English    Türkçe    فارسی   

3
2233-2282

  • طالب حیرانی خلقان شدیم ** دست طمع اندر الوهیت زدیم
  • Halkın hayran olmasını isteriz, hatta tamah elimizi Allahlığa bile uzatırız.
  • تا بافسون مالک دلها شویم ** این نمی‌بینیم ما کاندر گویم
  • Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura düştüğümüzü görmeyiz.
  • در گوی و در چهی ای قلتبان ** دست وا دار از سبال دیگران 2235
  • Behey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını bırak, kendine bak!
  • چون به بستانی رسی زیبا و خوش ** بعد از آن دامان خلقان گیر و کش
  • Güzel hoş bir bahçeye var da ondan sonra halkın eteğini tut, çek!
  • ای مقیم حبس چار و پنج و شش ** نغز جایی دیگران را هم بکش
  • Ey dört unsurlu beş duyguya, altı cihete hapis olup kalmış adam, ne güzel yerin var, hadi, başkalarını da çek oraya!
  • ای چو خربنده حریف کون خر ** بوسه گاهی یافتی ما را ببر
  • Ey eşeğe kul olan, ey eşeğin kuyruğunun altına lâyık olan, öpülecek bir yer buldunsa hadi bizi de götür!
  • چون ندادت بندگی دوست دست ** میل شاهی از کجاات خاستست
  • Sevgilinin kulluğu, sana el vermedikçe bu padişahlık meyli nereden geldi sana?
  • در هوای آنک گویندت زهی ** بسته‌ای در گردن جانت زهی 2240
  • Sen, halkın sana aferin, yaşa demesi halkın takdir etmesi havasındasın! Hâlbuki canının boynuna bir kiriştir bağlamışsın!
  • روبها این دم حیلت را بهل ** وقف کن دل بر خداوندان دل
  • Behey tilki, bu hile kuyruğunu bırak, gönlünü, gönül sahiplerine vakfet.
  • در پناه شیر کم ناید کباب ** روبها تو سوی جیفه کم شتاب
  • Aslana sığınırsan kebabın azalmaz… Murdar ölü etine pek koşma!
  • تو دلا منظور حق آنگه شوی ** که چو جزوی سوی کل خود روی
  • Gönül, sen bir cüz’e benzersin, küllüne varır, ulaşırsan Allah’a makbul olursun.
  • حق همی‌گوید نظرمان در دلست ** نیست بر صورت که آن آب و گلست
  • Allah, “Biz gönle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete değil” diyor.
  • تو همی‌گویی مرا دل نیز هست ** دل فراز عرش باشد نه به پست 2245
  • Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül arşın yücesindedir, aşağılıklarda değil!
  • در گل تیره یقین هم آب هست ** لیک زان آبت نشاید آب‌دست
  • Kara toprakta da su olur ama o suyla aptes alamazsın ki!
  • زانک گر آبست مغلوب گلست ** پس دل خود را مگو کین هم دلست
  • O da sudur, sudur ama toprakla karışık… Gayri sakın gönlüne gönül deme.
  • آن دلی کز آسمانها برترست ** آن دل ابدال یا پیغامبرست
  • Göklerden yüce olan gönül, ya Abdal’ın gönlüdür, ya da Peygamberin.
  • پاک گشته آن ز گل صافی شده ** در فزونی آمده وافی شده
  • Su, topraktan arındı mı saf olur, artar, her işe yarar.
  • ترک گل کرده سوی بحر آمده ** رسته از زندان گل بحری شده 2250
  • Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize katık olur.
  • آب ما محبوس گل ماندست هین ** بحر رحمت جذب کن ما را ز طین
  • Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta hapsedilmiş. Ey rahmet denizi, sen de çek bizi!
  • بحر گوید من ترا در خود کشم ** لیک می‌لافی که من آب خوشم
  • Fakat deniz, “Ben, seni çekip duruyorum ama sen, ben iyi tatlı bir suyum demektesin.
  • لاف تو محروم می‌دارد ترا ** ترک آن پنداشت کن در من درآ
  • Senin lâfın, seni mahrum ediyor. O zannı bırak da bana gel” demektedir.
  • آب گل خواهد که در دریا رود ** گل گرفته پای آب و می‌کشد
  • Topraktaki su denize gitmek isterse de ayağını toprak tutmuştur, onu kendisine çekmektedir.
  • گر رهاند پای خود از دست گل ** گل بماند خشک و او شد مستقل 2255
  • Ayağını toprağın elinden kurtarırsa toprak, kupkuru bir hale gelir, o da hür kalır, başına buyruk olur!
  • آن کشیدن چیست از گل آب را ** جذب تو نقل و شراب ناب را
  • O toprağın suyu çekip mahvetmesi nedir? Senin halis şarapla mezeye düşkünlüğün!
  • همچنین هر شهوتی اندر جهان ** خواه مال و خواه جاه و خواه نان
  • Böylece cihandaki her şehvet, ister mal olsun, ister mevki, ister ekmek…
  • هر یکی زینها ترا مستی کند ** چون نیابی آن خمارت می‌زند
  • Bunların her biri seni sarhoş eder. Bunları bulmazsan başın ağrımaya başlar, sersemleşirsin.
  • این خمار غم دلیل آن شدست ** که بدان مفقود مستی‌ات بدست
  • Bu gam sersemliği, bulamadığın şeyin seni sarhoş ettiğine delâlet eder.
  • جز به اندازه‌ی ضرورت زین مگیر ** تا نگردد غالب و بر تو امیر 2260
  • Bunların ihtiyaçtan fazlasına meyletme de, sana galebe etmesin, sana bey olmasın!
