- 
		    چشم اگر داری تو کورانه میا ** ور نداری چشم دست آور عصا
- Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن عصای حزم و استدلال را ** چون نداری دید میکن پیشوا
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ور عصای حزم و استدلال نیست ** بی عصاکش بر سر هر ره مهایست
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گام زان سان نه که نابینا نهد ** تا که پا از چاه و از سگ وا رهد
- Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   لرز لرزان و بترس و احتیاط ** مینهد پا تا نیفتد در خباط   280
- Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمهی ماری شده
- Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  قصهی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و  در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
- Seba’lılar ve nimetten azmaları
 
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تو نخواندی قصهی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
- Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
- O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
- Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ   285
- Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
- O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مر سگی را لقمهی نانی ز در ** چون رسد بر در همیبندد کمر
- Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پاسبان و حارس در میشود ** گرچه بر وی جور و سختی میرود
- Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
- Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش میکنند آن دم ادب   290
- Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که برو آنجا که اول منزلست ** حق آن نعمت گروگان دلست
- İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میگزندش که برو بر جای خویش ** حق آن نعمت فرو مگذار بیش
- Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terk etme diye onu ısırırlar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از در دل و اهل دل آب حیات ** چند نوشیدی و وا شد چشمهات
- Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بس غذای سکر و وجد و بیخودی ** از در اهل دلان بر جان زدی
- Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   باز این در را رها کردی ز حرص ** گرد هر دکان همیگردی ز حرص   295
- Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بر در آن منعمان چربدیگ ** میدوی بهر ثرید مردریگ
- O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چربش اینجا دان که جان فربه شود ** کار نااومید اینجا به شود
- Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  جمع آمدن اهل آفت هر صباحی بر در صومعهی  عیسی علیه السلام جهت طلب شفا به دعای او
- Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
 
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    صومعهی عیسیست خوان اهل دل ** هان و هان ای مبتلا این در مهل
- İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جمع گشتندی ز هر اطراف خلق ** از ضریر و لنگ و شل و اهل دلق
- Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… Hepsi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   بر در آن صومعهی عیسی صباح ** تا بدم اوشان رهاند از جناح   300
- Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    او چو فارغ گشتی از اوراد خویش ** چاشتگه بیرون شدی آن خوبکیش
- İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جوق جوقی مبتلا دیدی نزار ** شسته بر در در امید و انتظار
- Zayıf, perişan birçok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفتی ای اصحاب آفت از خدا ** حاجت این جملگانتان شد روا
- Dua ederde “Allah, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هین روان گردید بی رنج و عنا ** سوی غفاری و اکرام خدا
- Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Allah’ın yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   جملگان چون اشتران بستهپای ** که گشایی زانوی ایشان برای   305
- Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خوش دوان و شادمانه سوی خان ** از دعای او شدندی پا دوان
- Onlar da hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آزمودی تو بسی آفات خویش ** یافتی صحت ازین شاهان کیش
- Sen de bunca âfetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün… Padişah meşrepli erlerden sıhhat buldun.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چند آن لنگی تو رهوار شد ** چند جانت بی غم و آزار شد
- Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای مغفل رشتهای بر پای بند ** تا ز خود هم گم نگردی ای لوند
- Sense gâfilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına bir ip bağlamış durmaktasın be herif!
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   ناسپاسی و فراموشی تو ** یاد ناورد آن عسلنوشی تو   310
- Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş, o bal yediğin zamanları hatırına bile getirmiyor.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    لاجرم آن راه بر تو بسته شد ** چون دل اهل دل از تو خسته شد
- Hulâsa o yol, sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زودشان در یاب و استغفار کن ** همچو ابری گریههای زار کن
- Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla, inle.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا گلستانشان سوی تو بشکفد ** میوههای پخته بر خود وا کفد
- De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم بر آن در گرد کم از سگ مباش ** با سگ کهف ار شدستی خواجهتاش
- O kapıda dön, dolaş Eshabı Kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چون سگان هم مر سگان را ناصحاند ** که دل اندر خانهی اول ببند   315
- Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن در اول که خوردی استخوان ** سخت گیر و حق گزار آن را ممان
- Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terk etme derler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میگزندش تا ز ادب آنجا رود ** وز مقام اولین مفلح شود
- Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میگزندش کای سگ طاغی برو ** با ولی نعمتت یاغی مشو
- Isırırken şöyle derler "A azgın köpek, velinimetine isyan etme.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بر همان در همچو حلقه بسته باش ** پاسبان و چابک و برجسته باش
- Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et, o kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   صورت نقض وفای ما مباش ** بیوفایی را مکن بیهوده فاش   320
- Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مر سگان را چون وفا آمد شعار ** رو سگان را ننگ و بدنامی میار
- Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma."
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بیوفایی چون سگان را عار بود ** بیوفایی چون روا داری نمود
- Ulu Allah bile vefakârlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    حق تعالی فخر آورد از وفا ** گفت من اوفی بعهد غیرنا
- Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol. Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بیوفایی دان وفا با رد حق ** بر حقوق حق ندارد کس سبق
- Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   حق مادر بعد از آن شد کان کریم ** کرد او را از جنین تو غریم   325
- Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.