مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست
Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
یعرفون الانبیا اضدادهم ** مثل ما لا یشتبه اولادهم
Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler.
همچو فرزندان خود دانندشان ** منکران با صد دلیل و صد نشان
Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama
لیک از رشک و حسد پنهان کنند ** خویشتن را بر ندانم میزنند3665
Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler.
پس چو یعرف گفت چون جای دگر ** گفت لایعرفهم غیری فذر
Baksana, Allah bir yerde “Onları bilirler” dedi, bir yerde de “Onları benden başka kimse bilmez;
انهم تحت قبابی کامنون ** جز که یزدانشان نداند ز آزمون
Onlar, benim kubbelerimin altında gizlidir. Onları Allah’tan başka kimse bilmez, sınamakla bilinmezler ki” dedi.
هم بنسبت گیر این مفتوح را ** که بدانی و ندانی نوح را
Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen manaya kıyas et!
مسلهی فنا و بقای درویش
Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi
گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو3670
Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur.
چون زبانهی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
نیست باشد طعم خل چون میچشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی3675
Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır.
پیش شیری آهوی بیهوش شد ** هستیاش در هست او روپوش شد
Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
این قیاس ناقصان بر کار رب ** جوشش عشقست نه از ترک ادب
Kemale ermeyenlerin Allah’a karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu? Aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terk etme değil!
نبض عاشق بی ادب بر میجهد ** خویش را در کفهی شه مینهد
Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır.
بیادبتر نیست کس زو در جهان ** با ادبتر نیست کس زو در نهان
Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بیادب3680
Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil.
بیادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش همسری
Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
فاعل چه کو چنان مقهور شد ** فاعلیها جمله از وی دور شد3685
Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır.
قصه وکیل صدر جهان کی متهم شد و از بخارا گریخت از بیم جان باز عشقش کشید رو کشان کی کار جان سهل باشد عاشقان را
Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekrar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır
در بخارا بندهی صدر جهان ** متهم شد گشت از صدرش نهان
Buhara’da Sadr-ı Cihan’ın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye mecbur oldu.
مدت ده سال سرگردان بگشت ** گه خراسان گه کهستان گاه دشت
On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı.
از پس ده سال او از اشتیاق ** گشت بیطاقت ز ایام فراق
On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
گفت تاب فرقتم زین پس نماند ** صبر کی داند خلاعت را نشاند
Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?
از فراق این خاکها شوره بود ** آب زرد و گنده و تیره شود3690
Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… Sular bile sararır, kokar, bulanır!