-
بر دهان و بر دلش قفلست و بند ** تا ننالد با خدا وقت گزند
- Zarara, ziyana uğrayınca Allah’a sızlanmasın diye ağzında da kilit var, gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.
-
داد مر فرعون را صد ملک و مال ** تا بکرد او دعوی عز و جلال 200
- Firavuna yüzlerce mal, mülk verdi, o da nihayet ululuk, büyüklük dâvasına girişti.
-
در همه عمرش ندید او درد سر ** تا ننالد سوی حق آن بدگهر
- O kötü yaradılışlı, Hakk’a sızlanmasın diye ömründe baş ağrısı bile görmedi.
-
داد او را جمله ملک این جهان ** حق ندادش درد و رنج و اندهان
- Allah, ona bütün dünya mülkünü verdi de dert, elem, keder vermedi.
-
درد آمد بهتر از ملک جهان ** تا بخوانی مر خدا را در نهان
- Dert, Allah’ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malından yeğdir.
-
خواندن بی درد از افسردگیست ** خواندن با درد از دلبردگیست
- Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir.
-
آن کشیدن زیر لب آواز را ** یاد کردن مبدا و آغاز را 205
- O gizlice niyazın, o önü sonu anman yok mu?
-
آن شده آواز صافی و حزین ** ای خدا وی مستغاث و ای معین
- İşte saf, halis ve hüzünlü dua odur. “Ey Allah’ım ey feryadıma erişen, ey yardımcım” demendir.
-
نالهی سگ در رهش بی جذبه نیست ** زانک هر راغب اسیر رهزنیست
- Allah yolunda köpeğin sesi bile Allah cezbesiyledir. Çünkü Allah’a her yönelen, bir yol kesicinin esiridir.
-
چون سگ کهفی که از مردار رست ** بر سر خوان شهنشاهان نشست
- Eshabı Kehf’in köpeği gibi… Pis şeyden kurtulunca padişahlar sofrasının başına oturdu.
-
تا قیامت میخورد او پیش غار ** آب رحمت عارفانه بی تغار
- Mağaranın önünde kıyamete kadar dağarcıksız, heybesiz ârifcesine rahmet lokmasını, rahmet suyunu yiyip içmekte.
-
ای بسا سگپوست کو را نام نیست ** لیک اندر پرده بی آن جام نیست 210
- Nice köpek postuna bürünmüş adsız sansız kişiler var ki perde ardında şarapsız kalmazlar.
-
جان بده از بهر این جام ای پسر ** بی جهاد و صبر کی باشد ظفر
- Oğul, bu şarap, için can ver. Savaşsız, sabırsız yenme olur mu hiç?
-
صبر کردن بهر این نبود حرج ** صبر کن کالصبر مفتاح الفرج
- Bunun için sabır güç bir şey değildir. Sabret, sabır, güçlüklerin, sıkıntıların anahtarıdır.
-
زین کمین بی صبر و حزمی کس نرست ** حزم را خود صبر آمد پا و دست
- Bu pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kimse kurtulmadı. Sabır da ihtiyatın eli ayağıdır.
-
حزم کن از خورد کین زهرین گیاست ** حزم کردن زور و نور انبیاست
- İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme. İhtiyata riayet, peygamberlerin kuvvetinden, nurundandır.
-
کاه باشد کو به هر بادی جهد ** کوه کی مر باد را وزنی نهد 215
- Her yelden oynayıp duran samandır. Dağ, hiç yele ehemmiyet verir mi?
-
هر طرف غولی همیخواند ترا ** کای برادر راه خواهی هین بیا
- Her yanda bir gulyabani, seni çağırır, “Kardeş, gel, yol istiyorsan işte buracıkta.
-
ره نمایم همرهت باشم رفیق ** من قلاووزم درین راه دقیق
- Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben sana kılavuzum” der.
-
نه قلاوزست و نه ره داند او ** یوسفا کم رو سوی آن گرگخو
- Fakat ne kılavuzdur o, ne de yol bilir. Yusuf, o kurt huylunun yanına az var!
-
حزم این باشد که نفریبد ترا ** چرب و نوش و دامهای این سرا
- İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, bu âlemin tuzakları, hileleri aldatmasın.
-
که نه چربش دارد و نه نوش او ** سحر خواند میدمد در گوش او 220
- Çünkü bu âlemin ne tadı vardı, ne tuzu. Sihir okur da kulağına üfler durur.
-
که بیا مهمان ما ای روشنی ** خانه آن تست و تو آن منی
- “Ey nur gibi apaydın adam, ev senin sen de benimsin” der.
