-
چشم باری در چنان پیلان گشا ** که بدندی پیلکش اندر وغا
- Bir defacık olsun gözünü aç da gör: Savaşta filleri yıkıp öldürdüğü halde,
-
آنچنان پیلان و شاهان ظلوم ** زیر خشم دل همیشه در رجوم
- Bu derecede kuvvetli filler, bu kadar zalim padişahlar bile gönül hışmına uğramışlar, taşlanıp durmaktadırlar.
-
تا ابد از ظلمتی در ظلمتی ** میروند و نیست غوثی رحمتی 2825
- Ebediyen zulmetten zulmete gidiyorlar… Ne yardım eden var, ne imdatlarına yetişen!
-
نام نیک و بد مگر نشنیدهاید ** جمله دیدند و شما نادیدهاید
- İyi adla kötü adı duymadınız mı yoksa? Hakikati herkes gördü de siz görmediniz mi yoksa,
-
دیده را نادیده میآرید لیک ** چشمتان را وا گشاید مرگ نیک
- Görülmüş şeyi görülmemiş sanırsınız, meydanda olan şeyleri bile görmezsiniz ama ölüm, gözlerinizi adamakıllı açacak elbet.
-
گیر عالم پر بود خورشید و نور ** چون روی در ظلمتی مانند گور
- Tut ki âlem, güneşle, nurla dopdolu… Sen, kör gibi karanlıklara gittikten sonra elbette ondan uzakta kalırsın, mahrum olursun!
-
بی نصیب آیی از آن نور عظیم ** بستهروزن باشی از ماه کریم
- O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz!
-
تو درون چاه رفتستی ز کاخ ** چه گنه دارد جهانهای فراخ 2830
- Sen köşkten çıkmış, kuyuya girmişsin. Bu geniş âlemlerin ne günahı var?
-
جان که اندر وصف گرگی ماند او ** چون ببیند روی یوسف را بگو
- Kurt huylarıyla huylanmış olan ruh, Yusuf’un yüzünü nasıl görebilir, söyle!
-
لحن داودی به سنگ و که رسید ** گوش آن سنگین دلانش کم شنید
- Davud’un sesi dağlara, taşlara ulaştı da yine o taş yüreklilerin kulaklarına girmedi!
-
آفرین بر عقل و بر انصاف باد ** هر زمان والله اعلم بالرشاد
- Her an akla, insafa aferin! Doğrusunu Allah bilir ya!
-
صدقوا رسلا کراما یا سبا ** صدقوا روحا سباها من سبا
- Ey Sebâlılar, peygamberleri tasdik edin, Allah’a olan ruhu tasdik edin!
-
صدقوهم هم شموس طالعه ** یومنوکم من مخازی القارعه 2835
- Tasdik edin; onlar doğmuş güneşlerdir… Onlar sizi kıyametin azaplarından kurtarırlar.
-
صدقوهم هم بدور زاهره ** قبل ان یلقوکم بالساهره
- Tasdik edin; onlar kıyamet kopmadan önce, oraya varmanızdan evvel sizi de nurlandıran, âlemi de nurlandıran aydın dolunaydır.
-
صدقوهم هم مصابیح الدجی ** اکرموهم هم مفاتیح الرجا
- Tasdik edin; onlar karanlıkları aydınlatan ışıklardır… Ulu tutun, ağırlayın… Onlar, rica ve niyaz anahtarlarıdır.
-
صدقوا من لیس یرجو خیرکم ** لا تضلوا لا تصدوا غیرکم
- Hayrınızdan başka bir şey dilemeyenleri tasdik edin… Kendinizden başka kimseyi azdırmayın, kimseye tecavüz etmeyin!
-
پارسی گوییم هین تازی بهل ** هندوی آن ترک باش ای آب و گل
- Bırak bu Arapça’yı, Farsça konuşalım. Ey sudan topraktan ibaret insan, o Türk’ün Hindusu ol (o güzelin yanağına bi siyah ben kesil!)
-
هین گواهیهای شاهان بشنوید ** بگرویدند آسمانها بگروید 2840
- Kendinize gelin de padişahların seslerini duyun. Onlara gökler bile inandılar, gökler bile.
-
معنی حزم و مثال مرد حازم
- İhtiyat ve ihtiyatlı adam
-
یا به حال اولینان بنگرید ** یا سوی آخر بحزمی در پرید
- Önce gelenlerin hallerine bakın yahut sonradan gelenlerin tarafına doğru ihtiyatla uçun!
-
حزم چه بود در دو تدبیر احتیاط ** از دو آن گیری که دورست از خباط
- İhtiyat nedir? İki tedbir arasında tereddüde düşmeyip hangisi seni sürçtürmeyecekse onu yapmaktır.
-
آن یکی گوید درین ره هفت روز ** نیست آب و هست ریگ پایسوز
- Birisi, “Bu yedi günlük yolda hiç su yoktur. Bütün yol ayakları yakıp kavuran kumluk” dese,
-
آن دگر گوید دروغست این بران ** که بهر شب چشمهای بینی روان
- Öbürü de “Yalan… Yürü de bak, her gece bir akan kaynak görürsün” dese,
-
حزم آن باشد که بر گیری تو آب ** تا رهی از ترس و باشی بر صواب 2845
- İhtiyat kokudan kurtulmak ve doğruya ulaşmak için yanına su alıp yola düşmendir.
-
گر بود در راه آب این را بریز ** ور نباشد وای بر مرد ستیز
- Yoksa su varsa, yanına aldığın suyu dök… Fakat ya yoksa… O vakit vay susuz yola düşenin haline!
-
ای خلیفهزادگان دادی کنید ** حزم بهر روز میعادی کنید
- Ey halife oğulları, insaf edin de kıyamet günü için ihtiyatlı davranın!
