-
پیش ترک آیینه را خوش رنگیست ** پیش زنگی آینه هم زنگیست 3440
- Ayna Türk’e nazaran güzel renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir.
-
آنک میترسی ز مرگ اندر فرار ** آن ز خود ترسانی ای جان هوش دار
- Ey can, aklını başına devşir… Ölümden korkup kaçarsın ya… Doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.
-
روی زشت تست نه رخسار مرگ ** جان تو همچون درخت و مرگ برگ
- Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın ağaca benzer… Ölüm, yaprağıdır.
-
از تو رستست ار نکویست ار بدست ** ناخوش و خوش هر ضمیرت از خودست
- İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de. Hoş, nahoş… Gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir.
-
گر بخاری خستهای خود کشتهای ** ور حریر و قزدری خود رشتهای
- Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir.
-
دانک نبود فعل همرنگ جزا ** هیچ خدمت نیست همرنگ عطا 3445
- Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir.
-
مزد مزدوران نمیماند بکار ** کان عرض وین جوهرست و پایدار
- Ücret alanların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş ârazdır, buysa cevher ve ebedî.
-
آن همه سختی و زورست و عرق ** وین همه سیمست و زرست و طبق
- İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir; buysa gümüştür, altındır, tabaklarla verilen ihsandır.
-
گر ترا آید ز جایی تهمتی ** کرد مظلومت دعا در محنتی
- Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin birisi mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
-
تو همیگویی که من آزادهام ** بر کسی من تهمتی ننهادهام
- Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım.
-
تو گناهی کردهای شکل دگر ** دانه کشتی دانه کی ماند به بر 3450
- Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin, nasıl olur da meyve vermez?
-
او زنا کرد و جزا صد چوب بود ** گوید او من کی زدم کس را بعود
- Zina edene yüz sopa vururlar da zinâkâr, ben kimseyi dövmedim ki der.
-
نه جزای آن زنا بود این بلا ** چوب کی ماند زنا را در خلا
- Fakat bu belâ, bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli bir yerde edilen zinaya nasıl benzer?
-
مار کی ماند عصا را ای کلیم ** درد کی ماند دوا را ای حکیم
- Ey Kalîm, yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakîm, dert, devaya benzer mi?
-
تو به جای آن عصا آب منی ** چون بیفکندی شد آن شخص سنی
- Sen de o sopa yerine meninin nasıl döktün de o meni, güzelim bir şahıs oldu?
-
یار شد یا مار شد آن آب تو ** زان عصا چونست این اعجاب تو 3455
- O menin, bir dost oldu yahut bir yılan kesildi. Asâ’nın yılan olduğuna şaşıyorsun değil mi? Fakat buna daha ziyade şaşmak icap etmez mi?
-
هیچ ماند آب آن فرزند را ** هیچ ماند نیشکر مر قند را
- Hiç meni, o çocuğa benzer mi? Hiç şeker kamışı, şekere benzer mi?
-
چون سجودی یا رکوعی مرد کشت ** شد در آن عالم سجود او بهشت
- Adam, bir rükû yahut sücud etti mi onun rükû ve sücudu, o âlemde bağ, bahçe olur.
-
چونک پرید از دهانش حمد حق ** مرغ جنت ساختش رب الفلق
- Ağzından Allah’ya bir övüş utçumu tan yerini ağartan Allah, o övüşü bir cennet kuşu yapar.
-
حمد و تسبیحت نماند مرغ را ** گرچه نطفهی مرغ بادست و هوا
- Kuşun menisi de yeldir, havadır ama senin Allah’ı övüşün, Allah’ı tesbih edişin, hiç de kuşa benzemez.
-
چون ز دستت رست ایثار و زکات ** گشت این دست آن طرف نخل و نبات 3460
- Yoksullara ihsanda bulundun, zekât verdin, elinle bir hayırda bulundun mu o âlemde bu hayır, ağaçlık, çayırlık, çimenlik olur.
-
آب صبرت جوی آب خلد شد ** جوی شیر خلد مهر تست و ود
- Sabır suyun, cennetteki nehirler… Cennetin süt ırmağı, sevgin, aşkındır.
-
ذوق طاعت گشت جوی انگبین ** مستی و شوق تو جوی خمر بین
- İbadetten zevk alman, bal nehri, Allah aşkıyla sarhoş olman, şevk duyman şarap ırmağıdır.
-
این سببها آن اثرها را نماند ** کس نداند چونش جای آن نشاند
- Bu sebepler, o eserlere benzemez. Fakat Allah, nasıl oldu da bu sebeplerin yerine o eserleri getirdi? Kimse bilmez.
-
این سببها چون به فرمان تو بود ** چار جو هم مر ترا فرمان نمود
- Bu sebepler, dünyada nasıl senin ihtiyarınla, senin fermanınla meydana geldiyse o dört ırmak da ahrette şüphe yok, senin fermanına tabi olur.
-
هر طرف خواهی روانش میکنی ** آن صفت چون بد چنانش میکنی 3465
- Onları ne tarafa dilersen akıtırsın. Sebepleri nasıl tasarruf ettiysen onları da öyle tasarruf edersin.
-
چون منی تو که در فرمان تست ** نسل آن در امر تو آیند چست
- Menin nasıl sana tabiyse meniden gelen soy sop da derhal senin emrine girer, sana tabi olur.
-
میدود بر امر تو فرزند نو ** که منم جزوت که کردیاش گرو
- Oğlum, senin buyruğunla koşar, yürür… Ben senin cüz’ünüm, beni anamın karnında rehin olarak bırakan sendin, der.
-
آن صفت در امر تو بود این جهان ** هم در امر تست آن جوها روان
- O sıfat, bu âlemde senin emrindeydi. Cennette de o ırmaklar senin emrindedir.
-
آن درختان مر ترا فرمانبرند ** کان درختان از صفاتت با برند
- Cennetteki ağaçlar, senin fermanına tabidir, çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarından yeşerdi, meyve verdi.
-
چون به امر تست اینجا این صفات ** پس در امر تست آنجا آن جزات 3470
- Bu sıfatlar, burada nasıl senin emrine tabiyse onlara karşılık olan şeyler de orada senin emrine tabidir.
-
چون ز دستت زخم بر مظلوم رست ** آن درختی گشت ازو زقوم رست
- Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktımı o zulüm bir ağaç olur, o ağaçtan zakkum biter.
-
چون ز خشم آتش تو در دلها زدی ** مایهی نار جهنم آمدی
- Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun gitti.
-
آتشت اینجا چو آدم سوز بود ** آنچ از وی زاد مرد افروز بود
- Ateşin burada nasıl adamları yakarsa ondan meydana gelen eser de orada seni yakar.
-
آتش تو قصد مردم میکند ** نار کز وی زاد بر مردم زند
- Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya… Ondan meydana gelen ateş de adamlara saldırır.
-
آن سخنهای چو مار و کزدمت ** مار و کزدم گشت و میگیرد دمت 3475
- O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar.
-
اولیا را داشتی در انتظار ** انتظار رستخیزت گشت یار
- Velîlere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün beklenmesi san yâr olur, bekler durursun.
-
وعدهی فردا و پسفردای تو ** انتظار حشرت آمد وای تو
- Hele yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Allah’a dönmeyi sallar durursun ya… İşte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana!
-
منتظر مانی در آن روز دراز ** در حساب و آفتاب جانگداز
- O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın…
-
کسمان را منتظر میداشتی ** تخم فردا ره روم میکاشتی
- Çünkü sen dünyada göğü de, göktekileri de elbette yola girerim tohumunu eke eke beklemiştin!
-
خشم تو تخم سعیر دوزخست ** هین بکش این دوزخت را کین فخست 3480
- Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır.
-
کشتن این نار نبود جز به نور ** نورک اطفا نارنا نحن الشکور
- Bu ateşi ancak nur söndürebilir. Cehennem mümine “Nurun ateşimizi söndürdü“ der… Allah’a şükürler olsun!
-
گر تو بی نوری کنی حلمی بدست ** آتشت زندهست و در خاکسترست
- Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülayimlik gösterirsen bu kötü bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir.
-
آن تکلف باشد و روپوش هین ** نار را نکشد به غیر نور دین
- Bu hal, bir tekellüftür. Aklını başına al, ateşi din nurundan başka bir şey söndürmez.
-
تا نبینی نور دین آمن مباش ** کاتش پنهان شود یک روز فاش
- Din nurunu görmedikçe emin olma… Çünkü gizli ateş, bir gün olur ortaya çıkar.
-
نور آبی دان و هم در آب چفس ** چونک داری آب از آتش مترس 3485
- Nuru bir su bil, suya yapış… Suyu elde ettin mi ateşten korkma!
-
آب آتش را کشد کتش بخو ** میبسوزد نسل و فرزندان او
- Ateşi su söndürür. Çünkü ateş, huyu muktezası suyun soyunu, sopunu, oğullarını, (yani ağaçları, otları) yakar, yandırır!
-
سوی آن مرغابیان رو روز چند ** تا ترا در آب حیوانی کشند
- Birkaç günceğiz o su kuşlarının yanına git de seni Abıhayata ulaştırsınlar.
-
مرغ خاکی مرغ آبی همتنند ** لیک ضدانند آب و روغنند
- Karakuşuyla su kuşu, suret bakımından birdir ama suyla yağ gibi hakikatte birbirine zıttır,
-
هر یکی مر اصل خود را بندهاند ** احتیاطی کن بهم مانندهاند
- Bunlar, birbirlerine benzerler ama her biri, kendi aslına kuldur, köledir. Dikkat ve ihtiyatla hareket et.