این غلطده دیده را حرمان ماست ** وین مقلب قلب را س القضاست
Gözü yanıltan da bizim ezelî nasipsizliğimiz. Kalbi çeviren de kötü kaza ve kader!
چون بت سنگین شما را قبله شد ** لعنت و کوری شما را ظله شد
Taştan yontulup yapılan put, size kıble olduğundan lânetin, körlüğün gölgesine sığındınız, orada yurt edindiniz.
چون بشاید سنگتان انباز حق ** چون نشاید عقل و جان همراز حق2765
Zannınızca taştan yapılma putlarınız Allah’a eş oluyor da akılla, can nasıl Allah sırrına sahip olmuyor?
پشهی مرده هما را شد شریک ** چون نشاید زنده همراز ملیک
Demek ki bir ölü sinek Allah’a eş oluyor sizce… Peki, o halde diri olan insan neden o padişahlar padişahına sırdaş olmasın?
یا مگر مرده تراشیدهی شماست ** پشهی زنده تراشیدهی خداست
Yoksa ölü sineğe benzeyen put, sizin tarafınızdan yapıldığı için mi Allah’a eş olmaya lâyık? Diri insan, Allah mahlûku olduğundan mı Allah sırrın mahrem olamıyor?
عاشق خویشید و صنعتکرد خویش ** دم ماران را سر مارست کیش
Siz, kendinize, kendi sanatınıza âşıksınız. Yılanların kuyruklarına lâyık olan elbette yılanbaşıdır.
نه در آن دم دولتی و نعمتی ** نه در آن سر راحتی و لذتی
Ne o kuyrukta bir devlet, bir nimet vardır, ne o başta bir rahat, bir lezzet!
گرد سر گردان بود آن دم مار ** لایقاند و درخورند آن هر دو یار2770
Yılanın kuyruğu, başının etrafında dönüp dolaşır, kıvrılıp düzelir. Kuyruk ve baş… O iki dost birbirine tam lâyıktır, tam münasiptir!
آنچنان گوید حکیم غزنوی ** در الهینامه گر خوش بشنوی
İlahi nâmeyi bir güzelce dinlesen görürsün; Hâkim-i Gaznevî öyle der:
کم فضولی کن تو در حکم قدر ** درخور آمد شخص خر با گوش خر
Takdirin hükmüne itiraz edip de boş boğazlıkta bulunma. Tavşana tavşankulağı münasiptir.
شد مناسب عضوها و ابدانها ** شد مناسب وصفها با جانها
Uzuvlarla bedenler tam uygundur… Huylarla canlar, tam birbirine denktir.
وصف هر جانی تناسب باشدش ** بی گمان با جان که حق بتراشدش
Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’tır.
چون صفت با جان قرین کردست او ** پس مناسب دانش همچون چشم و رو2775
Allah, mademki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil!
شد مناسب وصفها در خوب و زشت ** شد مناسب حرفها که حق نبشت
Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’ın yazdığı harfler birbirine tam münasip!
دیده و دل هست بین اصبعین ** چون قلم در دست کاتب ای حسین
Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de Allah’ın iki parmağı arasında!
اصبع لطفست و قهر و در میان ** کلک دل با قبض و بسطی زین بنان
Gönül kalemi, lütuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar.
ای قلم بنگر گر اجلالیستی ** که میان اصبعین کیستی
Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da gör!
جمله قصد و جنبشت زین اصبعست ** فرق تو بر چار راه مجمعست2780
Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lütfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yeridir.
این حروف حالهات از نسخ اوست ** عزم و فسخت هم ز عزم و فسخ اوست
Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana gelmekte… bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun iradesiyle, onun takdiriyle!
جز نیاز و جز تضرع راه نیست ** زین تقلب هر قلم آگاه نیست
Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez.
این قلم داند ولی بر قدر خود ** قدر خود پیدا کند در نیک و بد
Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de!
آنچ در خرگوش و پیل آویختند ** تا ازل را با حیل آمیختند
Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
بیان آنک هر کس را نرسد مثل آوردن خاصه در کار الهی
Herkes, misal getiremez, hele bu misal, Allah işine ait olursa
کی رسدتان این مثلها ساختن ** سوی آن درگاه پاک انداختن2785
Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi,
آن مثل آوردن آن حضرتست ** که بعلم سر و جهر او آیتست
Misal getirmek, Allah’ın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır.
تو چه دانی سر چیزی تا تو کل ** یا به زلفی یا به رخ آری مثل
Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
موسیی آن را عصا دید و نبود ** اژدها بد سر او لب میگشود
Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
چون چنان شاهی نداند سر چوب ** تو چه دانی سر این دام و حبوب
Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?
چون غلط شد چشم موسی در مثل ** چون کند موشی فضولی مدخل2790
Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur.
آن مثالت را چو اژدرها کند ** تا به پاسخ جزو جزوت بر کند
O misal bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
این مثال آورد ابلیس لعین ** تا که شد ملعون حق تا یوم دین
İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melun oldu.
این مثال آورد قارون از لجاج ** تا فرو شد در زمین با تخت و تاج
Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti.
این مثالت را چو زاغ و بوم دان ** که ازیشان پست شد صد خاندان
Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… Onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
مثلها زدن قوم نوح باستهزا در زمان کشتی ساختن
Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi
نوح اندر بادیه کشتی بساخت ** صد مثلگو از پی تسخیر بتاخت2795
Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar.
در بیابانی که چاه آب نیست ** میکند کشتی چه نادان و ابلهیست
“Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz aptal!” dediler.
آن یکی میگفت ای کشتی بتاز ** و آن یکی میگفت پرش هم بساز
Biri diyordu ki. “Gemi, hadi yürü koş!” Öbürü diyordu ki: “Bu gemiye bir de kanat tak!”
او همیگفت این به فرمان خداست ** این بچربکها نخواهد گشت کاست
Nuh da “Ben, bunu Allah emriyle yapıyorum, bu alaylarla işime kesat gelmez” demekteydi.
حکایت آن دزد کی پرسیدند چه میکنی نیمشب در بن این دیوار گفت دهل میزنم
Bir hırsıza "Gece yarısı bu duvar dibinde ne yapıyorsun?" demeleri, hırsızın "davul çalıyorum" demesi
این مثل بشنو که شب دزدی عنید ** در بن دیوار حفره میبرید
Şu hikâyeyi dinle de bak! Hırsızlığa alışmış herifin biri bir gece bir duvarın dibini delmekteydi.
نیمبیداری که او رنجور بود ** طقطق آهستهاش را میشنود2800
Hasta ev sahibi, gece yarısı yavaş, yavaş bir tak taktır duydu.
رفت بر بام و فرو آویخت سر ** گفت او را در چه کاری ای پدر
Dama çıkıp aşağıya eğildi, hırsızı görüp “Baba, ne yapıyorsun?
خیر باشد نیمشب چه میکنی ** تو کیی گفتا دهلزن ای سنی
Hayırdır, inşallah… Gece yarısı ne ediyorsun, kim sen” dedi. Hırsız “Davulcuyum azizim” diye cevap verdi.
در چه کاری گفت میکوبم دهل ** گفت کو بانگ دهل ای بوسبل
Adam “Peki, burada ne yapıyorsun?” deyince hırsız “Davul çalıyorum” dedi. Ev sahibi dedi ki: “Be adam, davul sesi hani?”
گفت فردا بشنوی این بانگ را ** نعره یا حسرتا وا ویلتا
Hırsız “Dur hele, sesini yarın duyarsın eyvahlar olsun! Dediğin zaman kulağına dank eder!”
آن دروغست و کژ و بر ساخته ** سر آن کژ را تو هم نشناخته2805
Kelîle’ de ki o hikâye de yalan, saçma, düzme… Fakat o saçma hikâyenin ne demek olduğunu, o hikâyenin maksadının anlamadın ki!
جواب آن مثل کی منکران گفتند از رسالت خرگوش پیغام به پیل از ماه آسمان
Münkirlerin söyledikleri tavşanın aya elçilik ederek file haber getirmesi hikâyesinin hakikati
سر آن خرگوش دان دیو فضول ** که به پیش نفس تو آمد رسول
A herzevekil, o tavşanın hakikati şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de,
تا که نفس گول را محروم کرد ** ز آب حیوانی که از وی خضر خورد
Ahmak nefsini, Hızır’ın içtiği Âbıhayattan mahrum eti.
بازگونه کردهای معنیش را ** کفر گفتی مستعد شو نیش را
Sen onun manasını ters anladın. Küfür söyledin, azabına hazırlan!
اضطراب ماه گفتی در زلال ** که بترسانید پیلان را شغال
Arı duru suda ayın hareketini, bununla tavşanın filleri korkuttuğunu anlattın.
قصهی خرگوش و پیل آری و آب ** خشیت پیلان ز مه در اضطراب2810