English    Türkçe    فارسی   

3
1993-2042

  • اتصالاتی میان شمعها ** که نیاید بر زبان و گفت ما
  • O mumların birleşmesini dille anlatmaya imkân yok ki!
  • آنک یک دیدن کند ادارک آن ** سالها نتوان نمودن از زبان
  • Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese anlatamaz.
  • آنک یک دم بیندش ادراک هوش ** سالها نتوان شنودن آن بگوش 1995
  • Kulak idrakin bir ân içinde gördüğü şeyleri, yıllarca dinlese bitmez.
  • چونک پایانی ندارد رو الیک ** زانک لا احصی ثناء ما علیک
  • Mademki bunun sonu yok, hadi, var, yine o hamdinde âciz olduğum şeyi anlat!
  • پیشتر رفتم دوان کان شمعها ** تا چه چیزست از نشان کبریا
  • O mumlar ulu Allah’tan ne çeşit nişanelerdir diye koşa koşa gidiyordum.
  • می‌شدم بی خویش و مدهوش و خراب ** تا بیفتادم ز تعجیل و شتاب
  • Derken kendimden geçtim, acelemden yere yıkıldım, harap oldum.
  • ساعتی بی‌هوش و بی‌عقل اندرین ** اوفتادم بر سر خاک زمین
  • Topraklara serildim, bir müddet akılsız, idraksiz bir halde kaldım.
  • باز با هوش آمدم برخاستم ** در روش گویی نه سر نه پاستم 2000
  • Sonra kendime gelip yine kalktım, yola düştüm. Fakat bir yere gidiyordum ki ne başım bendeydi ne ayağım!
  • نمودن آن شمعها در نظر هفت مرد
  • Mumların yedi adam şeklinde görünmesi
  • هفت شمع اندر نظر شد هفت مرد ** نورشان می‌شد به سقف لاژورد
  • Derken bu yedi mum, nurların ta lâcivert kubbeye kadar yükselen,
  • پیش آن انوار نور روز درد ** از صلابت نورها را می‌سترد
  • Gündüzün nurlarını bile bir karaltı gibi gösteren, aydınlıklarıyla bütün nurları silip süpüren yedi adam şekline girdi.
  • باز شدن آن شمعها هفت درخت
  • Mumların yedi tane ağaç olması
  • باز هر یک مرد شد شکل درخت ** چشمم از سبزی ایشان نیکبخت
  • Sonra o yedi adam, yedi tane ağaç oldu. İnsan yeşilliklerinden neşeleniyordu.
  • زانبهی برگ پیدا نیست شاخ ** برگ هم گم گشته از میوه‌ی فراخ
  • Yapraklarının çokluğundan dalları görünmemekte, meyvelerinin bolluğundan yaprakları kaybolmaktaydı.
  • هر درختی شاخ بر سدره زده ** سدره چه بود از خلا بیرون شده 2005
  • Dallar ta Sidre’ye kadar yükselmiş… hatta Sidre de ne oluyor? Halâ’yı bile aşmıştı.
  • بیخ هر یک رفته در قعر زمین ** زیرتر از گاو و ماهی بد یقین
  • Kökleri, yerin dibine kadar girmiş, yayılmış, öküzle balığı bile geçmişti.
  • بیخشان از شاخ خندان‌روی‌تر ** عقل از آن اشکالشان زیر و زبر
  • Kökleri, dallarından daha taze, daha lâtifti. Bunları seyredenin aklı, hayretlere düşüyor, altüst oluyordu.
  • میوه‌ای که بر شکافیدی ز زور ** همچو آب از میوه جستی برق نور
  • Olgunluktan yarılan meyvelerinden su gibi nur şimşekleri fışkırtmaktaydı!