-
حزم آن باشد که گویی تخمهام ** یا سقیمم خستهی این دخمهام
- İhtiyat ona derler ki “Midem dolgun tokum”, yahut “Hastayım, bu mezardan hastalandım”,
-
یا سرم دردست درد سر ببر ** یا مرا خواندست آن خالو پسر
- Yâhut “ Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak” yahut da “ Benim dayımın oğlu çağırdı, davetliyim” deyip başından savasın.
-
زانک یک نوشت دهد با نیشها ** که بکارد در تو نوشش ریشها
- Çünkü bir şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar, bereler meydana getirir.
-
زر اگر پنجاه اگر شصتت دهد ** ماهیا او گوشت در شستت دهد 225
- Sana elli, altmış bile verse ey balık, o verdiği şey, oltada ettir.
-
گر دهد خود کی دهد آن پر حیل ** جوز پوسیدست گفتار دغل
- Verdi, farz edelim, fakat o hilebaz nereden verecek? Hilebazın sözü çürümüş cevizdir.
-
ژغژغ آن عقل و مغزت را برد ** صد هزاران عقل را یک نشمرد
- Onun gürültüsü aklını alır, beynini altüst eder. Yüz binlerce aklı bile bir pula saymaz.
-
یار تو خرجین تست و کیسهات ** گر تو رامینی مجو جز ویسهات
- Dostun, kesendir, hurcundur, Ramin’sen Vise’den başkasını arama.
-
ویسه و معشوق تو هم ذات تست ** وین برونیها همه آفات تست
- Vise de sensin, mâşukun da sen. Bu zâhiri şeylerin hepsi sana âfettir.
-
حزم آن باشد که چون دعوت کنند ** تو نگویی مست و خواهان منند 230
- İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin.
-
دعوت ایشان صفیر مرغ دان ** که کند صیاد در مکمن نهان
- Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi örter durur.
-
مرغ مرده پیش بنهاده که این ** میکند این بانگ و آواز و حنین
- Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
-
مرغ پندارد که جنس اوست او ** جمع آید بر دردشان پوست او
- Kuşlar… Onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer.
-
جز مگر مرغی که حزمش داد حق ** تا نگردد گیج آن دانه و ملق
- Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
-
هست بی حزمی پشیمانی یقین ** بشنو این افسانه را در شرح این 235
- İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Bunu anlatan şu hikâyeyi de dinle.
-
فریفتن روستایی شهری را و بدعوت خواندن بلابه و الحاح بسیار
- Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye çağırması
-
ای برادر بود اندر ما مضی ** شهریی با روستایی آشنا
- Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı.
-
روستایی چون سوی شهر آمدی ** خرگه اندر کوی آن شهری زدی
- Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu.
-
دو مه و سه ماه مهمانش بدی ** بر دکان او و بر خوانش بدی
- İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkânına geçer oturur, sofrasına çökerdi.
-
هر حوایج را که بودش آن زمان ** راست کردی مرد شهری رایگان
- Şehirli, köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer koşardı.
-
رو به شهری کرد و گفت ای خواجه تو ** هیچ مینایی سوی ده فرجهجو 240
- Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: “A efendim, sen hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana çıkmaz mısın?
-
الله الله جمله فرزندان بیار ** کین زمان گلشنست و نوبهار
- Allah aşkına olsun bütün oğullarını getir. Şimdi tam gül mevsimi, ilkbahar.
-
یا بتابستان بیا وقت ثمر ** تا ببندم خدمتت را من کمر
- Yahut da yazın meyve zamanı gel de hizmetine kemer kuşanayım.
-
خیل و فرزندان و قومت را بیار ** در ده ما باش سه ماه و چهار
- Soyunu sopunu, çoluk çocuğunu, akrabalarını getir, köyümüzde üç, dört ay kal.
-
که بهاران خطهی ده خوش بود ** کشتزار و لالهی دلکش بود
- Bahar çağında köy pek hoş olur, çayırlık, çimenlik, gönle ferah veren gönül çeken lâlelik kesilir”
-
وعده دادی شهری او را دفع حال ** تا بر آمد بعد وعده هشت سال 245
- Şehirli, başından savmak için ona vaatte bulundu, vaadinin üstünden de sekiz yıl geçti.
-
او بهر سالی همیگفتی که کی ** عزم خواهی کرد کامد ماه دی
- Köylü, her yıl “Ne vakit geleceksin. Kış gelip çattı” der,
-
او بهانه ساختی کامسالمان ** از فلان خطه بیامد میهمان
- O da “Bu yıl filan yerden konuk geldi.
-
سال دیگر گر توانم وا رهید ** از مهمات آن طرف خواهم دوید
- Müsaade edin de gelecek yıl, işten, güçten kurtulursam gelirim” der,