English    Türkçe    فارسی   

3
30-79

  • جمله عالم آکل و ماکول دان ** باقیان را مقبل و مقبول دان 30
  • Bil ki bütün âlem yiyen ve yenenden ibarettir. Hak’la bâki olanları da Hakk’a yönelmiş ve Hakk’ın makbulü olmuş bil.
  • این جهان و ساکنانش منتشر ** وان جهان و سالکانش مستمر
  • Bu âlem de daima neşre uğrayıp durur, bu âlemdekiler de. O âlemle o âleme gidenlerse daimî ve ebedîdir.
  • این جهان و عاشقانش منقطع ** اهل آن عالم مخلد مجتمع
  • Bu âlemin de sonu yoktur, bu âleme âşık olanların da. O âlem ehliyse ebedî ve bir aradadır.
  • پس کریم آنست کو خود را دهد ** آب حیوانی که ماند تا ابد
  • Kerem ona derler ki insan, kendisini ebedî kılacak âbıhayatı kendisine versin.
  • باقیات الصالحات آمد کریم ** رسته از صد آفت و اخطار و بیم
  • Kerem sahibi, “Bâkıyât-us sâlihat”ın ta kendisidir. Yüzlerce âfetten, tehlikeden korkudan kurtulmuştur.
  • گر هزارانند یک کس بیش نیست ** چون خیالاتی عدد اندیش نیست 35
  • Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla değildirler. Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki.
  • آکل و ماکول را حلقست و نای ** غالب و مغلوب را عقلست و رای
  • Yiyenle yenenin boğazı, gırtlağı var… Galiple mağlûbun aklı reyi.
  • حلق بخشید او عصای عدل را ** خورد آن چندان عصا و حبل را
  • Allah adalet asâsına boğaz verdi de o kadar sopaları, o kadar ipleri yedi.
  • واندرو افزون نشد زان جمله اکل ** زانک حیوانی نبودش اکل و شکل
  • Öyle olduğu halde o yemeden semirmedi, şişmedi. Yiyişi de hayvan yiyişi değildi, kendisi de hayvan değil.
  • مر یقین را چون عصا هم حلق داد ** تا بخورد او هر خیالی را که زاد
  • Allah her doğan hayali yesin diye yakına da, asâya verdiği gibi boğaz verdi.
  • پس معانی را چو اعیان حلقهاست ** رازق حلق معانی هم خداست 40
  • Âyan gibi maaninin de boğazı vardır… Maaniyi rızıklandıran da Allah’tır.
  • پس ز مه تا ماهی هیچ از خلق نیست ** که بجذب مایه او را حلق نیست
  • Balıktan aya kadar mahlûkattan hiçbiri yoktur ki gıdayı çekecek, yiyecek ağzı olmasın.
  • حلق جان از فکر تن خالی شود ** آنگهان روزیش اجلالی شود
  • Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur.
  • شرط تبدیل مزاج آمد بدان ** کز مزاج بد بود مرگ بدان
  • Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü mizaçtandır.
  • چون مزاج آدمی گل‌خوار شد ** زرد و بدرنگ و سقیم و خوار شد
  • İnsanın mizacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan hastalanır, düşkün bir hale gelir.
  • چون مزاج زشت او تبدیل یافت ** رفت زشتی از رخش چون شمع تافت 45
  • Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi parlar.
  • دایه‌ای کو طفل شیرآموز را ** تا بنعمت خوش کند پدفوز را
  • Dadı, süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır.
  • گر ببندد راه آن پستان برو ** برگشاید راه صد بستان برو
  • Ama çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açar.
  • زانک پستان شد حجاب آن ضعیف ** از هزاران نعمت و خوان و رغیف
  • Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
  • پس حیات ماست موقوف فطام ** اندک اندک جهد کن تم الکلام
  • Hulâsa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış vesselâm.
  • ون جنین بد آدمی بد خون غذا ** از نجس پاکی برد مومن کذا  50
  • İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur.
  • از فطام خون غذااش شیر شد ** وز فطام شیر لقمه‌گیر شد
  • Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar.
  • وز فطام لقمه لقمانی شود ** طالب اشکار پنهانی شود
  • Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur.
  • گر جنین را کس بگفتی در رحم ** هست بیرون عالمی بس منتظم
  • Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var…
  • یک زمینی خرمی با عرض و طول ** اندرو صد نعمت و چندین اکول
  • Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… Orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler.
  • کوهها و بحرها و دشتها ** بوستانها باغها و کشتها 55
  • Dağlar, denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar…
  • آسمانی بس بلند و پر ضیا ** آفتاب و ماهتاب و صد سها
  • Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı.
  • از جنوب و از شمال و از دبور ** باغها دارد عروسیها و سور
  • Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… Bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
  • در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چه‌ای در امتحان
  • O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
  • خون خوری در چارمیخ تنگنا ** در میان حبس و انجاس و عنا
  • Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
  • او بحکم حال خود منکر بدی ** زین رسالت معرض و کافر شدی 60
  • Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur.
  • کین محالست و فریبست و غرور ** زانک تصویری ندارد وهم کور
  • Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
  • جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
  • Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
  • همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال می‌گویندشان
  • İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
  • کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
  • “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.
  • هیچ در گوش کسی زیشان نرفت ** کین طمع آمد حجاب ژرف و زفت 65
  • Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir.
  • گوش را بندد طمع از استماع ** چشم را بندد غرض از اطلاع
  • Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz.
  • همچنانک آن جنین را طمع خون ** کان غذای اوست در اوطان دون
  • Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan.
  • از حدیث این جهان محجوب کرد ** غیر خون او می‌نداند چاشت خورد
  • Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
  • قصه‌ی خورندگان پیل‌بچه از حرص و ترک نصیحت ناصح
  • Hırslarından fil yavrularını yiyenler ve yemeyin diyenin öğüdünü dinlemeyenler
  • آن شنیدی تو که در هندوستان ** دید دانایی گروهی دوستان
  • Bilmem işittin mi? Akıllı, bir adam, Hindistan’ da dostlarından iki üç kişinin
  • گرسنه مانده شده بی‌برگ و عور ** می‌رسیدند از سفر از راه دور 70
  • Uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü.
  • مهر داناییش جوشید و بگفت ** خوش سلامیشان و چون گلبن شکفت
  • Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı.
  • گفت دانم کز تجوع وز خلا ** جمع آمد رنجتان زین کربلا
  • “Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
  • لیک الله الله ای قوم جلیل ** تا نباشد خوردتان فرزند پیل
  • Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
  • پیل هست این سو که اکنون می‌روید ** پیل‌زاده مشکرید و بشنوید
  • Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
  • پیل‌بچگانند اندر راهتان ** صید ایشان هست بس دلخواهتان 75
  • Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir.
  • بس ضعیف‌اند و لطیف و بس سمین ** لیک مادر هست طالب در کمین
  • Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
  • از پی فرزند صد فرسنگ راه ** او بگردد در حنین و آه آه
  • Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.
  • آتش و دود آید از خرطوم او ** الحذر زان کودک مرحوم او
  • Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.
  • اولیا اطفال حق‌اند ای پسر ** غایبی و حاضری بس با خبر
  • Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.