دید مریم صورتی بس جانفزا ** جانفزایی دلربایی در خلا
Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu.
پیش او بر رست از روی زمین ** چون مه وخورشید آن روح الامین
Ruhulemin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
از زمین بر رست خوبی بینقاب ** آنچنان کز شرق روید آفتاب
Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
لرزه بر اعضای مریم اوفتاد ** کو برهنه بود و ترسید از فساد
Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.
صورتی که یوسف ار دیدی عیان ** دست از حیرت بریدی چو زنان3705
Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı.
همچو گل پیشش برویید آن ز گل ** چون خیالی که بر آرد سر ز دل
Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti.
گشت بیخود مریم و در بیخودی ** گفت بجهم در پناه ایزدی
Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım dedi.
زانک عادت کرده بود آن پاکجیب ** در هزیمت رخت بردن سوی غیب
O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’a sığınırdı.
چون جهان را دید ملکی بیقرار ** حازمانه ساخت زان حضرت حصار
Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’a sığınmayı âdet edinmişti.
تا به گاه مرگ حصنی باشدش ** که نیابد خصم راه مقصدش3710
Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi.
از پناه حق حصاری به ندید ** یورتگه نزدیک آن دز برگزید
Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti.
چون بدید آن غمزههای عقلسوز ** که ازو میشد جگرها تیردوز
Meryem o akılları yakan, ciğerleri okşayan bakışları gördü.
شاه و لشکر حلقه در گوشش شده ** خسروان هوش بیهوشش شده
Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de… O bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü!
صد هزاران شاه مملوکش برق ** صد هزاران بدر را داده به دق
O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüzbinlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.
زهره نی مر زهره را تا دم زند ** عقل کلش چون ببیند کم زند3715
Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı.
من چگویم که مرا در دوختهست ** دمگهم را دمگه او سوختهست
Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki!
دود آن نارم دلیلم من برو ** دور از آن شه باطل ما عبروا
Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepsi de saçma!
خود نباشد آفتابی را دلیل ** جز که نور آفتاب مستطیل
Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki.
سایه کی بود تا دلیل او بود ** این بستش کع ذلیل او بود
Gölgenin on delâlet etmesine imkân mı var? Gölge, onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya… işte bu, kâfi ona!
این جلالت در دلالت صادقست ** جمله ادراکات پس او سابقست3720
Bu ululuk, ona tam doğru bir delil: bütün anlayışlar geridedir, o ilerde!
جمله ادراکات بر خرهای لنگ ** او سوار باد پران چون خدنگ
Bütün anlayışlar topal eşeklere binmiş… O, ok gibi uçup giden rüzgâra!
گر گریزد کس نیابد گرد شه ** ور گریزند او بگیرد پیش ره
Padişah kaçarsa tozunu bile kimse bulamaz… Onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir!
جمله ادراکات را آرام نی ** وقت میدانست وقت جام نی
Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… Meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil!
آن یکی وهمی چو بازی میپرد ** وآن دگر چون تیر معبر میدرد
Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok gibi uçar!
وان دگر چون کشتی با بادبان ** وآن دگر اندر تراجع هر زمان3725
Öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider… Bir başkasınınkiyse her an gerileyip durur!
چون شکاری مینمایدشان ز دور ** جمله حمله میفزایند آن طیور
Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları, uzaktan bir av gördüler mi hep birden saldırırlar.
چونک ناپیدا شود حیران شوند ** همچو جغدان سوی هر ویران شوند
Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar!
منتظر چشمی به هم یک چشم باز ** تا که پیدا گردد آن صید به ناز
O av tekrar nazlana, nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler.
چون بماند دیر گویند از ملال ** صید بود آن خود عجب یا خود خیال
Av gecikince beklemekten usanır, sıkılırlar da acaba gördüğümüz av mıydı, hayal miydi derler.
مصلحت آنست تا یک ساعتی ** قوتی گیرند و زور از راحتی3730
Bir an istirahat ederek güçlenip kuvvetlenmeleri daha doğrudur.