  • مخفی بودن آن درختان ازچشم خلق
  • Bu ağaçların halkın gözünden gizli kalması
  • این عجب‌تر که بریشان می‌گذشت ** صد هزاران خلق از صحرا و دشت
  • Asıl şaşılacak şeye gelince: O ovalardan, o çöllerden yüz binlerce adam geçiyor,
  • ز آرزوی سایه جان می‌باختند ** از گلیمی سایه‌بان می‌ساختند 2010
  • Gölgelik için can veriyorlar, başlarını kilimlerle örtüyorlardı da,
  • سایه‌ی آن را نمی‌دیدند هیچ ** صد تفو بر دیده‌های پیچ پیچ
  • Onların gölgesini bile görmüyorlardı. İyi görmeyen çakmaklaşmış gözlere yüzlerce kere tuuh!
  • ختم کرده قهر حق بر دیده‌ها ** که نبیند ماه را بیند سها
  • Allah’ın kahrı, gözleri bağlanmış yoksa… Gözleri bağlı adam, ayı görmez de Sühayı görür!
  • ذره‌ای را بیند و خورشید نه ** لیک از لطف و کرم نومید نه
  • Güneşi görmez de zerreyi görür. Fakat yine de Allah’ın lütfundan, kereminden ümit kesilmez ya!
  • کاروانها بی نوا وین میوه‌ها ** پخته می‌ریزد چه سحرست ای خدا
  • Kervanlar aç susuz ağaçların altına dökülen bu olgun meyveleri görüyorlar. Yarabbi, bu ne sihir?
  • سیب پوسیده همی‌چیدند خلق ** درهم افتاده بیغما خشک‌حلق 2015
  • Halk, çürük meyveleri toplamakta, pisboğaz ve doymaz adamlar, bu pörsümüş meyveleri yağma etmek için birbirlerine girmekteydi.
  • گفته هر برگ و شکوفه آن غصون ** دم بدم یا لیت قوم یعلمون
  • O dallar, meyveler, yapraklarsa anbean “Keşke kavmimiz bizi bilseydi, ne olurdu?” diyorlardı.
  • بانگ می‌آمد ز سوی هر درخت ** سوی ما آیید خلق شوربخت
  • Her ağaçtan “A bahtsız kişiler, bize gelin, bize” diye ses geliyordu.
  • بانگ می‌آمد ز غیرت بر شجر ** چشمشان بستیم کلا لا وزر
  • Fakat Allah’tan da ağaçlara: “Onların gözlerini bağladık, onlara sığınacak yer yok!” sesi gelmekteydi.
  • گر کسی می‌گفتشان کین سو روید ** تا ازین اشجار مستسعد شوید
  • Onlara birisi, “Bu yana gelin de bu ağaçlardan faydalanın” dese,
  • جمله می‌گفتند کین مسکین مست ** از قضاء الله دیوانه شدست 2020
  • Hepsi birden “Bu sarhoş yoksul, Allah’ın takdiriyle deli olmuş.
  • مغز این مسکین ز سودای دراز ** وز ریاضت گشت فاسد چون پیاز
  • Bu yoksulun beyni başa çıkmaz sevdalarla, sonu gelmez riyazatlarla soğan gibi çürümüş kokmuş!” diyorlardı.
  • او عجب می‌ماند یا رب حال چیست ** خلق را این پرده و اضلال چیست
  • Dekukî şaşıp kalıyor, “Yarabbi bu ne hal? Halka bu perde, bu sapıklık neden geliyor ki?
  • خلق گوناگون با صد رای و عقل ** یک قدم آن سو نمی‌آرند نقل
  • Çeşit çeşit adamlar, yüzlerce akla, yüzlerce tedbire sahip oldukları halde o tarafa bir adım olsun atamıyorlar.
  • عاقلان و زیرکانشان ز اتفاق ** گشته منکر زین چنین باغی و عاق
  • Akılları, fikirleri de hep birden inkâra düşmüşler. Onların bu azgınlığına, bu isyanına bakıyorum da şüpheleniyorum…
  • یا منم دیوانه و خیره شده ** دیو چیزی مرا مرا بر سر زده 2025
  • Yoksa ben mi çıldırdım, ben mi sersem oldum? Şeytan, benim kafama mı bir şey vurdu?
  • چشم می‌مالم بهر لحظه که من ** خواب می‌بینم خیال اندر زمن
  • Her an gözlerimi ovup duruyorum, bu cihanda rüya mı görüp durmaktayım yoksa?
