English    Türkçe    فارسی   

3
2175-2224

  • بچه بیرون آر از بیضه نماز ** سر مزن چون مرغ بی تعظیم و ساز 2175
  • Namaz yumurtasından civcivi çıkara gör, yerden tane toplayan yolsuz yordamsız kuş gibi yere başvurup durma!
  • شنیدن دقوقی در میان نماز افغان آن کشتی کی غرق خواست شدن
  • Dekukî’nin namazdayken garkolmak üzere bulunan bir gemideki halkın feryadını duyması
  • آن دقوقی در امامت کرد ساز ** اندر آن ساحل در آمد در نماز
  • Dekukî, o kıyıda namaz kıldırmak üzere imam oldu, onlar da arkasında saf olup namaza durdular.
  • و آن جماعت در پی او در قیام ** اینت زیبا قوم و بگزیده امام
  • İşte güzelim bir cemaat, işte seçilmiş bir imam!
  • ناگهان چشمش سوی دریا فتاد ** چون شنید از سوی دریا داد داد
  • Namazdayken denizden “ İmdat!” seslerini duydu. Ansızın gözüne bir gemi ilişti.
  • در میان موج دید او کشتیی ** در قضا و در بلا و زشتیی
  • Gemi, dalgalar arasına düşmüş, belâlara uğramış, perişan bir hale gelmişti.
  • هم شب و هم ابر و هم موج عظیم ** این سه تاریکی و از غرقاب بیم 2180
  • Hem gece, hem bulutlu bir hava, hem de dalga. Bu üç karanlık bir yandan, batma korkusu bir yandan…
  • تند بادی همچو عزرائیل خاست ** موجها آشوفت اندر چپ و راست
  • Fırtına Azrail gibi saldırıyor, dalgalar sağdan soldan hücum edip duruyordu.
  • اهل کشتی از مهابت کاسته ** نعره وا ویلها برخاسته
  • Gemidekiler, korkudan canlarından olmuşlar gibi feryatlarını göklere çıkarıyorlardı.
  • دستها در نوحه بر سر می‌زدند ** کافر و ملحد همه مخلص شدند
  • Bağrışıp çağrışıyorlar, başlarını dövüyorlardı. Kâfir ve mülhit… Hepsi de imana gelmişti.
  • با خدا با صد تضرع آن زمان ** عهدها و نذرها کرده بجان
  • Yüzlerce niyazlarda bulunarak candan ahitler ediyorlar, adaklar adıyorlardı.
  • سر برهنه در سجود آنها که هیچ ** رویشان قبله ندید از پیچ پیچ 2185
  • Karmakarışık işlere dalmış, yüzleri bir an olsun kıbleye dönmemiş olanlar bile baş açık secdeye kapanmışlardı.
  • گفته که بی‌فایده‌ست این بندگی ** آن زمان دیده در آن صد زندگی
  • Hâlbuki evvelce onlar, bu kulluğun faydası yok diyorlardı. Fakat o anda kullukta yüzlerce hayat görüyorlardı.
  • از همه اومید ببریده تمام ** دوستان و خال و عم بابا و مام
  • Dostlardan, dayıdan, amcadan, babadan, anadan, herkesten ümitlerini kesmişlerdi.
  • زاهد و فاسق شد آن دم متقی ** همچو در هنگام جان کندن شقی
  • Kötü kişinin can verirken Allah’tan korkması gibi zahit de Allah’tan korkuyordu, fâsik da!
  • نه ز چپشان چاره بود و نه ز راست ** حیله‌ها چون مرد هنگام دعاست
  • Ne sollarından bir ümit vardı, ne sağlarından. Hileler öldü, bitti mi dua zamanı gelir!
  • در دعا ایشان و در زاری و آه ** بر فلک زیشان شده دود سیاه 2190
  • Onlar da ağlayıp inleyerek duaya koyulmuşlardı, gemiden gökyüzüne kadar bir duman yükselmişti.
  • دیو آن دم از عداوت بین بین ** بانگ زد کای سگ‌پرستان علتین
  • Şeytan ise o sırada düşmanlığından her birinin karşısına dikilip “ A köpeğe tapanlar, işte size iki illet!
  • مرگ و جسک ای اهل انکار و نفاق ** عاقبت خواهد بدن این اتفاق
  • A münkir, münafıklar, hem korkun, hem geberin. Nihayet bu olacaktı zaten.
  • چشمتان تر باشد از بعد خلاص ** که شوید از بهر شهوت دیو خاص
  • Kurtulunca yine gözleriniz kurur, yine şehvet için yaratılmış birer şeytan kesilirsiniz.
  • یادتان ناید که روزی در خطر ** دستتان بگرفت یزدان از قدر
  • Allah’ın sizi kazadan kurtarmak üzere elinizden tuttuğu, sizi tehlikeden kurtardığı gün, hatırınıza bile gelmez” diye bağırmaktaydı.
  • این همی‌آمد ندا از دیو لیک ** این سخن را نشنود جز گوش نیک 2195
  • Şeytan böyle söylüyordu ama can kulağı ile duyanlardan başkası bu sözü duymuyordu ki!
  • راست فرمودست با ما مصطفی ** قطب و شاهنشاه و دریای صفا
  • Mustafa, o kutup, o padişahlar padişahı, o temizlik denizi bize ne doğru buyurmuştur:
  • کانچ جاهل دید خواهد عاقبت ** عاقلان بینند ز اول مرتبت
  • “Cahilin sonunda göreceği şeyi akıllılar önce görür.”
  • کارها ز آغاز اگر غیبست و سر ** عاقل اول دید و آخر آن مصر
  • İşlerin sonu ilk zamanlarda gizlidir ama akıllı, akıbeti önce görür; günaha dalıp ısrar edense meydana çıkınca!
  • اولش پوشیده باشد و آخر آن ** عاقل و جاهل ببیند در عیان
  • Her şeyin sonu, önden belli olmaz, gizlidir. Fakat meydana çıkınca akıllı da görür, cahil de!
  • گر نبینی واقعه‌ی غیب ای عنود ** حزم را سیلاب کی اندر ربود 2200
  • Mademki ayıbı görmüyorsun, bari ihtiyatı elden bırakma, sele verme behey inatçı!
  • حزم چه بود بدگمانی بر جهان ** دم بدم بیند بلای ناگهان
  • İhtiyat nedir? Her an ansızın gelebilecek bir belâyı görmek!
  • تصورات مرد حازم
  • İhtiyatlı adamın düşünceleri
  • آنچنانک ناگهان شیری رسید ** مرد را بربود و در بیشه کشید
  • Hani ansızın bir aslan çıkagelir de adamı kapıp ormanlığa götürür ya…
  • او چه اندیشد در آن بردن ببین ** تو همان اندیش ای استاد دین
  • O adam, aslan tarafından götürülürken ne düşünürse sen de ey din üstadı, onu düşün!
  • می‌کشد شیر قضا در بیشه‌ها ** جان ما مشغول کار و پیشه‌ها
  • Kaza ve kader aslanı, bir işle güçle meşgulken bizim canımızı alır, ormanlara götürüverir.
  • آنچنانک از فقر می‌ترسند خلق ** زیر آب شور رفته تا به حلق 2205
  • Bu da şuna benzer: Halk, yoksulluktan korkar, ama boğazlarına kadar acı suya batarlar.
  • گر بترسندی از آن فقرآفرین ** گنجهاشان کشف گشتی در زمین
  • O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler aşikâr olurdu.
  • جمله‌شان از خوف غم در عین غم ** در پی هستی فتاده در عدم
  • Hepsi de gam korkusuyla gamın içine batmışlar, varlık kaygısıyla yokluğa düşmüşlerdir!
  • دعا و شفاعت دقوقی در خلاص کشتی
  • Dekukî’nin şefaat etmesi ve geminin kurtulmasına duası
  • چون دقوقی آن قیامت را بدید ** رحم او جوشید و اشک او دوید
  • Dekukî o kıyameti görünce merhameti coştu, gözyaşları akmaya başladı.
  • گفت یا رب منگر اندر فعلشان ** دستشان گیر ای شه نیکو نشان
  • Yarabbi, dedi, onların yaptıklarına bakma, ey lütuf sahibi padişah, ellerini tut, imdatlarına yetiş.
  • خوش سلامتشان به ساحل با زبر ** ای رسیده دست تو در بحر و بر 2210
  • Ey eli denize de yetişen, karaya da. Onları sağlıkla, selâmetle kıyıya çıkar.
  • ای کریم و ای رحیم سرمدی ** در گذار از بدسگالان این بدی
  • Ey ebedî kerem merhamet sahibi, o kötü kişilerden bu kötülüğü defet!
  • ای بداده رایگان صد چشم و گوش ** بی ز رشوت بخش کرده عقل و هوش
  • Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir ihsan eden Allah.
  • پیش از استحقاق بخشیده عطا ** دیده از ما جمله کفران و خطا
  • Sen, biz hak etmeden lütuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine karşı yaptığımız kâfirliklerle hatalarımızı hep görürsün.
  • ای عظیم از ما گناهان عظیم ** تو توانی عفو کردن در حریم
  • Ey ulu Allah, bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır. Fakat sen, bunları lütfunla affetmeye kaadirsin.
  • ما ز آز و حرص خود را سوختیم ** وین دعا را هم ز تو آموختیم 2215
  • Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi.
  • حرمت آن که دعا آموختی ** در چنین ظلمت چراغ افروختی
  • Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir karanlığı aydınlatman hürmetine sen bunlara acı.
  • همچنین می‌رفت بر لفظش دعا ** آن زمان چون مادران با وفا
  • İhtiyarsız bir surette şefkatli analar gibi dua edip duruyor.
  • اشک می‌رفت از دو چشمش و آن دعا ** بی خود از وی می بر آمد بر سما
  • Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua, gökyüzüne yüceltmekteydi.
  • آن دعای بی خودان خود دیگرست ** آن دعا زو نیست گفت داورست
  • O ihtiyarsız dua, yok mu? Bambaşka bir şeydir. O da, adamın kendisinden değildir, Allah’tandır. Allah ilhamıdır.
  • آن دعا حق می‌کند چون او فناست ** آن دعا و آن اجابت از خداست 2220
  • O esnada insan, yok olur, o duada bulunan Allah’tır; dua da Allah’tandır, icabette.
  • واسطه‌ی مخلوق نه اندر میان ** بی‌خبر زان لابه کردن جسم و جان
  • Arada vasıta olarak mahlûk yoktur. O niyazdan cismin de haberi yoktur, canın da.
  • بندگان حق رحیم و بردبار ** خوی حق دارند در اصلاح کار
  • Lütuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları, işleri düzeltmekte Allah huyuna sahiptirler.
  • مهربان بی‌رشوتان یاری‌گران ** در مقام سخت و در روز گران
  • Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar yardımda bulunurlar.
  • هین بجو این قوم را ای مبتلا ** هین غنیمت دارشان پیش از بلا
  • Ey belâlara uğramış adam, kendine gel de bunları ara… Kendine gel de belâ vaktinde onların duasını ganimet bil!