-
هم هویدا پرس و هم پنهان ز خلق ** که چه میگفت این گدای ژندهدلق 2385
- Halktan hem gizli sor, hem de aşikâre… Bak, bu eski hırkalı yoksul neler söylüyor, nasıl dua ediyordu, anla,
-
بعد این جمله دعا و این فغان ** گاوی اندر خانه دیدم ناگهان
- Bu dualardan, bu feryatlardan sonra bir de baktım ki evime bir öküz girivermiş.
-
چشم من تاریک شد نه بهر لوت ** شادی آن که قبول آمد قنوت
- Gözüm karardı. Ama lokma için değil, duam kabul edildi diye sevindim hani.
-
کشتم آن را تا دهم در شکر آن ** که دعای من شنود آن غیبدان
- O ayıpları bilen Allah duamı kabul etti, buna şükrane olsun diye öküzü kestim”
-
حکم کردن داود علیه السلام برکشندهی گاو
- Davud Aleyhisselâm’ın, öküzü kesenin haksız olduğuna hükmetmesi
-
گفت داود این سخنها را بشو ** حجت شرعی درین دعوی بگو
- Davut, “Bu sözlerden el yıka, dâvana şer’i delil getir.
-
تو روا داری که من بی حجتی ** بنهم اندر شهر باطل سنتی 2390
- Reva görür müsün delilsiz bir hüküm vereyim de bu şehirde bâtıl bir sünnet koyayım, kötü bir âdet bırakayım,
-
این کی بخشیدت خریدی وارثی ** ریع را چون میستانی حارثی
- Bunu sana kim bağışladı? Satın mı aldın, mirasa mı kondun? Ekine nasıl sahip olabilirsin, sen mi ektin? Ektinse senindir.
-
کسب را همچون زراعت دان عمو ** تا نکاری دخل نبود آن تو
- Kazanmakta ekin ekmeye benzer. Ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın yoktur.
-
آنچ کاری بدروی آن آن تست ** ورنه این بیداد بر تو شد درست
- Ektinse ektiğini biçersin, o senindir. Yoksa zulmettiğin, haksız olduğun kat’iyetle anlaşılır.
-
رو بده مال مسلمان کژ مگو ** رو بجو وام و بده باطل مجو
- Yürü, eğri büğrü söylenme, bu Müslümanın malını ver. Paran yoksa borç al, ver; beyhude konuşma!” dedi.
-
گفت ای شه تو همین میگوییم ** که همیگویند اصحاب ستم 2395
- Adam, “Padişahım, sitemkârlar ne söylüyorlarsa sen de tıpkı onu söylüyorsun bana” deyip
-
تضرع آن شخص از داوری داود علیه السلام
- Adamın, Davut Aleyhisselâm’ın hükmünden feryada gelmesi
-
سجده کرد و گفت کای دانای سوز ** در دل داود انداز آن فروز
- Secde ederek dedi ki. “Ey benim yanıp yakıldığımı gören Allah’ım, Davud’un gönlüne de o nuru ver.
-
در دلش نه آنچ تو اندر دلم ** اندر افکندی براز ای مفضلم
- Gönlüme saldığın ziyayı onun gönlüne da sal ey ihsan sahibi Rabbim.”
-
این بگفت و گریه در شد های های ** تا دل داود بیرون شد ز جای
- Bu sözleri söyledikten sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir ağlayış ağladı ki Davud’un gönlü yerinden oynadı.
-
گفت هین امروز ای خواهان گاو ** مهلتم ده وین دعاوی را مکاو
- “Ey öküzü dâva eden, bugün bana mühlet ver, bu dâvanın görülmesinde ısrar etme.
-
تا روم من سوی خلوت در نماز ** پرسم این احوال از دانای راز 2400
- Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de sırları bilen Allah’tan sorayım.
-
خوی دارم در نماز این التفات ** معنی قرة عینی فی الصلوة
- Namazda Rabbime bağlanırım, “ namaz gözümün nurudur” sırrı zuhur eder, bu benim huyumdur.
-
روزن جانم گشادست از صفا ** میرسد بی واسطه نامهی خدا
- Can pencerem zevk ve şevkle açıktır. Allah’ın lütfu oraya vasıtasız gelir.
-
نامه و باران و نور از روزنم ** میفتد در خانهام از معدنم
- Allah’ın lütfu, rahmeti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evime girer.
-
دوزخست آن خانه کان بی روزنست ** اصل دین ای بنده روزن کردنست
- Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul, dinin aslı pencere açmıştır.
-
تیشهی هر بیشهای کم زن بیا ** تیشه زن در کندن روزن هلا 2405
- Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere açmak için balta vur.
-
یا نمیدانی که نور آفتاب ** عکس خورشید برونست از حجاب
- Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
-
نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
- Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
-
من چو خورشیدم درون نور غرق ** میندانم کرد خویش از نور فرق
- Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
-
رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
- O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
-
کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان 2410
- Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.”
-
نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
- İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
-
همچنین داود میگفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق
- Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
-
پس گریبانش کشید از پس یکی ** که ندارم در یکییاش شکی
- Arkasından birisi, “Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un eteğini çekti.
-
با خود آمد گفت را کوتاه کرد ** لب ببست و عزم خلوتگاه کرد
- Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet edeceği yere hareket etti.
-
در خلوت رفتن داود تا آنچ حقست پیدا شود
- Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
-
در فرو بست و برفت آنگه شتاب ** سوی محراب و دعای مستجاب 2415
- Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi.
-
حق نمودش آنچ بنمودش تمام ** گشت واقف بر سزای انتقام
- Allah, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak kimdir, kısasa layık adam hangisidir, bildi.
-
روز دیگر جمله خصمان آمدند ** پیش داود پیمبر صف زدند
- Ertesi günü iki davacı ile halk gelip Davud’un huzuruna dikildiler.
-
همچنان آن ماجراها باز رفت ** زود زد آن مدعی تشنیع زفت
- Davacı yine aynı davayı tekrarladı, birçok ağır sözler söyledi.
-
حکم کردن داود بر صاحب گاو کی از سر گاو برخیز و تشنیع صاحب گاو بر داود علیه السلام
- Davud’un, öküz sahibi aleyhine hüküm vermesi ve “Sen bu öküzden vazgeç” demesi, bunun üzerine öküz sahibinin Davud Aleyhisselâm’ı kınaması
-
گفت داودش خمش کن رو بهل ** این مسلمان را ز گاوت کن بحل
- Davud “Sus, bu dâvayı bırak, öküzü bu Müslümana helâl et de yürü git.
-
چون خدا پوشید بر تو ای جوان ** رو خمش کن حق ستاری بدان 2420
- Yiğit, mademki Allah, senin sırrını açmadı, onun bu sır örtücülüğüne şükret de sükût et” dedi.
-
گفت وا ویلی چه حکمست این چه داد ** از پی من شرع نو خواهی نهاد
- Öküz sahibi “Bu nasıl hüküm, bu ne biçim adalet? Benim için yeni bir şeriat mı kuracaksın.
-
رفته است آوازهی عدلت چنان ** که معطر شد زمین و آسمان
- Adalet âleme yayıldı; yer, gök, adaletinle güzel kokulara bürünmüş…
-
بر سگان کور این استم نرفت ** زین تعدی سنگ و که بشکافت تفت
- Kör köpekler bile bu sistem yapılmadı. Bu tecavüzden, bu cefadan hararetlendi de taş da yarıldı, dağ da!”
-
همچنین تشنیع میزد برملا ** کالصلا هنگام ظلمست الصلا
- Diyor, bu çeşit ağır sözler söylüyor, “Ey ahali, gelin de görün zulmü!” diye bağırıyordu.
-
حکم کردن داود بر صاحب گاو کی جمله مال خود را به وی ده
- Davud’un öküz sahibine “Bütün malını, mülkünü ona ver” demesi
-
بعد از آن داود گفتش کای عنود ** جمله مال خویش او را بخش زود 2425
- Davud, ondan sonra dedi ki. “A inatçı, bütün malını mülkünü hemencecik ona bağışla.
-
ورنه کارت سخت گردد گفتمت ** تا نگردد ظاهر از وی استمت
- Yoksa bak, sana söylüyorum, işin fena olur, yaptığın zulüm ve cefa meydana çıkar.”
-
خاک بر سر کرد و جامه بر درید ** که بهر دم میکنی ظلمی مزید
- Adam, bu söz üzerine başına topraklar serpip elbisesini yırtarak “Her an zulmünü artırıp durmaktasın” dedi.
-
یکدمی دیگر برین تشنیع راند ** باز داودش به پیش خویش خواند
- Yine bir müddet Davud’u kınamaya koyuldu, Davud, tekrar onu huzuruna çağırıp,
-
گفت چون بختت نبود ای بختکور ** ظلمت آمد اندک اندک در ظهور
- Dedi ki: “Ey bahtı körleşmiş herif, mademki talihin yok, gayri yavaş, yavaş karanlıklar basmaya başladı.
-
ریدهای آنگاه صدر و پیشگاه ** ای دریغ از چون تو خر خاشاک و کاه 2430
- Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık… Öyle olduğu halde sen yine başköşeyi gözetip duruyorsun ha!
-
رو که فرزندان تو با جفت تو ** بندگان او شدند افزون مگو
- Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, karın da! Artık fazla söylenme!”
-
سنگ بر سینه همیزد با دو دست ** میدوید از جهل خود بالا و پست
- Davacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi.
-
خلق هم اندر ملامت آمدند ** کز ضمیر کار او غافل بدند
- Halk da Davud’u kınamaya başladı. Davacının gönlünde ne var, bilmiyorlardı ki,
-
ظالم از مظلوم کی داند کسی ** کو بود سخرهی هوا همچون خسی
- Bir insan, saman çöpü gibi havaya kapılmış, maskara olmuşsa zalimi mazlumdan nasıl fark edebilir?