-
آن عدوی کز پدرتان کین کشید ** سوی زندانش ز علیین کشید
- O düşman yok mu, o düşman? Sizin atanıza da kin güttü de onu İliyyinden zindana attırdı.
-
آن شه شطرنج دل را مات کرد ** از بهشتش سخرهی آفات کرد
- Gönül satrancının şahını bile mat etti de cennetten çıkarttı, belâlara uğrattı, maskara etti.
-
چند جا بندش گرفت اندر نبرد ** تا بکشتی در فکندش رویزرد 2850
- Güreşte onu yere yıkmak, yüzünü sarartmak için onunla savaşa girişti, ona ne oyunlar oynadı.
-
اینچنین کردست با آن پهلوان ** سست سستش منگرید ای دیگران
- Öyle bir pehlivana bile böyle oyunlar yapan düşmanı sakının, ehemmiyetsiz görmeyin!
-
مادر و بابای ما را آن حسود ** تاج و پیرایه بچالاکی ربود
- O hasetçi, bizim anamızın, babamızın tacını tahtını bile el çabukluğuyla kapıverdi;
-
کردشان آنجا برهنه و زار و خوار ** سالها بگریست آدم زار زار
- Onları, oracıkta, çırılçıplak, ağlayıp inler bir halde hor hakir bırakıverdi. Âdem, yıllarca zarı zarı ağladı.
-
که ز اشک چشم او رویید نبت ** که چرا اندر جریدهی لاست ثبت
- Neden âsiler defterine kaydedildim diye öyle bir ağladı ki gözyaşlarının aktığı yerlerde nebatlar bitti!
-
تو قیاسی گیر طراریش را ** که چنان سرور کند زو ریش را 2855
- Bir bak da hilebazlığını anla… Öyle bir ulu bile, onun hilesi yüzünden saçını, saklını yoldu.
-
الحذر ای گلپرستان از شرش ** تیغ لا حولی زنید اندر سرش
- Ey balçığa tapanlar, onun şerrinden amanın aman… Onun kafasına “Lâ havle” kılıcını vurmaya bakın!
-
کو همیبیند شما را از کمین ** که شما او را نمیبینید هین
- Pusudan sizi görüp durur, fakat siz onu görmezsiniz, gaflet etmeyin sakın!
-
دایما صیاد ریزد دانهها ** دانه پیدا باشد و پنهان دغا
- Avcı, daima taneler saçar… Saçtığı taneler görünür de yapacağı kötülük görünmez.
-
هر کجا دانه بدیدی الحذر ** تا نبندد دام بر تو بال و پر
- Nerede tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa düşme, kolun, kanadın bağlanmasın!
-
زانک مرغی کو بترک دانه کرد ** دانه از صحرای بی تزویر خورد 2860
- Taneyi bırakan kuş, o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer, doyar.
-
هم بدان قانع شد و از دام جست ** هیچ دامی پر و بالش را نبست
- Ona kani olduğundan uzaktan kurtulur; hiçbir tuzağa düşmez; kolu kanadı bağlanmaz.
-
وخامت کار آن مرغ کی ترک حزم کرد از حرص و هوا
- Hırs yüzünden havasına uyan ve ihtiyatı bırakan kuşun akıbeti
-
باز مرغی فوق دیواری نشست ** دیده سوی دانه دامی ببست
- Bir kuş, bir duvarın üstüne kondu, tuzaktaki taneleri gördü.
-
یک نظر او سوی صحرا میکند ** یک نظر حرصش به دانه میکشد
- Bir ovaya bakıyordu, gönlü orasını çekmekteydi; bir de tanelere bakıyordu, hırsı kendisini oraya sürüklemekteydi.
-
این نظر با آن نظر چالیش کرد ** ناگهانی از خرد خالیش کرد
- Bu iki istek arasında çırpındı, durdu… Nihayet aklı başından gitti; tanelere tamah etti, uzağa düştü!
-
باز مرغی کان تردد را گذاشت ** زان نظر بر کند و بر صحرا گماشت 2865
- Başka bir kuş da bu tereddüdü bıraktı, tanelere meyletmedi, sahraya uçup gitti.
-
شاد پر و بال او بخا له ** تا امام جمله آزادان شد او
- Neşeli bir surette kol kanat açtı; ne mutlu ona! Bütün hürlerin ulusu, başı oldu.
-
هر که او را مقتدا سازد برست ** در مقام امن و آزادی نشست
- Onu kendisine baş yapan da kurtuldu, emniyet makamına ulaştı.
-
زانک شاه حازمان آمد دلش ** تا گلستان و چمن شد منزلش
- Çünkü bu kuşun gönlü, ihtiyata riayet edenlerin padişahı kesildi de konağı, güllükler, çimenlikler dolu!
-
حزم ازو راضی و او راضی ز حزم ** این چنین کن گر کنی تدبیر و عزم
- O ihtiyatından razı, ihtiyatı ondan memnun… İşte sen de tedbirde bulunacaksan böyle bir tedbirde bulun, bu işe sarılacaksan böyle bir işe sarıl!
-
بارها در دام حرص افتادهای ** حلق خود را در بریدن دادهای 2870
- Nice defalar hırs tuzağına düştün, boğazını kesilmeye teslim ettin!
-
بازت آن تواب لطف آزاد کرد ** توبه پذرفت و شما را شاد کرد
- Tövbeler kabul eden Allah, yine seni azat etti, tövbeni kabul ederek seni neşelendirdi.
-
گفت ان عدتم کذا عدنا کذا ** نحن زوجنا الفعال بالجزا
- “Tövbenizi bozar, kötülüğe başlarsanız biz de tekrar size azap ederiz. Biz yapılan işlere uygun karşılıkları çift ettik” dedi.