زانک در ظلمات شد او را وطن
  • Aklı cüz’inin afeti vehimdir, zandır. Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır.
  • بر زمین گر نیم گز راهی بود ** آدمی بی وهم آمن می‌رود
  • Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür.
  • بر سر دیوار عالی گر روی ** گر دو گز عرضش بود کژ می‌شوی 1560
  • Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin.
  • بلک می‌افتی ز لرزه‌ی دل به وهم ** ترس وهمی را نکو بنگر بفهم
  • Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.
  • رنجور شدن اوستاد به وهم
  • Hocanın vehimle hastalanması
  • گشت استا سست از وهم و ز بیم ** بر جهید و می‌کشانید او گلیم
  • Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü.
  • خشمگین با زن که مهر اوست سست ** من بدین حالم نپرسید و نجست
  • “Zaten sevgisi az, ben bu halde, olduğum halde halimi sormadı bile.
  • خود مرا آگه نکرد از رنگ من ** قصد دارد تا رهد از ننگ من
  • Rengimin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor, benden kurtulmaya yol arıyor.
  • او به حسن و جلوه‌ی خود مست گشت ** بی‌خبر کز بام افتادم چو طشت 1565
  • Kendi güzelliğinden kendi cilvesinden kendisi sarhoş olmuş. Benimse haberim bile yok… Hâlbuki leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye karısına kızgın bir halde,
  • آمد و در را بتندی وا گشاد ** کودکان اندر پی آن اوستاد
  • Evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklarda hocanın ardından geliyordu.
  • گفت زن خیرست چون زود آمدی ** که مبادا ذات نیکت را بدی
  • Karısı, “Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi.
  • گفت کوری رنگ و حال من ببین ** از غمم بیگانگان اندر حنین
  • Hoca dedi ki. “Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana. Yabancıların bile derdimle dertleniyor, feryada geliyor.
  • تو درون خانه از بغض و نفاق ** می‌نبینی حال من در احتراق
  • Sen evimin içinde olduğun halde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı, görmüyorsun bile”
  • گفت زن ای خواجه عیبی نیستت ** وهم و ظن لاش بی معنیستت 1570
  • Kadın, “A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden ibaret” dediyse de,
  • گفتش ای غر تو هنوزی در لجاج ** می‌نبینی این تغیر و ارتجاج
  • “A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki kırgınlığı, tir tir titrediğimi görmüyor musun?
  • گر تو کور و کر شدی ما را چه جرم ** ما درین رنجیم و در اندوه و گرم
  • Körsen benim ne cürmüm var? Ben kendi derdime düştüm, bu gussadan perişan bir haldeyim zaten” dedi.
  • گفت ای خواجه بیارم آینه ** تا بدانی که ندارم من گنه
  • Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak… Benim bir suçum var mı, yalan söylüyor muyum, anla” dediyse de hoca,
  • گفت رو مه تو رهی مه آینت ** دایما در بغض و کینی و عنت
  • “Git, aynan da batsın, sen de bat. Zaten daima bana buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip durmadasın sen.
  • جامه‌ی خواب مرا زو گستران ** تا بخسپم که سر من شد گران 1575
  • Yatağı yay, yorganı getir… Ben yatayım hele… Başım ağırlaştı” dedi.
  • زن توقف کرد مردش بانگ زد ** کای عدو زوتر ترا این می‌سزد
  • Kadın biraz duraklayınca “Hadi behey düşman senin lâyığın bu laf, durmasana” diye bağırmaya başladı.
  • در جامه‌ی خواب افتادن استاد و نالیدن او از وهم رنجوری
  • Hocanın, vehminden yatağa, yorgana düşmesi ve hastayım diye vehimlenerek inlemeye başlaması
  • جامه خواب آورد و گسترد آن عجوز ** گفت امکان نه و باطن پر ز سوز
  • Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “İçi vehim ateşiyle dolu, imkân yok.
  • گر بگویم متهم دارد مرا ** ور نگویم جد شود این ماجرا
  • Bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık haline gelecek.
  • فال بد رنجور گرداند همی ** آدمی را که نبودستش غمی
  • Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.
  • قول پیغامبر قبوله یفرض ** ان تمارضتم لدینا تمرضوا 1580
  • Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden hastalanırsınız.
  • گر بگویم او خیالی بر زند ** فعل دارد زن که خلوت می‌کند
  • Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var.
  • مر مرا از خانه بیرون می‌کند ** بهر فسقی فعل و افسون می‌کند
  • Beni evden atacak, sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi.
  • جامه خوابش کرد و استاد اوفتاد ** آه آه و ناله از وی می‌بزاد
  • Hoca, yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim inim inlemeye başladı.
  • کودکان آنجا نشستند و نهان ** درس می‌خواندند با صد اندهان
  • eksik
  • کین همه کردیم و ما زندانییم ** بد بنایی بود ما بد بانییم 1585
  • “Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!” diyorlardı.
  • دوم بار وهم افکندن کودکان استاد را کی او را از قرآن خواندن ما درد سر افزاید
  • Çocukların, bizim Kur’an okumamızdan hocanın baş ağrısı artıyor diye onu ikinci defa olarak vehme düşürmeleri
  • گفت آن زیرک که ای قوم پسند ** درس خوانید و کنید آوا بلند
  • O zeki çocuk, “Arkadaşlar, dersinizi bağıra bağıra okuyun” dedi.
  • چون همی‌خواندند گفت ای کودکان ** بانگ ما استاد را دارد زیان
  • Hepsi birden bağıra bağıra okumaya başlayınca dedi ki: “Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir.
  • درد سر افزاید استا را ز بانگ ** ارزد این کو درد یابد بهر دانگ
  • Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi?
  • گفت استا راست می‌گوید روید ** درد سر افزون شدم بیرون شوید
  • Hoca, doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
  • خلاص یافتن کودکان از مکتب بدین مکر
  • Çocukların bu hileyle mektepten kurtulmaları
  • سجده کردند و بگفتند ای کریم ** دور بادا از تو رنجوری و بیم 1590
  • Çocuklar, yeri öpüp “Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler.
  • پس برون جستند سوی خانه‌ها ** همچو مرغان در هوای دانه‌ها
  • Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular.
  • مادرانشان خشمگین گشتند و گفت ** روز کتاب و شما با لهو جفت
  • Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. Sizse oyuna dalmışsınız” dedi.
  • عذر آوردند کای مادر تو بیست ** این گناه از ما و از تقصیر نیست
  • Özür getirip dediler ki: “Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok.