-
حزم چه بود بدگمانی بر جهان ** دم بدم بیند بلای ناگهان
- İhtiyat nedir? Her an ansızın gelebilecek bir belâyı görmek!
-
تصورات مرد حازم
- İhtiyatlı adamın düşünceleri
-
آنچنانک ناگهان شیری رسید ** مرد را بربود و در بیشه کشید
- Hani ansızın bir aslan çıkagelir de adamı kapıp ormanlığa götürür ya…
-
او چه اندیشد در آن بردن ببین ** تو همان اندیش ای استاد دین
- O adam, aslan tarafından götürülürken ne düşünürse sen de ey din üstadı, onu düşün!
-
میکشد شیر قضا در بیشهها ** جان ما مشغول کار و پیشهها
- Kaza ve kader aslanı, bir işle güçle meşgulken bizim canımızı alır, ormanlara götürüverir.
-
آنچنانک از فقر میترسند خلق ** زیر آب شور رفته تا به حلق 2205
- Bu da şuna benzer: Halk, yoksulluktan korkar, ama boğazlarına kadar acı suya batarlar.
-
گر بترسندی از آن فقرآفرین ** گنجهاشان کشف گشتی در زمین
- O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler aşikâr olurdu.
-
جملهشان از خوف غم در عین غم ** در پی هستی فتاده در عدم
- Hepsi de gam korkusuyla gamın içine batmışlar, varlık kaygısıyla yokluğa düşmüşlerdir!
-
دعا و شفاعت دقوقی در خلاص کشتی
- Dekukî’nin şefaat etmesi ve geminin kurtulmasına duası
-
چون دقوقی آن قیامت را بدید ** رحم او جوشید و اشک او دوید
- Dekukî o kıyameti görünce merhameti coştu, gözyaşları akmaya başladı.
-
گفت یا رب منگر اندر فعلشان ** دستشان گیر ای شه نیکو نشان
- Yarabbi, dedi, onların yaptıklarına bakma, ey lütuf sahibi padişah, ellerini tut, imdatlarına yetiş.
-
خوش سلامتشان به ساحل با زبر ** ای رسیده دست تو در بحر و بر 2210
- Ey eli denize de yetişen, karaya da. Onları sağlıkla, selâmetle kıyıya çıkar.
-
ای کریم و ای رحیم سرمدی ** در گذار از بدسگالان این بدی
- Ey ebedî kerem merhamet sahibi, o kötü kişilerden bu kötülüğü defet!
-
ای بداده رایگان صد چشم و گوش ** بی ز رشوت بخش کرده عقل و هوش
- Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir ihsan eden Allah.
-
پیش از استحقاق بخشیده عطا ** دیده از ما جمله کفران و خطا
- Sen, biz hak etmeden lütuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine karşı yaptığımız kâfirliklerle hatalarımızı hep görürsün.
-
ای عظیم از ما گناهان عظیم ** تو توانی عفو کردن در حریم
- Ey ulu Allah, bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır. Fakat sen, bunları lütfunla affetmeye kaadirsin.
-
ما ز آز و حرص خود را سوختیم ** وین دعا را هم ز تو آموختیم 2215
- Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi.
-
حرمت آن که دعا آموختی ** در چنین ظلمت چراغ افروختی
- Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir karanlığı aydınlatman hürmetine sen bunlara acı.
-
همچنین میرفت بر لفظش دعا ** آن زمان چون مادران با وفا
- İhtiyarsız bir surette şefkatli analar gibi dua edip duruyor.
-
اشک میرفت از دو چشمش و آن دعا ** بی خود از وی می بر آمد بر سما
- Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua, gökyüzüne yüceltmekteydi.
-
آن دعای بی خودان خود دیگرست ** آن دعا زو نیست گفت داورست
- O ihtiyarsız dua, yok mu? Bambaşka bir şeydir. O da, adamın kendisinden değildir, Allah’tandır. Allah ilhamıdır.
-
آن دعا حق میکند چون او فناست ** آن دعا و آن اجابت از خداست 2220
- O esnada insan, yok olur, o duada bulunan Allah’tır; dua da Allah’tandır, icabette.
-
واسطهی مخلوق نه اندر میان ** بیخبر زان لابه کردن جسم و جان
- Arada vasıta olarak mahlûk yoktur. O niyazdan cismin de haberi yoktur, canın da.
-
بندگان حق رحیم و بردبار ** خوی حق دارند در اصلاح کار
- Lütuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları, işleri düzeltmekte Allah huyuna sahiptirler.
-
مهربان بیرشوتان یاریگران ** در مقام سخت و در روز گران
- Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar yardımda bulunurlar.
-
هین بجو این قوم را ای مبتلا ** هین غنیمت دارشان پیش از بلا
- Ey belâlara uğramış adam, kendine gel de bunları ara… Kendine gel de belâ vaktinde onların duasını ganimet bil!
-
رست کشتی از دم آن پهلوان ** واهل کشتی را بجهد خود گمان 2225
- O Allah erinin duasıyla gemi kurtuldu. Gemidekilerse kendi gayretleriyle,
-
که مگر بازوی ایشان در حذر ** بر هدف انداخت تیری از هنر
- Kendi ihtiyatlarıyla hünerler gösterip oku hedefe attılar, gemiyi kurtardılar zannındaydılar.
-
پا رهاند روبهان را در شکار ** و آن زدم دانند روباهان غرار
- Av esnasında tilkiyi ayakları kurtarır da mağrur tilki, kendisini kuyruğu kurtardı sanır.
-
عشقها با دم خود بازند کین ** میرهاند جان ما را در کمین
- Canımızı pusudan bu kurtardı diye kuyruğu ile oynar, kuyruğunu sever!
-
روبها پا را نگه دار از کلوخ ** پا چو نبود دم چه سود ای چشمشوخ
- A tilki, ayağını taştan koru… A açgözlü sersem, ayak olmasa kuyruk ne yapabilir ki?
-
ما چو روباهان و پای ما کرام ** میرهاندمان ز صدگون انتقام 2230
- Biz de tilkilere benzeriz, bizi yüzlerce çeşit belâlardan kurtaran ayaklarımız, ulularımızdır.
-
حیلهی باریک ما چون دم ماست ** عشقها بازیم با دم چپ و راست
- Derin hilelerimiz, kuyruğumuza benzer de biz onunla sağdan, soldan oynar, onunla oynaşır dururuz!
-
دم بجنبانیم ز استدلال و مکر ** تا که حیران ماند از ما زید و بکر
- İstidlâle yapışır, hileye koyulur, falan adam, feşman adam bize şaşsın kalsın diye kuyruğumuzu sallarız!
-
طالب حیرانی خلقان شدیم ** دست طمع اندر الوهیت زدیم
- Halkın hayran olmasını isteriz, hatta tamah elimizi Allahlığa bile uzatırız.
-
تا بافسون مالک دلها شویم ** این نمیبینیم ما کاندر گویم
- Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura düştüğümüzü görmeyiz.
-
در گوی و در چهی ای قلتبان ** دست وا دار از سبال دیگران 2235
- Behey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını bırak, kendine bak!
-
چون به بستانی رسی زیبا و خوش ** بعد از آن دامان خلقان گیر و کش
- Güzel hoş bir bahçeye var da ondan sonra halkın eteğini tut, çek!
-
ای مقیم حبس چار و پنج و شش ** نغز جایی دیگران را هم بکش
- Ey dört unsurlu beş duyguya, altı cihete hapis olup kalmış adam, ne güzel yerin var, hadi, başkalarını da çek oraya!
-
ای چو خربنده حریف کون خر ** بوسه گاهی یافتی ما را ببر
- Ey eşeğe kul olan, ey eşeğin kuyruğunun altına lâyık olan, öpülecek bir yer buldunsa hadi bizi de götür!
-
چون ندادت بندگی دوست دست ** میل شاهی از کجاات خاستست
- Sevgilinin kulluğu, sana el vermedikçe bu padişahlık meyli nereden geldi sana?
-
در هوای آنک گویندت زهی ** بستهای در گردن جانت زهی 2240
- Sen, halkın sana aferin, yaşa demesi halkın takdir etmesi havasındasın! Hâlbuki canının boynuna bir kiriştir bağlamışsın!
-
روبها این دم حیلت را بهل ** وقف کن دل بر خداوندان دل
- Behey tilki, bu hile kuyruğunu bırak, gönlünü, gönül sahiplerine vakfet.
-
در پناه شیر کم ناید کباب ** روبها تو سوی جیفه کم شتاب
- Aslana sığınırsan kebabın azalmaz… Murdar ölü etine pek koşma!
-
تو دلا منظور حق آنگه شوی ** که چو جزوی سوی کل خود روی
- Gönül, sen bir cüz’e benzersin, küllüne varır, ulaşırsan Allah’a makbul olursun.
-
حق همیگوید نظرمان در دلست ** نیست بر صورت که آن آب و گلست
- Allah, “Biz gönle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete değil” diyor.
-
تو همیگویی مرا دل نیز هست ** دل فراز عرش باشد نه به پست 2245
- Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül arşın yücesindedir, aşağılıklarda değil!
-
در گل تیره یقین هم آب هست ** لیک زان آبت نشاید آبدست
- Kara toprakta da su olur ama o suyla aptes alamazsın ki!
-
زانک گر آبست مغلوب گلست ** پس دل خود را مگو کین هم دلست
- O da sudur, sudur ama toprakla karışık… Gayri sakın gönlüne gönül deme.
-
آن دلی کز آسمانها برترست ** آن دل ابدال یا پیغامبرست
- Göklerden yüce olan gönül, ya Abdal’ın gönlüdür, ya da Peygamberin.
-
پاک گشته آن ز گل صافی شده ** در فزونی آمده وافی شده
- Su, topraktan arındı mı saf olur, artar, her işe yarar.
-
ترک گل کرده سوی بحر آمده ** رسته از زندان گل بحری شده 2250
- Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize katık olur.