گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو3670
Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur.
چون زبانهی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
نیست باشد طعم خل چون میچشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی3675
Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır.
پیش شیری آهوی بیهوش شد ** هستیاش در هست او روپوش شد
Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
این قیاس ناقصان بر کار رب ** جوشش عشقست نه از ترک ادب
Kemale ermeyenlerin Allah’a karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu? Aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terk etme değil!
نبض عاشق بی ادب بر میجهد ** خویش را در کفهی شه مینهد
Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır.
بیادبتر نیست کس زو در جهان ** با ادبتر نیست کس زو در نهان
Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بیادب3680
Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil.
بیادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش همسری
Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
فاعل چه کو چنان مقهور شد ** فاعلیها جمله از وی دور شد3685
Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır.
قصه وکیل صدر جهان کی متهم شد و از بخارا گریخت از بیم جان باز عشقش کشید رو کشان کی کار جان سهل باشد عاشقان را
Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekrar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır
در بخارا بندهی صدر جهان ** متهم شد گشت از صدرش نهان
Buhara’da Sadr-ı Cihan’ın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye mecbur oldu.
مدت ده سال سرگردان بگشت ** گه خراسان گه کهستان گاه دشت
On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı.
از پس ده سال او از اشتیاق ** گشت بیطاقت ز ایام فراق
On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
گفت تاب فرقتم زین پس نماند ** صبر کی داند خلاعت را نشاند
Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?
از فراق این خاکها شوره بود ** آب زرد و گنده و تیره شود3690
Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… Sular bile sararır, kokar, bulanır!
Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… Ateş kül haline gelir, savrulur!
باغ چون جنت شود دار المرض ** زرد و ریزان برگ او اندر حرض
Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… Bir hastalık yurdu olur!
عقل دراک از فراق دوستان ** همچو تیرانداز اشکسته کمان
Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya döner.
دوزخ از فرقت چنان سوزان شدست ** پیر از فرقت چنان لرزان شدست
Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği titrer, yandığı gibi yanar kavrulur.
گر بگویم از فراق چون شرار ** تا قیامت یک بود از صد هزار3695
Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam.
پس ز شرح سوز او کم زن نفس ** رب سلم رب سلم گوی و بس
O halde onun yakıcılığını anlatmaya kalkışma sus, yarabbi, beni sen kurtar, sen kurtar da ancak.
هرچه از وی شاد گردی در جهان ** از فراق او بیندیش آن زمان
Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele!
زانچ گشتی شاد بس کس شاد شد ** آخر از وی جست و همچون باد شد
Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi… Fakat sonunda sahibine vefa etmedi, yel gibi geçti gitti!
از تو هم بجهد تو دل بر وی منه ** پیش از آن کو بجهد از وی تو بجه
Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış.
پیدا شدن روح القدس بصورت آدمی بر مریم بوقت برهنگی و غسل کردن و پناه گرفتن بحق تعالی
Ruhulkudüs’ün Meryem’e, Meryem çıplak bir halde yıkanırken bir insan şeklinde görünmesi, Meryem’in Ulu Allah’a sığınması
همچو مریم گوی پیش از فوت ملک ** نقش را کالعوذ بالرحمن منک3700
Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “Senden Rahman’a sığınırım” de.
دید مریم صورتی بس جانفزا ** جانفزایی دلربایی در خلا
Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu.
پیش او بر رست از روی زمین ** چون مه وخورشید آن روح الامین
Ruhulemin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
از زمین بر رست خوبی بینقاب ** آنچنان کز شرق روید آفتاب
Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
لرزه بر اعضای مریم اوفتاد ** کو برهنه بود و ترسید از فساد
Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.
صورتی که یوسف ار دیدی عیان ** دست از حیرت بریدی چو زنان3705
Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı.
همچو گل پیشش برویید آن ز گل ** چون خیالی که بر آرد سر ز دل
Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti.
گشت بیخود مریم و در بیخودی ** گفت بجهم در پناه ایزدی
Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım dedi.
زانک عادت کرده بود آن پاکجیب ** در هزیمت رخت بردن سوی غیب
O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’a sığınırdı.
چون جهان را دید ملکی بیقرار ** حازمانه ساخت زان حضرت حصار
Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’a sığınmayı âdet edinmişti.
تا به گاه مرگ حصنی باشدش ** که نیابد خصم راه مقصدش3710
Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi.
از پناه حق حصاری به ندید ** یورتگه نزدیک آن دز برگزید
Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti.
چون بدید آن غمزههای عقلسوز ** که ازو میشد جگرها تیردوز
Meryem o akılları yakan, ciğerleri okşayan bakışları gördü.
شاه و لشکر حلقه در گوشش شده ** خسروان هوش بیهوشش شده
Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de… O bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü!
صد هزاران شاه مملوکش برق ** صد هزاران بدر را داده به دق
O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüzbinlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.
زهره نی مر زهره را تا دم زند ** عقل کلش چون ببیند کم زند3715
Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı.
من چگویم که مرا در دوختهست ** دمگهم را دمگه او سوختهست
Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki!
دود آن نارم دلیلم من برو ** دور از آن شه باطل ما عبروا
Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepsi de saçma!
خود نباشد آفتابی را دلیل ** جز که نور آفتاب مستطیل
Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki.