English    Türkçe    فارسی   

3
3117-3166

  • گفت زانک مصطفی دست و دهان ** بس بمالید اندرین دستارخوان
  • Enes dedi ki. “Mustafa, bu peşkire elini, ağzını silmişti; onun için!”
  • ای دل ترسنده از نار و عذاب ** با چنان دست و لبی کن اقتراب
  • Ey ateşten, azaptan korkan gönül, böyle bir ele, böyle bir ağıza yaklaş!
  • چون جمادی را چنین تشریف داد ** جان عاشق را چه‌ها خواهد گشاد
  • Bu el, bu ağız, cansız bir şeye böyle bir yücelik verirse âşığın ruhuna neler açmaz, neler yapmaz?
  • مر کلوخ کعبه را چون قبله کرد ** خاک مردان باش ای جان در نبرد 3120
  • Kâbe’nin taşını kerpicini öptü, Kâbe (puthaneyken) kıble oldu. Ey can, sen de çalış, çabala da erlere karşı toprak ol (erler seni de putlardan arıtsınlar!)
  • بعد از آن گفتند با آن خادمه ** تو نگویی حال خود با این همه
  • Sonra o hizmetçi kadına dediler ki: “Peki biz bu ahvali gördük, sen de bize halini söylemez misin?
  • چون فکندی زود آن از گفت وی ** گیرم او بردست در اسرار پی
  • O söyler söylemez nasıl oldu da hemencecik peşkiri tandıra attın? Tutalım o sırlara erişmiş…
  • این‌چنین دستارخوان قیمتی ** چون فکندی اندر آتش ای ستی
  • Ya sen, bu derecede değerli bir peşkiri nasıl ateşe fırlatıp attın a hanım?”
  • گفت دارم بر کریمان اعتماد ** نیستم ز اکرام ایشان ناامید
  • Hizmetçi, “Ben kerem sahiplerine itimat ederim. Onların keremlerinden ümitsiz değilim ki.
  • میزری چه بود اگر او گویدم ** در رو اندر عین آتش بی ندم 3125
  • Peşkir de ne oluyor? Bana bile düşünmeden hemen ateşe atıl dese,
  • اندر افتم از کمال اعتماد ** از عباد الله دارم بس امید
  • Ona olan itimadımın bütünlüğünden derhal ateşe atılırım. Benim, Allah kullarından ümidim çoktur.
  • سر در اندازم نه این دستارخوان ** ز اعتماد هر کریم رازدان
  • Her kerem sahibi, her sır bilir ere itimadım var. Bu yüzden değil peşkiri, başımı bile atarım” dedi.
  • ای برادر خود برین اکسیر زن ** کم نباید صدق مرد از صدق زن
  • Kardeş sen de kendini bu iksire vur, erkeğin himmeti, erkeğin sadakati, kadından aşağı değil ya!
  • آن دل مردی که از زن کم بود ** آن دلی باشد که کم ز اشکم بود
  • Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı.
  • قصه‌ی فریاد رسیدن رسول علیه السلام کاروان عرب را کی از تشنگی و بی‌آبی در مانده بودند و دل بر مرگ نهاده شتران و خلق زبان برون انداخته
  • Rasûl aleyhisselâm’ın susuzluktan bunalmış, su bulamadıklarından âciz bir hale düşmüş, adamların da, develerin de dilleri, ağızlarından çıkmış olan bir Arap kervanının imdadına erişmeleri
  • اندر آن وادی گروهی از عرب ** خشک شد از قحط بارانشان قرب 3130
  • Çölde bir Arap kervanı susuz kalmış, yağmursuzluktan kırbalarında bir damlacık olsun su kalmamıştı.
  • در میان آن بیابان مانده ** کاروانی مرگ خود بر خوانده
  • Bütün kervan, o çöl ortasında bunalmış, ölüm haline gelmişti.
  • ناگهانی آن مغیث هر دو کون ** مصطفی پیدا شد از ره بهر عون
  • Ansızın o iki dünyanın imdadına yetişen Mustafa, onların imdadına erişmek üzere yoldan çıkageldi.
  • دید آنجا کاروانی بس بزرگ ** بر تف ریگ و ره صعب و سترگ
  • Çölde, o sarp ve sonsuz yolda, o kızgın kumların üstünde bunalıp kalmış olan o kalabalık kervanı gördü.
  • اشترانشان را زبان آویخته ** خلق اندر ریگ هر سو ریخته
  • Develerinin dilleri, ağızlarından çıkmış; adamlar, taraf taraf kumlara serilmiş kalmıştı!
  • رحمش آمد گفت هین زوتر روید ** چند یاری سوی آن کثبان دوید 3135
  • Bu hali görünce acıdı, “Kalkın, bir kaçınız derhal o kum yığınına doğru koşun!
  • گر سیاهی بر شتر مشک آورد ** سوی میر خود به زودی می‌برد
  • Orada zenci bir köle kırbayla beyine su götürüyor.
  • آن شتربان سیه را با شتر ** سوی من آرید با فرمان مر
  • O zenci deveciyi devesiyle beraber ister istemez tutup bana getirin “ dedi.
  • سوی کثبان آمدند آن طالبان ** بعد یکساعت بدیدند آنچنان
  • Birkaç kişi, kalkıp kum tepesine doğru koştular. Bir müddet sonra hakikaten dediği gibi,
  • بنده‌ای می‌شد سیه با اشتری ** راویه پر آب چون هدیه‌بری
  • Zenci bir kul gördüler, kırbasını doldurmuş, devesine binmiş, beyine su götürüyordu.
  • پس بدو گفتند می‌خواند ترا ** این طرف فخر البشر خیر الوری 3140
  • Zenciye “Şu tarafta insanların iftihar edecekleri zat, Kâinatın hayırlısı olan Peygamber seni çağırıyor“ dediler.
  • گفت من نشناسم او را کیست او ** گفت او آن ماه‌روی قندخو
  • Adam, “Ben onu tanımıyorum, o da kim?” dedi. “Ay yüzlü, şeker huylu Muhammed “ dediler,
  • نوعها تعریف کردندش که هست ** گفت مانا او مگر آن شاعرست
  • Nasılsa öylece anlattılar, öylece övdüler. Zenci, “O galiba bir şair olacak.
  • که گروهی را زبون کرد او بسحر ** من نیایم جانب او نیم شبر
  • Bir kısmı halkı sihirle zebun etmiş… Ona yarım arşın bile yaklaşmam ben “ dedi.
  • کش‌کشانش آوریدند آن طرف ** او فغان برداشت در تشنیع و تف
  • Nihayet herifi yakalayıp zorla, çeke çeke o tarafa sürüklemeye başladılar. Zenci, bağırıp çağırıyor, sövüp sayıyordu!
  • چون کشیدندش به پیش آن عزیز ** گفت نوشید آب و بردارید نیز 3145
  • Zenciyi Azizin yanına getirdikleri zaman Peygamber, “Su için, mataralarınızı, kırbalarınızı da doldurun” dedi.
  • جمله را زان مشک او سیراب کرد ** اشتران و هر کسی زان آب خورد
  • Hepsini o bir tek kırbadan kandıra kandıra suvardı. Hem adamlar, hem develer o kırbadan kana kana su içtiler,
  • راویه پر کرد و مشک از مشک او ** ابر گردون خیره ماند از رشک او
  • Kölenin kırbasından herkes kırbasını, matarasını doldurur. Gökyüzündeki bulut bile hasedinden şaşırıp kaldı!
  • این کسی دیدست کز یک راویه ** سرد گردد سوز چندان هاویه
  • Bunu kim görmüştür? Bir tek kırbadan bunca cehennemin harareti sönsün?
  • این کسی دیدست کز یک مشک آب ** گشت چندین مشک پر بی اضطراب
  • Kim görmüştür bunu? Su dolu bir tek kırbadan bunca kırba ağzına kadar dolsun!
  • مشک خود روپوش بود و موج فضل ** می‌رسید از امر او از بحر اصل 3150
  • Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikati örten bir sebepten ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, aslî denizden coşup köpürmekte, kopup gelmekteydi!
  • آب از جوشش همی‌گردد هوا ** و آن هوا گردد ز سردی آبها
  • Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar… havadaki buhar da soğuyunca su olur, öyle mi ?
  • بلک بی علت و بیرون زین حکم ** آب رویانید تکوین از عدم
  • Doğrusu şu: yaradılış bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz, illetsiz yokluktan sular coşturmada.
  • تو ز طفلی چون سببها دیده‌ای ** در سبب از جهل بر چفسیده‌ای
  • Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere yapışıyorsun.
  • با سببها از مسبب غافلی ** سوی این روپوشها زان مایلی
  • Sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet ediyorsun. Bu hakikati örten, müsebbibin yüzünü gizleyen sebeplere ondan meyletmektesin sen.
  • چون سببها رفت بر سر می‌زنی ** ربنا و ربناها می‌کنی 3155
  • Sebepler gitti mi başına vurmağa başlar, aman Yarabbi demeye koyulursun.
  • رب می‌گوید برو سوی سبب ** چون ز صنعم یاد کردی ای عجب
  • Tanrı da sana “Hadi, yürü, sebebe git… Ne acayip şey, sen, beni, yarattığım sebepler için andın ha!” der.
  • گفت زین پس من ترا بینم همه ** ننگرم سوی سبب و آن دمدمه
  • O vakit kul “Bundan böyle hep seni göreceğim, sebebe, o lâftan ibaret saçma şeye bakmayacağım artık “ der ama
  • گویدش ردوا لعادوا کار تست ** ای تو اندر توبه و میثاق سست
  • Allah “Seni tekrar sebep âlemine göndersem yine sebebe yapışırsın. Senin için bu, a tövbesinden durmayan ahdi çürük adam!
  • لیک من آن ننگرم رحمت کنم ** رحمتم پرست بر رحمت تنم
  • Fakat ben bu işe bakmam, rahmetim boldur. Rahmet etrafında dönüp dolaşırım, herkese rahmet ederim ben!
  • ننگرم عهد بدت بدهم عطا ** از کرم این دم چو می‌خوانی مرا 3160
  • Senin kötü ahdine bakmam, mademki şimdi bana niyaz ediyorsun, keremimden sana ihsan eder, muradını veririm” der.
  • قافله حیران شد اندر کار او ** یا محمد چیست این ای بحر خو
  • Evet… Kafile halkı Peygamber’in mucizesine hayran oldu… “Ya Muhammed, ey deniz huylu Peygamber, bu ne?
  • کرده‌ای روپوش مشک خرد را ** غرقه کردی هم عرب هم کرد را
  • Küçücük bir kırbayı sebep ittihaz ettin, Arap’ı da suya gark ettin. Kürdü de!
  • مشک آن غلام ازغیب پر آب کردن بمعجزه و آن غلام سیاه را سپیدرو کردن باذن الله تعالی
  • O kölenin kırbasının gaybdan suyla dolması ve kara yüzünün ulu Allah’ın izniyle ağarması
  • ای غلام اکنون تو پر بین مشک خود ** تا نگویی درشکایت نیک و بد
  • Ey köle, şimdi kırbanın dolu olduğunu da gör de şikâyet edip iyi, kötü söylenme” dediler.
  • آن سیه حیران شد از برهان او ** می‌دمید از لامکان ایمان او
  • O zenci köle, Peygamber’in, bu mucizesine hayran oldu, imanı Lâmekân âleminden doğmaktaydı.
  • چشمه‌ای دید از هوا ریزان شده ** مشک او روپوش فیض آن شده 3165
  • Gökten akan bir çeşme gördü o… kırbası onun coşkunluğuna bir vesile, onun hakikatine bir örtüydü!
  • زان نظر روپوشها هم بر درید ** تا معین چشمه‌ی غیبی بدید
  • Gözünden bütün örtüler, bütün sebepler yırtılıp sıyrıldı. Böylece gayb çeşmesini görmeğe başladı.