-
گفت نامم پیش حق عبدالعزیز ** عبد عزی پیش این یک مشت حیز
- Çocuk, “Adım, Allah yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzzâ!
-
من ز عزی پاک و بیزار و بری ** حق آنک دادت این پیغامبری
- Hâlbuki ben sana bu peygamberliği veren Allah hakkı için Uzzâ’dan usanmışım, berîyim!“ dedi.
-
کودک دو ماهه همچون ماه بدر ** درس بالغ گفته چون اصحاب صدر
- İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, başköşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
-
پس حنوط آن دم ز جنت در رسید ** تا دماغ طفل و مادر بو کشید
- Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru kokusu geldi.
-
هر دو میگفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط 3235
- Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler.
-
آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
- Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
-
آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
- Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
-
ربودن عقاب موزهی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
- Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
-
اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
- Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
-
خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
- Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
-
هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزهربای 3240
- Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi.
-
دست سوی موزه برد آن خوشخطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
- O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.
-
موزه را اندر هوا برد او چو باد ** پس نگون کرد و از آن ماری فتاد
- Kuş, yel gibi havalandı, pabucu, tersine çevirdi, içinden bir yılan düştü.
-
در فتاد از موزه یک مار سیاه ** زان عنایت شد عقابش نیکخواه
- Kapkara bir yılandı o… tavşancıl, bu hareketiyle Peygamber’e iyilik etmek istemiş, Allah inayetine sebep olmuştu.
-
پس عقاب آن موزه را آورد باز ** گفت هین بستان و رو سوی نماز
- Kuş, sonra pabucu getirip “Buyur, namaza git” diye Peygamber’in önüne koydu.
-
از ضرورت کردم این گستاخیی ** من ز ادب دارم شکستهشاخیی 3245
- Âdeta “Bu küstahlığı zoraki yaptım, yoksa benim de edep ağacından bir dalcağızım var, ben de haddimce edep erkân nedir, bilirim“ diyordu.
-
وای کو گستاخ پایی مینهد ** بی ضرورت کش هوا فتوی دهد
- Vay o kişiye ki küstahça adım atar, nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir!
-
پس رسولش شکر کرد و گفت ما ** این جفا دیدیم و بود این خود وفا
- Peygamber, şükretti de dedi ki: “Biz, bunu cefa sanıyorduk, hâlbuki vefanın ta kendisiymiş!“
-
موزه بربودی و من درهم شدم ** تو غمم بردی و من در غم شدم
- Pabucumu kaptın, aklım karıştı, canım sıkıldı, sen beni gamdan kurtarıyormuşsun, bense gama düşmüştüm!
-
گرچه هر غیبی خدا ما را نمود ** دل در آن لحظه به خود مشغول بود
- Allah, bize bütün gaypları gösterdi ama o sırada gönlüm, kendimle meşguldü! “
-
گفت دور از تو که غفلت در تو رست ** دیدنم آن غیب را هم عکس تست 3250
- Tavşancıl, “Sen, gafil olmazsın, bu, senden uzak. Ey Mustafa, benim gaybı görmem de sendeki bilginin aksinden!
-
مار در موزه ببینم بر هوا ** نیست از من عکس تست ای مصطفی
- Havadayken pabucun içindeki yılanı görmem, kendimden değil, senden aksetti bu bana“ dedi.
-
عکس نورانی همه روشن بود ** عکس ظلمانی همه گلخن بود
- Nurlu kişinin aksi de aydındır. Zulmette kalanın aksiyse baştanbaşa külhan kesilir.
-
عکس عبدالله همه نوری بود ** عکس بیگانه همه کوری بود
- Allah kulunun aksi tamamıyla nurdur, yabancının aksiyse tamamıyla körlük!
-
عکس هر کس را بدان ای جان ببین ** پهلوی جنسی که خواهی مینشین
- Ey can, herkesin aksi nedir, bunu bil… dilediğin kişinin yanında otur!
-
وجه عبرت گرفتن ازین حکایت و یقین دانستن کی ان مع العسر یسرا
- Bu hikâyeden ibret alış şüphesiz olarak her güçlüğün bir kolaylığı olduğunu biliş
-
عبرتست آن قصه ای جان مر ترا ** تا که راضی باشی در حکم خدا 3255
- Ey can o hikâye, Allah hükmüne razı olasın diye sana ibrettir.
-
تا که زیرک باشی و نیکوگمان ** چون ببینی واقعهی بد ناگهان
- İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
-
دیگران گردند زرد از بیم آن ** تو چو گل خندان گه سود و زیان
- Başkaları, o hâdiseden korkup sapsarı kesilse bile sen aldırış etme. Fayda, zamanında da, ziyan zamanında da gül gibi gülmeye bak!
-
زانک گل گر برگ برگش میکنی ** خنده نگذارد نگردد منثنی
- Gülün yapraklarını birer birer koparsan da yine gülmeyi bırakmaz, yine solup gamlanmaz.
