-
اسپ کش گفتی سقط گردد کجاست ** کور اخترگوی و محرومی ز راست
- Hani at sakatlanacak dediydin, nerde? Sen, düzenci körün birisin, sözünde hiçbir doğru yok!”
-
گفت او را آن خروس با خبر ** که سقط شد اسپ او جای دگر
- Her şeyden haberi olan horoz, köpeğe “Atı sakatlandı, sakatlandı ama başka yerde.
-
اسپ را بفروخت و جست او از زیان ** آن زیان انداخت او بر دیگران
- Atını satıp ziyandan kurtuldu. Uğrayacağı ziyanı, başkalarına yükletti.
-
لیک فردا استرش گردد سقط ** مر سگان را باشد آن نعمت فقط 3320
- Fakat yarın katırı sakatlanacak, o nimet, ancak köpeklere nasip olacak” dedi
-
زود استر را فروشید آن حریص ** یافت از غم وز زیان آن دم محیص
- O haris adam, hemencecik katırı da sattı, dertten de kurtuldu, ziyandan da.
-
روز ثالث گفت سگ با آن خروس ** ای امیر کاذبان با طبل و کوس
- Üçüncü günü köpek, horoza dedi ki: “Ey beyliği davulla dümbelekle ilân edilen yalancılar beyi, hani, nerede vaadin?”
-
گفت او بفروخت استر را شتاب ** گفت فردایش غلام آید مصاب
- Horoz, “Acele katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek.
-
چون غلام او بمیرد نانها ** بر سگ و خواهنده ریزند اقربا
- Ölünce de akrabası, yoksullara köpeklere ekmekler dağıtacaklar” dedi.
-
این شنید و آن غلامش را فروخت ** رست از خسران و رخ را بر فروخت 3325
- Adam, bunu duyunca köleyi de satıp ziyandan kurtuldu, yüzü parladı, neşelendi.
-
شکرها میکرد و شادیها که من ** رستم از سه واقعه اندر زمن
- Şükürler etmekte, âlemde üç ziyandan da kurtuldum.
-
تا زبان مرغ و سگ آموختم ** دیدهی س القضا را دوختم
- Kümes hayvanlarıyla köpeklerin dillerini öğrendim de kötü takdirlerden kendimi kurtardım demekteydi.
-
روز دیگر آن سگ محروم گفت ** کای خروس ژاژخا کو طاق و جفت
- Ekmekten mahrum kalan köpek, üçüncü gün “Ey tek, çift atıp duran herzevekil ve yalancı horoz!
-
خجل گشتن خروس پیش سگ به سبب دروغ شدن در آن سه وعده
- Köpeğe vaat ettiği üç şeyde de yalanı çıkmış olan horozun utanması
-
چند چند آخر دروغ و مکر تو ** خود نپرد جز دروغ از وکر تو
- Yalanın, düzenin niceye bir sürecek? Sen yalandan başka bir söz söylemez misin?” dedi.
-
گفت حاشا از من و از جنس من ** که بگردیم از دروغی ممتحن 3330
- Horoz dedi ki: “Haşa… Ne ben yalan söylerim, ne benim cinsimden olan öbür horozlar. Biz yalandan yunmuş, arınmışız!
-
ما خروسان چون مذن راستگوی ** هم رقیب آفتاب و وقتجوی
- Biz horozlar, müezzinler gibi doğru söyler, güneşi gözetler, vakit geldi mi ki diye bekler dururuz!
-
پاسبان آفتابیم از درون ** گر کنی بالای ما طشتی نگون
- Bizi bir leğen altına kapatsalar yine içten içe güneşi gözler, onun nerede olduğunu anlarız.
-
پاسبان آفتابند اولیا ** در بشر واقف ز اسرار خدا
- Velîler, güneşin bekçileridir. İnsanlar içinde Allah sırlarını bilir, anlar onlar.
-
اصل ما را حق پی بانگ نماز ** داد هدیه آدمی را در جهاز
- Allah, bizi namaz vaktini bildirmek üzere Âdemoğluna hediye etmiştir.
-
گر بناهنگام سهویمان رود ** در اذان آن مقتل ما میشود 3335
- İçimizden biri yanılır da vakitsiz öterse o ötüşü ölümüne sebep olur.
-
گفت ناهنگام حی عل فلاح ** خون ما را میکند خوار و مباح
- Vakitsiz “Haydin namaza” dememiz, kanımızı mubah eder.
-
آنک معصوم آمد و پاک از غلط ** آن خروس جان وحی آمد فقط
- Masum olan, yanılmayansa ancak vahye mahzar olan can horozudur.
-
آن غلامش مرد پیش مشتری ** شد زیان مشتری آن یکسری
- Kölesini de sattı. Köle satılır satılmaz öldü, alan da iki kat ziyana girdi.
-
او گریزانید مالش را ولیک ** خون خود را ریخت اندر یاب نیک
- Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi.
-
یک زیان دفع زیانها میشدی ** جسم و مال ماست جانها را فدا 3340
- Bir ziyana uğramak, birçok ziyanları defedecekti. Cismimiz, malımız, canlarımıza fedadır; canımıza gelecek belâ, cismimize, malımıza gelir.
-
پیش شاهان در سیاستگستری ** میدهی تو مال و سر را میخری
- Gazaba uğradın mı padişahlara malını verir, başını kurtarırsın.