  • سر کشیدی تو که من صاحب‌دلم ** حاجت غیری ندارم واصلم
  • Sen, ben de gönül sahibiyim, başkasına ihtiyacım yok, Allah’a ulaştım diye baş çekersin ama,
  • آنچنانک آب در گل سر کشد ** که منم آب و چرا جویم مدد
  • Bu halin, toprakla bulanık olan suyun, ben de suyum, neden başkasından yardım isteyecekmişim ki diye serkeşlik etmesine benzer.
  • دل تو این آلوده را پنداشتی ** لاجرم دل ز اهل دل برداشتی
  • Bu bulaşık şeyi gönül sandın da gönlünü gönül sahiplerinden çektin.
  • خود روا داری که آن دل باشد این ** کو بود در عشق شیر و انگبین
  • Süt, bal sevdasına düşen bu gönlün, gönül olmasını reva görür müsün, sen böyle.
  • لطف شیر و انگبین عکس دلست ** هر خوشی را آن خوش از دل حاصلست 2265
  • Sütün, balın güzelliği, gönlün onlara aksiyle hâsıl olur. Her güzele güzellik gönülden gelir.
  • پس بود دل جوهر و عالم عرض ** سایه‌ی دل چون بود دل را غرض
  • Şu halde gönül cevherdir, âlem araz. Gönlün gölgesi, nasıl olur da gönle maksat olur?
  • آن دلی کو عاشق مالست و جاه ** یا زبون این گل و آب سیاه
  • Mala, mevkiye âşık olan gönül, ya bu toprağa zebundur, ya kara suya!
  • یا خیالاتی که در ظلمات او ** می‌پرستدشان برای گفت و گو
  • Yahut da karanlıklarda hayallere kapılmıştır, dedikodu için o hayallere tapıp durmaktadır!
  • دل نباشد غیر آن دریای نور ** دل نظرگاه خدا وانگاه کور
  • O nur denizinden başkası gönül olamaz. Gönül, hem Allah’ın nazargâhı olsun, hem kör… İmkân var mı buna?
  • نه دل اندر صد هزاران خاص و عام ** در یکی باشد کدامست آن کدام 2270
  • Yüz binlerce halkta, yüz binlerce ileri gelenlerde bulunan gönül değildir. Gönül, bir tek kişide olur. O tek kişi hangisidir, hangisi?
  • ریزه‌ی دل را بهل دل را بجو ** تا شود آن ریزه چون کوهی ازو
  • Sen, o kırık dökük, parça buçuk gönül kırpıntılarını bırak, asıl gönül ara da o kırık dökük gönül de onun sayesinde dağ kesilsin.
  • دل محیطست اندرین خطه‌ی وجود ** زر همی‌افشاند از احسان و جود
  • Gönül, bu vücut ülkesini kaplamıştır, cömertliğinden altınlar saçıp durmaktadır.
  • از سلام حق سلامیها نثار ** می‌کند بر اهل عالم اختیار
  • Âlemdekilere Allah selâmından selâmlar saçmaktadır.
  • هر که را دامن درستست و معد ** آن نثار دل بر آنکس می‌رسد
  • Kimin eteği sağlamsa, kimin eteği hazırsa o gönül saçısına nail olur.
  • دامن تو آن نیازست و حضور ** هین منه در دامن آن سنگ فجور 2275
  • Senin eteğin de o niyazdır, o huzurdur. Kendine gel de kötülük taşlarını eteğine koyma.
  • تا ندرد دامنت زان سنگها ** تا بدانی نقد را از رنگها
  • Koyma da o taşlar eteğini yırtmasın. Eteğin yırtılmasın sana asıl parayı uydurma paradan fark edesin.
  • سنگ پر کردی تو دامن از جهان ** هم ز سنگ سیم و زر چون کودکان
  • Sen, eteğini cihandaki taşlarla, çocuklar gibi altın ve gümüş farz edilen taşlarla doldurdun.
  • از خیال سیم و زر چون زر نبود ** دامن صدقت درید و غم فزود
  • Fakat hayali altın ve gümüş, hakiki altın ve gümüşe benzemez. Onlar, senin doğruluk eteğini yırttı, derdini artırdı.
  • کی نماید کودکان را سنگ سنگ ** تا نگیرد عقل دامنشان به چنگ
  • Akıl, el atıp da eteklerini tutmadıkça çocuklar, taşın taş olduğunu nasıl görürler?
  • پیر عقل آمد نه آن موی سپید ** مو نمی‌گنجد درین بخت و امید 2280
  • İnsan akılla bir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile rica ile bulunmaz!
  • انکار کردن آن جماعت بر دعا و شفاعت دقوقی و پریدن ایشان و ناپیدا شدن در پرده‌ی غیب و حیران شدن دقوقی کی در هوا رفتند یا در زمین
  • O cemaatin, Dekukî’nin dua ve şefaatini hoş görmeyip uçması, gayp perdesi altında gizlenmesi Dekukî’ini, havaya mı çıktılar, yere mi geçtiler diye şaşırıp kalması
  • چون رهید آن کشتی و آمد بکام ** شد نماز آن جماعت هم تمام
  • O gemi kurtuldu, murat hâsıl oldu, o cemaatin namazı da tamamlandı.
  • فجفجی افتادشان با همدگر ** کین فضولی کیست از ما ای پدر
  • Onlar, birbirleriyle fısıldaşmaya başladılar. “Baba, bu aramızdaki herzevekil kim acaba” diyorlardı.