  • خواب چه بود بر درختان می‌روم ** میوه‌هاشان می‌خورم چون نگروم
  • Fakat bu nasıl rüya olur? İşte ağaçlara doğru gidiyorum, meyvelerini yiyorum. Buna nasıl inanmayayım?
  • باز چون من بنگرم در منکران ** که همی‌گیرند زین بستان کران
  • Sonra yine münkirlere bakıyorum; görüyorum ki bu bahçeden haberleri bile yok.
  • با کمال احتیاج و افتقار ** ز آرزوی نیم غوره جانسپار
  • Son derece iştiyaka düşmüşler, fevkalâde ihtiyaçlarından bir yarım koruk için can veriyorlar.
  • ز اشتیاق و حرص یک برگ درخت ** می‌زنند این بی‌نوایان آه سخت 2030
  • Bu yoksullar, açlıklarından bir yaprak için ah edip duruyorlar!
  • در هزیمت زین درخت و زین ثمار ** این خلایق صد هزار اندر هزار
  • Sonra yine acaba ben mi kendimden değilim, ben mi hayale düştüm, gözüme görünen muhayyel bir ağacın dalına el attım, diyorum” demekteydi.
  • باز می‌گویم عجب من بی‌خودم ** دست در شاخ خیالی در زدم
  • Peygamberler bile ye’se düşünce kendilerine yalan söylendi sandılar ayetini oku da bak.
  • حتی اذا ما استیاس الرسل بگو ** تا بظنوا انهم قد کذبوا
  • Bu ayetteki “Küzzibû-tekzib edildiler, onlara yalan söylüyorsunuz dendi” kelimesini teşditsiz “Küzibû- Kendilerine yalan söylüyorlar sandılar” tarzında oku.
  • این قرائت خوان که تخفیف کذب ** این بود که خویش بیند محتجب
  • Bu takdirde mana şöyle olur: Peygamberler bile kendilerini aldanmış sandılar.
  • در گمان افتاد جان انبیا ** ز اتفاق منکری اشقیا 2035
  • Peygamberler bile kötü kişilerin ittifakına baktılar da şüpheye düştüler.
  • جائهم بعد التشکک نصرنا ** ترکشان گو بر درخت جان بر آ
  • “Bu şüphe ve tereddütten sonra onlara yardım ettik. Neyse, sen bunları bırak da can ağacına gel!
  • می‌خور و می‌ده بدان کش روزیست ** هر دم و هر لحظه سحرآموزیست
  • Kısmetin neyse ye, yedir deniyor!” ona, her an vahiyden sihirler öğretiliyordu da,
  • خلق‌گویان ای عجب این بانگ چیست ** چونک صحرا از درخت و بر تهیست
  • Halk, “Şaşılacak şey, bu ses nedir? Sahrada ne ağaç var, ne meyve.
  • گیج گشتیم از دم سوداییان ** که به نزدیک شما باغست و خوان
  • Kara sevdaya tutulmuş olanların yakınınızda bahçe var, sofra var demelerinden âdeta aptallaştık.
  • چشم می‌مالیم اینجا باغ نیست ** یا بیابانیست یا مشکل رهیست 2040
  • Gözümüzü ovuyor, bakıyoruz. Fakat burada bahçe yok ki… Önümüzdeki saha ya çöl yahut aşılması güç bir yol!
  • ای عجب چندین دراز این گفت و گو ** چون بود بیهوده ور خود هست کو
  • Fakat bu kadar uzun uzadıya söylenip duran sözlerde beyhude olmaz ya. Acayip şey, nasıl olurda bu kadar sözün aslı olmaz. Fakat varsa nerede söyle!” diyordu.
  • من همی‌گویم چو ایشان ای عجب ** این چنین مهری چرا زد صنع رب
  • Dekukî, macerasını şöyle anlatır: “Ben de tıpkı onlar gibi, acayip şey demekteydim, Allah bunların gözlerini ne de sıkı bağlamış?