-
اعجمی چون گشتهای اندر قضا ** میگریزانی ز داور مال را
- Fakat iş bilmez cahil misin? Kazaya düşünce padişahtan malını kaçırmaya kalkışırsın.
-
خبر کردن خروس از مرگ خواجه
- Horozun ev sahibinin ölümünü haber vermesi
-
لیک فردا خواهد او مردن یقین ** گاو خواهد کشت وارث در حنین
- Fakat şimdi de yarınki gün ev sahibi ölecek. Mirasına konan feryat ve figan ederek bir öküz kesecek.
-
صاحب خانه بخواهد مرد رفت ** روز فردا نک رسیدت لوت زفت
- Yarın, adam ölünce sana epeyce yemek düşecek.
-
پارههای نان و لالنگ و طعام ** در میان کوی یابد خاص و عام 3345
- Köyde halk da, ileri gelenler de kurban etleri, lalangalar, yemekler yiyecekler.
-
گاو قربانی و نانهای تنک ** بر سگان و سایلان ریزد سبک
- Yoksullara, köpeklere bir hayli öküz eti, koca koca ekmekler dağıtılacak.
-
مرگ اسپ و استر و مرگ غلام ** بد قضا گردان این مغرور خام
- Atın, eşeğin, kölenin ölümü, bu ham mağrura gelecek kazayı defedecekti.
-
از زیان مال و درد آن گریخت ** مال افزون کرد و خون خویش ریخت
- Fakat o, malının ziyan olmasından ve bu yüzden derde düşmesinden kaçtı, malını çoğalttı… Çoğalttı ama kendi kanına girdi!
-
این ریاضتهای درویشان چراست ** کان بلا بر تن بقای جانهاست
- Dervişlerin bu riyazatları neden? Çünkü cisme verilen o eziyetler, canların bakasına sebep olur.
-
تا بقای خود نیابد سالکی ** چون کند تن را سقیم و هالکی 3350
- Salik, ebediliğe erişmese nasıl olur da tenini hastalıklara uğratır, helâk eder?
-
دست کی جنبد به ایثار و عمل ** تا نبیند داده را جانش بدل
- Ruhu, karşılığında elde edeceği şeyleri görmese insan, elini açar da cömertlik eder, ibadette bulunur mu?
-
آنک بدهد بی امید سودها ** آن خدایست آن خدایست آن خدا
- Kâr ummaksızın veren ancak Allah’tır, Allah’tır, Allah!
-
یا ولی حق که خوی حق گرفت ** نور گشت و تابش مطلق گرفت
- Yahut da Allah huylarıyla huylanmış olan, nur olan, Allah parıltısını elde eden Allah velisi.
-
کو غنی است و جز او جمله فقیر ** کی فقیری بی عوض گوید که گیر
- Çünkü o ganidir, ondan başka herkes yoksul. Bir yoksul, karşılık ummadan al diyebilir, mal verebilir mi?
-
تا نبیند کودکی که سیب هست ** او پیاز گنده را ندهد ز دست 3355
- Çocuk, elmayı görmedikçe kokmuş soğanı elinden bırakır mı hiç?
-
این همه بازار بهر این غرض ** بر دکانها شسته بر بوی عوض
- Bütün alışverişlerde maksat var. Herkes, bir şey elde etmek için dükkânına geçmiş, kurulmuştur.
-
صد متاع خوب عرضه میکنند ** واندرون دل عوضها میتنند
- Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı düşünür durur.
-
یک سلامی نشنوی ای مرد دین ** که نگیرد آخرت آن آستین
- Ey din ulusu, bir selâm bile duymazsın ki selâm veren, sonunda yenini, yakanı yakalamasın.
-
بی طمع نشنیدهام از خاص و عام ** من سلامی ای برادر والسلام
- Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de, geri kalanlarından da tamahsız bir selâm bile işitmedim vesselâm!
-
جز سلام حق هین آن را بجو ** خانه خانه جا بجا و کو بکو 3360
- Yalnız Allah’ın selâmında bir tamah yoktur… İşte o kadar. Sen ev ev, yer yer onu ara, gaflet etme!
-
از دهان آدمی خوشمشام ** هم پیام حق شنودم هم سلام
- Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Allah haberini duydum, hem Allah selâmını!
-
وین سلام باقیان بر بوی آن ** من همینوشم به دل خوشتر ز جان
- Bu Allah erlerinin selâmını da canla, gönülle kabul eder; Allah selâmını onların selâmından duyar, içerim.
-
زان سلام او سلام حق شدست ** کتش اندر دودمان خود زدست
- Çünkü onun selâmı da Allah selâmı olmuştur. Çünkü o, kendi varlığını ateşlere atmış, yakmıştır.
-
مرده است از خود شده زنده برب ** زان بود اسرار حقش در دو لب
- Kendi varlığından ölmüş, Allah’ıyla dirilmiştir. Onun için Allah sırları, iki dudağının arasından çıkıp durmadadır.
-
مردن تن در ریاضت زندگیست ** رنج این تن روح را پایندگیست 3365
- Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedîlik verir.
-
گوش بنهاده بد آن مرد خبیث ** میشنود او از خروسش آن حدیث
- O habis herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu.
-
دویدن آن شخص به سوی موسی به زنهار چون از خروس خبر مرگ خود شنید
- O adamın, horozdan ölüm haberini duyunca Musa’ya koşması