-
گوید از خاری چرا افتم بغم ** خنده را من خود ز خار آوردهام
- Bir dikenden niçin gama düşeyim? Zaten bu gülmeyi diken yüzünden buldum der.
-
هرچه از تو یاوه گردد از قضا ** تو یقین دان که خریدت از بلا 3260
- Takdir yüzünden kaybettiğin şeyler, muhakkak senden belâyı giderir… Bunu böyle bil!
-
ما التصوف قال وجدان الفرح ** فی الفاد عند اتیان الترح
- Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: Sıkıntı zamanı, gönülde neşe, ferah bulmak!
-
آن عقابش را عقابی دان که او ** در ربود آن موزه را زان نیکخو
- Allah’ın verdiği mihnet ve cefayı da Peygamber’in pabucunu kapan tavşancıl say.
-
تا رهاند پاش را از زخم مار ** ای خنک عقلی که باشد بی غبار
- Tavşancıl, Peygamber’in ayağını yılan sokmasın diye pabucu kaptı, toza, toprağa bulanmamış akla ne mutlu!
-
گفت لا تاسوا علی ما فاتکم ** ان اتی السرحان واردی شاتکم
- Allah, “Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin, hatta kurt gelse de keçinizi yese bile“ buyurdu.
-
کان بلا دفع بلاهای بزرگ ** و آن زیان منع زیانهای سترگ 3265
- O belâ, daha büyük belâları defetmek, o ziyan daha dehşetli ziyanları menetmek içindir.
-
استدعاء آن مرد از موسی زبان بهایم با طیور
- Bir adamın, Musa’dan hayvanların, kuşların dillerini öğrenmeyi istemesi
-
گفت موسی را یکی مرد جوان ** که بیاموزم زبان جانوران
- Musa’ya bir delikanlı dedi ki: “Hayvanların dillerini öğrenmek istiyorum.
-
تا بود کز بانگ حیوانات و دد ** عبرتی حاصل کنم در دین خود
- Bu suretle kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde ibret sahibi olayım.
-
چون زبانهای بنی آدم همه ** در پی آبست و نان و دمدمه
- Çünkü Âdemoğulları’nın bütün sözleri, suya, ekmeğe, şana, şerefe ait.
-
بوک حیوانات را دردی دگر ** باشد از تدبیر هنگام گذر
- Belki hayvanların bu dünyadan göçme zamanındaki tedbirleri, bu tedbirler yüzünden başka bir dertleri var!“
-
گفت موسی رو گذر کن زین هوس ** کین خطر دارد بسی در پیش و پس 3270
- Musa, “Hadi efendim, hadi… Vazgeç bu hevesten… Bunun önünde, sonunda pek çok tehlikesi var.
-
عبرت و بیداری از یزدان طلب ** نه از کتاب و از مقال و حرف و لب
- İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile… Kitaptan, sözden, harften, duraktan değil!“ dedi.
-
گرمتر شد مرد زان منعش که کرد ** گرمتر گردد همی از منع مرد
- Adam, Musa menettikçe kızıştı, üstüne düştü. Zaten insan, bir şey menedildi mi, o şeye haris olur, büsbütün üstüne düşer!
-
گفت ای موسی چو نور تو بتافت ** هر چه چیزی بود چیزی از تو یافت
- Dedi ki: “Ya Musa, nurun parlayınca her şey, kadrini, kıymetini, senin sayende buldu.
-
مر مرا محروم کردن زین مراد ** لایق لطفت نباشد ای جواد
- Beni bu muradımdan mahrum etmek lütfuna düşmez ey cömert er!
-
این زمان قایم مقام حق توی ** یاس باشد گر مرا مانع شوی 3275
- Bu zamanda Allah’ın vekili sensin. Muradımı vermezsen beni meyus edersin.“
-
گفت موسی یا رب این مرد سلیم ** سخره کردستش مگر دیو رجیم
- Musa, “Yarabbi, taşlanmış Şeytan, bu saf adamla alay mı ediyor?
-
گر بیاموزم زیانکارش بود ** ور نیاموزم دلش بد میشود
- Öğretsem ziyankârlardan olacak, öğretmesem gönlüme bir kötülük gelecek“ dedi.
-
گفت ای موسی بیاموزش که ما ** رد نکردیم از کرم هرگز دعا
- Allah dedi ki: “Ya Musa, öğret… Çünkü biz, keremimizden hiçbir duayı asla reddetmeyiz.
-
گفت یا رب او پشیمانی خورد ** دست خاید جامهها را بر درد
- Musa dedi ki: “Yarabbi, sonra pişman olacak, elini dişleyecek, elbiselerini yırtacak.
-
نیست قدرت هر کسی را سازوار ** عجز بهتر مایهی پرهیزکار 3280
- Kudret, herkesin harcı değil… Aciz, Allah’tan çekinen kişiye sermayedir.