-
خان و مان رفته شده بدنام و خوار ** کام دشمن میرود ادبیروار
- Elindeki, avucundaki gitmiş, adı kötüye çıkmış hor hakir bir hale gelmiş, düşmanlarının isteği gibi tepesi üstüne yuvarlanıp gidiyor!
-
زاهدی بیند بگوید ای کیا ** همتی میدار از بهر خدا
- Adamcağız bir zahit gördü mü “Ey ulu, Allah için bana bir himmet et.
-
کاندرین ادبار زشت افتادهام ** مال و زر و نعمت از کف دادهام
- Bu aşağılık ve kötü sevdaya düştüm, elimdeki maldan, altından, nimetten oldum.
-
همتی تا بوک من زین وا رهم ** زین گل تیره بود که بر جهم 1655
- Bir himmet et, belki bu dertten kurtulur, bu kara balçıktan sıçrar, çıkarmı der”.
-
این دعا میخواهد او از عام و خاص ** کالخلاص و الخلاص و الخلاص
- Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir.
-
دست باز و پای باز و بند نی ** نه موکل بر سرش نه آهنی
- Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı!
-
از کدامین بند میجویی خلاص ** وز کدامین حبس میجویی مناص
- A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun?
-
بند تقدیر و قضای مختفی ** کی نبیند آن بجز جان صفی
- Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!
-
گرچه پیدا نیست آن در مکمنست ** بتر از زندان و بند آهنست 1660
- Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de!
-
زانک آهنگر مر آن را بشکند ** حفره گر هم خشت زندان بر کند
- Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir.
-
ای عجب این بند پنهان گران ** عاجز از تکسیر آن آهنگران
- Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir.
-
دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
- O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
-
دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حمالهی حطب
- Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
-
حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید 1665
- İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür.
-
باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
- Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
-
لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
- Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
-
که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
- Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
-
آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
- Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
-
داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال 1670
- Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler.
-
این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
- Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
-
مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
- Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
-
پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری میگریخت
- Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
-
بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
- Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
-
باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
- Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
-
جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بیوفا 1675
- Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu.
-
چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
- Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
-
هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
- Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
-
متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
- Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
-
بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش میکردند مسروقات خویش
- Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
-
شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
- Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
-
هم بدانجا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست 1680
- Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu.
-
دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را میخواست هم کردن سقط
- O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
-
در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
- Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
-
این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
- Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
-
آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
- Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
-
شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه 1685
- Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe,
-
هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
- Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
-
گفت میدانم سبب این نیش را ** میشناسم من گناه خویش را
- Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
-
من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او
- Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
-
من شکستم عهد و دانستم بدست ** تا رسید آن شومی جرات بدست
- Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.
-
دست ما و پای ما و مغز و پوست ** باد ای والی فدای حکم دوست 1690
- Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de!
-
قسم من بود این ترا کردم حلال ** تو ندانستی ترا نبود وبال
- Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki.
-
و آنک او دانست او فرمانرواست ** با خدا سامان پیچیدن کجاست
- Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?”
-
ای بسا مرغی پریده دانهجو ** که بریده حلق او هم حلق او
- Nice kuş vardır ki uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur.
-
ای بسا مرغی ز معده وز مغص ** بر کنار بام محبوس قفص
- Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.
-
ای بسا ماهی در آب دوردست ** گشته از حرص گلو ماخوذ شست 1695
- Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.
-
ای بسا مستور در پرده بده ** شومی فرج و گلو رسوا شده
- Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur.
-
ای بسا قاضی حبر نیکخو ** از گلو و رشوتی او زردرو
- Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır.
-
بلک در هاروت و ماروت آن شراب ** از عروج چرخشان شد سد باب
- Hattâ Harut’la Marut bile o şarabı tatmışlardır da o şarap, onların göğe çıkmalarına mâni olmuştur.
-
با یزید از بهر این کرد احتراز ** دید در خود کاهلی اندر نماز
- Bayezid, bu yüzden çekindi, işte. Kendisinde namaz kılma hususunda bir tembellik gördü.
-
از سبب اندیشه کرد آن ذو لباب ** دید علت خوردن بسیار از آب 1700
- O çok akıllı şeyh, sebebini düşündü, fazla su içmesinde buldu.
-
گفت تا سالی نخواهم خورد آب ** آنچنان کرد و خدایش داد تاب
- “Tam bir yıl su içmeyeceğim” dedi. Dediğini de yaptı, Allah sabır ve tahammülünü verdi.