-
گفت جفتش الفراق ای خوشخصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
- Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
-
گفت جفت امشب غریبی میروی ** از تبار و خویش غایب میشوی
- Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
-
گفت نه نه بلک امشب جان من ** میرسد خود از غریبی در وطن
- Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
-
گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقهی خاص خدا 3530
- Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında!
-
حلقهی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
- Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
-
اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور میتابد چو در حلقه نگین
- Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
-
گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
- Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
-
کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
- Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
-
حکمت ویران شدن تن به مرگ
- Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
-
من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب 3535
- Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da.
-
من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
- Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
-
قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
- Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
-
انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
- Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
-
مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
- Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
-
گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست 3540
- Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu!
-
در زمان خواب چون آزاد شد ** زان مکان بنگر که جان چون شاد شد
- İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… Ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte.
-
ظالم از ظلم طبیعت باز رست ** مرد زندانی ز فکر حبس جست
- Zalim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor.
-
این زمین و آسمان بس فراخ ** سخت تنگ آمد به هنگام مناخ
- Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta.
-
جسم بند آمد فراخ وسخت تنگ ** خندهی او گریه فخرش جمله ننگ
- Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil.
-
تشبیه دنیا کی بظاهر فراخست و بمعنی تنگ و تشبیه خواب کی خلاص است ازین تنگی
- Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer
-
همچو گرمابه که تفسیده بود ** تنگ آیی جانت پخسیده شود 3545
- Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır.
-
گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
- Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
-
تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
- Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
-
یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی میروی
- Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.
-
آن فراخی بیابان تنگ گشت ** بر تو زندان آمد آن صحرا و دشت
- Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… o ova o sahra sana âdeta zindan kesilir.
-
هر که دید او مر ترا از دور گفت ** کو در آن صحرا چو لاله تر شکفت 3550
- Seni uzaktan gören ovada bir lâle gibi açılmış der.
-
او نداند که تو همچون ظالمان ** از برون در گلشنی جان در فغان
- Bilmez ki sen, zalimler gibi görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor!
-
خواب تو آن کفش بیرون کردنست ** که زمانی جانت آزاد از تنست
- Uyuman, o dar ayakkabıyı çıkarmana benzer. Uykuda bir müddet ruhun, bedenden kurtulur.
-
اولیا را خواب ملکست ای فلان ** همچو آن اصحاب کهف اندر جهان
- Azizim, uyku, Allah velilerinin malı, mülküdür… Dünyadaki Eshabı Kehif gibi!
-
خواب میبینند و آنجا خواب نه ** در عدم در میروند و باب نه
- Uyumadıkları halde rüya görürler, görünürde bir kapı yoktur, yokluğa giderler!
-
خانهی تنگ و درون جان چنگلوک ** کرد ویران تا کند قصر ملوک 3555
- Ev dar. Ruh bu daracık evde eli, ayağı çarpılmış gibi iki büklüm. O evi, padişahların sarayları genişletmek, mamur bir hale koymak için yıkar.
-
چنگلوکم چون جنین اندر رحم ** نهمهه گشتم شد این نقلان مهم
- Ben de ana rahminde iki büklüm oldum. Dokuz ay doldu, artık buradan göçmem gerek!
-
گر نباشد درد زه بر مادرم ** من درین زندان میان آذرم
- Anamı doğum ağrısı tutmasa bu zindanda ateş içinde kalırım.
-
مادر طبعم ز درد مرگ خویش ** میکند ره تا رهد بره ز میش
- Bir anaya benzeyen tabiatın da kuzu, koyundan doğsun diye ağrıya düşüyor, bu ağrı, doğum yolunu açıyor.
-
تا چرد آن بره در صحرای سبز ** هین رحم بگشا که گشت این بره گبز
- Ey tabiat, rahmini aç… Kuzu büyüdü, çıksın da o yemyeşil ovada yayılsın, otlasın artık!
-
درد زه گر رنج آبستان بود ** بر جنین اشکستن زندان بود 3560
- Doğum ağrısı, gebeye bir derttir ama çocuk için zindanın yıkılması gibidir.
-
حامله گریان ز زه کاین المناص ** و آن جنین خندان که پیش آمد خلاص
- Gebe, ne yapayım, nereye sığınayım? Diye ağlar… Çocuk kurtuluş vakti geldi diye güler!
-
هرچه زیر چرخ هستند امهات ** از جماد و از بهیمه وز نبات
- Göğün altındaki analar (ateş, yel, su, toprak) la cansız şeyler, canlı mahlûklar, nebatlar. Hulâsa ne varsa,
-
هر یکی از درد غیری غافل اند ** جز کسانی که نبیه و کاملاند
- Hepsi, birbirlerinin derdinden gafildir. Yalnız bilen ve kemale sahip olan kişiler, bunların dertlerini bilir.
-
آنچ کوسه داند از خانهی کسان ** بلمه از خانه خودش کی داند آن
- Kösenin, başkalarının evinde olanları bildiği kadar kabasakal, kendi evindekini bilemez.
-
آنچ صاحبدل بداند حال تو ** تو ز حال خود ندانی ای عمو 3565
- Amca, sen, kendi halini bilmezsin… Fakat gönül sahibi yok mu? Senin halini o bilir işte!
-
بیان آنک هرچه غفلت و غم و کاهلی و تاریکیست همه از تنست کی ارضی است و سفلی
- Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir
-
غفلت از تن بود چون تن روح شد ** بیند او اسرار را بی هیچ بد
- Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
-
چون زمین برخاست از جو فلک ** نه شب و نه سایه باشد نه دلک
- Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
-
هر کجا سایهست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه
- Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
-
دود پیوسته هم از هیزم بود ** نه ز آتشهای مستنجم بود
- Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.
-
وهم افتد در خطا و در غلط ** عقل باشد در اصابتها فقط 3570
- Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz.
-
هر گرانی و کسل خود از تنست ** جان ز خفت جمله در پریدنست
- Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur.
-
روی سرخ از غلبه خونها بود ** روی زرد از جنبش صفرا بود
- Kırmızı beniz kanın çokluğundandır, sarı yüz safranın oynamasındandır.
-
رو سپید از قوت بلغم بود ** باشد از سودا که رو ادهم بود
- Ak beniz, balgamın kuvvetindendir, sevdadan da beniz kararır.
-
در حقیقت خالق آثار اوست ** لیک جز علت نبیند اهل پوست
- Hakikatte eserleri halk eden odur. Fakat kışırda kalan, yalnız zahiri gören, ancak sebepleri görebilir!
-
مغز کو از پوستها آواره نیست ** از طبیب و علت او را چاره نیست 3575
- Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur, ne doktordan fayda görür!
-
چون دوم بار آدمیزاده بزاد ** پای خود بر فرق علتها نهاد
- Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor.