-
پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری میگریخت
- Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
-
بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
- Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
-
باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
- Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
-
جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بیوفا 1675
- Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu.
-
چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
- Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
-
هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
- Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
-
متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
- Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
-
بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش میکردند مسروقات خویش
- Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
-
شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
- Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
-
هم بدانجا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست 1680
- Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu.
-
دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را میخواست هم کردن سقط
- O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
-
در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
- Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
-
این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
- Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
-
آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
- Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
-
شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه 1685
- Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe,
-
هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
- Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
-
گفت میدانم سبب این نیش را ** میشناسم من گناه خویش را
- Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
-
من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او
- Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
-
من شکستم عهد و دانستم بدست ** تا رسید آن شومی جرات بدست
- Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.
-
دست ما و پای ما و مغز و پوست ** باد ای والی فدای حکم دوست 1690
- Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de!
-
قسم من بود این ترا کردم حلال ** تو ندانستی ترا نبود وبال
- Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki.
-
و آنک او دانست او فرمانرواست ** با خدا سامان پیچیدن کجاست
- Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?”
-
ای بسا مرغی پریده دانهجو ** که بریده حلق او هم حلق او
- Nice kuş vardır ki uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur.
-
ای بسا مرغی ز معده وز مغص ** بر کنار بام محبوس قفص
- Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.
-
ای بسا ماهی در آب دوردست ** گشته از حرص گلو ماخوذ شست 1695
- Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.
-
ای بسا مستور در پرده بده ** شومی فرج و گلو رسوا شده
- Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur.
-
ای بسا قاضی حبر نیکخو ** از گلو و رشوتی او زردرو
- Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır.
-
بلک در هاروت و ماروت آن شراب ** از عروج چرخشان شد سد باب
- Hattâ Harut’la Marut bile o şarabı tatmışlardır da o şarap, onların göğe çıkmalarına mâni olmuştur.
-
با یزید از بهر این کرد احتراز ** دید در خود کاهلی اندر نماز
- Bayezid, bu yüzden çekindi, işte. Kendisinde namaz kılma hususunda bir tembellik gördü.
-
از سبب اندیشه کرد آن ذو لباب ** دید علت خوردن بسیار از آب 1700
- O çok akıllı şeyh, sebebini düşündü, fazla su içmesinde buldu.
-
گفت تا سالی نخواهم خورد آب ** آنچنان کرد و خدایش داد تاب
- “Tam bir yıl su içmeyeceğim” dedi. Dediğini de yaptı, Allah sabır ve tahammülünü verdi.
-
این کمینه جهد او بد بهر دین ** گشت او سلطان و قطب العارفین
- Onun bu pek ehemmiyetsiz mücahedesi, din içindi, bu yüzden de sultan oldu, arifler kutbu oldu.
-
چون بریده شد برای حلق دست ** مرد زاهد را در شکوی ببست
- Şeyhin de eli boğazı yüzünden kesildi ve o zahit adamın şikâyet kapısı bağlandı.
-
شیخ اقطع گشت نامش پیش خلق ** کرد معروفش بدین آفات حلق
- Adı halk arasında “Şeyh-i Akta’- eli kesik şeyh-” kaldı, halk onu bu adla tanıdı.
-
کرامات شیخ اقطع و زنبیل بافتن او بدو دست
- Şeyh-i Akta’ın kerameti ve iki elle zembil örmesi
-
در عریش او را یکی زایر بیافت ** کو بهر دو دست می زنبیل بافت 1705
- Onu birisi ottan, çöpten yapılmış bir gölgelikte ziyaret etti. İki elle zembil örmekte olduğunu gördü.
-
گفت او را ای عدو جان خویش ** در عریشم آمده سر کرده پیش
- Şeyh ona “Ey canının düşmanı, neden böyle küstahlık edip yanıma geldin?
-
این چراکردی شتاب اندر سباق ** گفت از افراط مهر و اشتیاق
- Neden izinsiz içeri girdin?” dedi. Adam, “ Sevgimden fazla iştiyakımdan” deyince,
-
پس تبسم کرد و گفت اکنون بیا ** لیک مخفی دار این را ای کیا
- Şeyh gülümsedi de dedi ki: “Öyleyse gel… Fakat ey ulu kişi, bunu gizle.
-
تا نمیرم من مگو این با کسی ** نه قرینی نه حبیبی نه خسی
- Ben ölmeden ne bir dosta, ne bir sevgiliye ne de bir aşağılık kişiye, hiç ama hiç kimseye söyleme!
-
بعد از آن قومی دگر از روزنش ** مطلع گشتند بر بافیدنش 1710
- Bundan sonra bir bölük halk onu iki elle zembili örerken penceresinden gördüler.
-
گفت حکمت را تو دانی کردگار ** من کنم پنهان تو کردی آشکار
- Şeyh, “Yarabbi, hikmetini sen bilirsin. Ben gizliyorum, sen aşikâr ediyorsun” dedi.
-
آمد الهامش که یکچندی بدند ** که درین غم بر تو منکر میشدند
- Ona şöyle ilham geldi. “ Birkaç kişi, senin elinin kesik olması kınadılar, sana münkir oldular.
-
که مگر سالوس بود او در طریق ** که خدا رسواش کرد اندر فریق
- O herhalde yolda yalancıydı ki Allah, onu bu, taife arasında rüsvay etti dediler.
-
من نخواهم کان رمه کافر شوند ** در ضلالت در گمان بد روند
- Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem.
-
این کرامت را بکردیم آشکار ** که دهیمت دست اندر وقت کار 1715
- Ben de şu kerameti aşikâr ettim, iş işlediğin vakit sana iki el ihsan ettiğimi gösterdim.
-
تا که آن بیچارگان بد گمان ** رد نگردند از جناب آسمان
- Ki o biçareler, hakkında kötü bir şüpheye düşüp de huzurumdan merdud olmasınlar.
-
من ترا بی این کرامتها ز پیش ** خود تسلی دادمی از ذات خویش
- Ben sana bu kerametler olmaksızın da daha önce bizzat teselliler verdim.
-
این کرامت بهر ایشان دادمت ** وین چراغ از بهر آن بنهادمت
- Bu kerametleri ise ancak onlar için verdim, bu mumu ancak onlar için yaktım.
-
تو از آن بگذشتهای کز مرگ تن ** ترسی وز تفریق اجزای بدن
- Sen, ölümden, bedeninin cüzlerinin ayrılacağından korkmaktan geçtin.
-
وهم تفریق سر و پا از تو رفت ** دفع وهم اسپر رسیدت نیک زفت 1720
- Sende, başının, ayağının gideceğine dair korku kalmadı. Vehmi bırakmak, senin için ulu bir siper oldu.”
-
سبب جرات ساحران فرعون بر قطع دست و پا
- Firavun sihirbazlarının elleriyle ayaklarının kesilmesine aldırış etmemelerindeki sebep
-
ساحران را نه که فرعون لعین ** کرد تهدید سیاست بر زمین
- Firavun, sihirbazları yeryüzünde öldürmekle tehdit etmedi mi?