-
ما نمیخواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
- Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
-
شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست 370
- Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler.
-
یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
- İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
-
فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
- Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
-
قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
- Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
-
نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
- Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
-
خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی 375
- Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var?
-
آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
- Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
-
چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
- Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
-
ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع میشدند
- Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
-
قصد خون ناصحان میداشتند ** تخم فسق و کافری میکاشتند
- Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
-
چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان 380
- Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
-
گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
- eksik
-
چشم بسته میشود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
- Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
-
مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
- O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
-
سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
- Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
-
گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد 385
- Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi?
-
او نمیدانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
- Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
-
گوسفندان بوی گرگ با گزند ** میبدانند و بهر سو میخزند
- Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.
-
مغز حیوانات بوی شیر را ** میبداند ترک میگوید چرا
- Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” der.
-
بوی شیر خشم دیدی باز گرد ** با مناجات و حذر انباز گرد
- Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’a sığınmaya, yalvarmaya koyul.
-
وا نگشتند آن گروه از گرد گرگ ** گرگ محنت بعد گرد آمد سترگ 390
- Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi.
-
بر درید آن گوسفندان را بخشم ** که ز چوپان خرد بستند چشم
- O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı.
-
چند چوپانشان بخواند و نامدند ** خاک غم در چشم چوپان میزدند
- Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler… Çobanın gözüne toz, toprak serptiler.
-
که برو ما از تو خود چوپانتریم ** چون تبع گردیم هر یک سروریم
- “ Yürü be, biz senden ziyade çobanız… Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu hâlde nasıl sana uyarız?
-
طعمهی گرگیم و آن یار نه ** هیزم ناریم و آن عار نه
- Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
-
حمیتی بد جاهلیت در دماغ ** بانگ شومی بر دمنشان کرد زاغ 395
- Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri, yurtları harabeye döner.
-
بهر مظلومان همیکندند چاه ** در چه افتادند و میگفتند آه
- Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar.
-
پوستین یوسفان بکشافتند ** آنچ میکردند یک یک یافتند
- Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer birer buldular.
-
کیست آن یوسف دل حقجوی تو ** چون اسیری بسته اندر کوی تو
- O Yusuf kimdir? Senin Hak arayan gönlün. O gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır.
-
جبرئیلی را بر استن بستهای ** پر و بالش را به صد جا خستهای
- Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de.
-
پیش او گوساله بریان آوری ** گه کشی او را به کهدان آوری 400
- Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp
-
که بخور اینست ما را لوت و پوت ** نیست او را جز لقاء الله قوت
- Hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun. Hâlbuki ona Allah vuslatından başka gıda yoktur.
-
زین شکنجه و امتحان آن مبتلا ** میکند از تو شکایت با خدا
- O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Allah’a şikâyet ederek der ki:
-
کای خدا افغان ازین گرگ کهن ** گویدش نک وقت آمد صبر کن
- “ arabbi, bu kocamış kurttan elâman.” Allah da ona “Sabret, işte vakit geldi.
-
داد تو وا خواهم از هر بیخبر ** داد کی دهد جز خدای دادگر
- Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allah’tan başka kim feryada erişir ki.
-
او همیگوید که صبرم شد فنا ** در فراق روی تو یا ربنا 405
- O “Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti.
-
احمدم در مانده در دست یهود ** صالحم افتاده در حبس ثمود
- Yahudiler elinde âciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salih’im.
-
ای سعادتبخش جان انبیا ** یا بکش یا باز خوانم یا بیا
- Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan. Ya beni öldür, ya kendine çağır yahut da sen gel!
-
با فراقت کافران را نیست تاب ** میگود یا لیتنی کنت تراب
-
حال او اینست کو خود زان سوست ** چون بود بی تو کسی کان توست
- Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok… Onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
-
حق همیگوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به 410
- “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der.
-
صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همیکوشم پی تو تو مکوش
- Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
-
بقیهی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
- Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
-
شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
- Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
-
قصهی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
- Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
-
روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
- Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
-
از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد 415
- Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.
-
هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی میزدند
- Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
-
همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
- Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
-
آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
- O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.