گر نبودی شب همه خلقان ز آز ** خویشتن را سوختندی ز اهتزاز
Eğer gece olmasaydı bütün halk, hırstan, isteklerinin üstüne titremeden kendilerini yakar, helâk ederlerdi.
از هوس وز حرص سود اندوختن ** هر کسی دادی بدن را سوختن
Herkes bir şey elde etmek, bir kâr kazanmak hevesiyle bedenini ateşlere atmış, yanıp yakılmıştır.
شب پدید آید چو گنج رحمتی ** تا رهند ازحرص خود یکساعتی
Bir müddet hırslarından kurtulsunlar diye gece, Allah rahmeti gibi zuhur etti.
چونک قبضی آیدت ای راهرو ** آن صلاح تست آتش دل مشو
Yolcu, sana da bir sıkıntı, bir gönül darlığı geldi mi alevlenme, meyus olma… Senin için muvafıktır o.
زآنک در خرجی در آن بسط و گشاد ** خرج را دخلی بباید زاعتداد3735
Çünkü ferahlık ve genişlik zamanında varını, yoğunu harcedip duruyorsun demektir. Harcetmeye karşılık bir de gelir lâzım elbet!
گر هماره فصل تابستان بدی ** سوزش خورشید در بستان شدی
Ya mevsimi sürüp gitseydi güneş, bağları, bahçeleri yakar kavururdu.
منبتش را سوختی از بیخ و بن ** که دگر تازه نگشتی آن کهن
Nebatları kökünden yakardı, bir daha o yanıp kavrulan şeyler yenilemezdi, yeşerip tazelenmezdi.
گر ترشرویست آن دی مشفق است ** صیف خندانست اما محرقست
Kışın yüzü ekşidir ama şefkatlidir... yaz gülümser ama yakar, yandırır!
چونک قبض آید تو در وی بسط بین ** تازه باش و چین میفکن در جبین
Darlık geldi mi onda genişlik gör de canlan, alnını kırıştırma!
کودکان خندان و دانایان ترش ** غم جگر را باشد و شادی ز شش3740
Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerinse yüzü ekşidir. Gam karaciğerden meydana gelir, neşe akciğerden!
چشم کودک همچو خر در آخرست ** چشم عاقل در حساب آخرست
Çocuğun gözü, eşek gibi ahırdadır… Akıllı adamsa gözünü işin sonuna diker.
او در آخر چرب میبیند علف ** وین ز قصاب آخرش بیند تلف
Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür… Akıllı, ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür, bilir.
آن علف تلخست کین قصاب داد ** بهر لحم ما ترازویی نهاد
Şu kasabın verdiği ot yok mu? Acıdır, acı! Kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır gelmemizi temin etmek için veriyor.
رو ز حکمت خور علف کان را خدا ** بی غرض دادست از محض عطا
Yürü, Allah’ın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü Allah, onu ancak cömertliğinden, ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.
فهم نان کردی نه حکمت ای رهی ** زانچ حق گفتت کلوا من رزقه3745
Allah “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin” dedi. Sen, buradaki rızkı ekmek sandın, hikmet olduğunu anlamadın ha!
رزق حق حکمت بود در مرتبت ** کان گلوگیرت نباشد عاقبت
Allah’ın verdiği rızık, insan mertebesine göre hikmettir. O rızık sonunda senin boğazında durmaz, seni öldürüp mahvetmez!
این دهان بستی دهانی باز شد ** کو خورندهی لقمههای راز شد
Bu ağzını kapadın mı başka bir ağız açılır… O ağız sır lokmalarını yer, yutar.
گر ز شیر دیو تن را وابری ** در فطام اوبسی نعمت خوردی
Bedenini Şeytan aslanından kurtarabilirsen Allah sofrasında nice nimetler yersin!
ترکجوشش شرح کردم نیمخام ** از حکیم غزنوی بشنو تمام
Ben bu sözü, Türklerin et yemeği gibi yarı pişmiş, yarı ham bir halde anlattım. Sen tamamını Hâkim-i Gaznevî’den duy!
در الهینامه گوید شرح این ** آن حکیم غیب و فخرالعارفین3750
O gayb hakîmi, o ariflerin övündükleri zat, bunu İlahînâme’de anlatır: