-
تو مکن تهدید از کشتن که من ** تشنهی زارم به خون خویشتن
- Beni ölümle tehdit etme... Kendi kanıma susamış birisiyim ben zaten!
-
عاشقان را هر زمانی مردنیست ** مردن عشاق خود یک نوع نیست
- Âşıklara her an bir ölüm var… Âşıkların ölümü bir çeşit değil!
-
او دو صد جان دارد از جان هدی ** وآن دوصد را میکند هر دم فدی 3835
- Âşık, doğru yolun ruhunu bulmuş, o ruhla iki yüz cana sahip olmuştur da her an iki yüzünü de feda edip durmadadır.
-
هر یکی جان را ستاند ده بها ** از نبی خوان عشرة امثالها
- Feda ettiği her cana karşılık da on tana ecir alır. Kur’an’dan “ Kim bir iyilik yaparsa on mislini bulur” ayetini okusan a!
-
گر بریزد خون من آن دوسترو ** پایکوبان جان برافشانم برو
- O güzel yüzlü sevgili, kanımı dökerse neşeyle dönerek, zevkimden ayaklarımı yerlere vurarak canımı saçarım!
-
آزمودم مرگ من در زندگیست ** چون رهم زین زندگی پایندگیست
- Ben sınadım, benim hayatım ölümümde. Bu hayattan kurtuldum mu ebediyete erişeceğim.
-
اقتلونی اقتلونی یا ثقات ** ان فی قتلی حیاتا فی حیات
- Ey inanılacak, güvenilecek kişiler, beni öldürün, öldürülmemde hayat içinde hayat var.
-
یا منیر الخد یا روح البقا ** اجتذب روحی وجد لی باللقا 3840
- Ey aydın yüzlü, ey daimî varlığın ruhu, ruhumu kendine çek, bana vuslatınla cömertlik et!
-
لی حبیب حبه یشوی الحشا ** لو یشا یمشی علی عینی مشی
- Öyle bir sevgilim var ki sevgisi kalbimi yakıp kavurmada. Dilerse gözlerimin üstünde yürür!
-
پارسی گو گرچه تازی خوشترست ** عشق را خود صد زبان دیگرست
- Arapça daha hoş ama Farsça söyle. Zaten aşkın bunlardan başka daha yüzlerce dili var ama
-
بوی آن دلبر چو پران میشود ** آن زبانها جمله حیران میشود
- Sevgilisinin kokusu uçup geldi mi o dillerin hepsi de şaşırır, lâl olur kalır.
-
بس کنم دلبر در آمد در خطاب ** گوش شو والله اعلم بالصواب
- Artık ben susayım, kâfi… Sevgili söylemeye başladı. Dinle, kulak kesil… Allah, doğruyu daha iyi bilir.
-
چونک عاشق توبه کرد اکنون بترس ** کو چو عیاران کند بر دار درس 3845
- Âşık tövbe etti mi… işte o zaman kork. Çünkü âşık, ayyarlar gibi daracığında ders verir!
-
گرچه این عاشق بخارا میرود ** نه به درس و نه به استا میرود
- Bu âşık, Buhara’ya gidiyor ama ders okumaya, üstada hizmet etmeye değil.
-
عاشقان را شد مدرس حسن دوست ** دفتر و درس و سبقشان روی اوست
- Âşıklara dostun güzelliği müderristir… Defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!
-
خامشند و نعرهی تکرارشان ** میرود تا عرش و تخت یارشان
- Susarlar ama tekrar tekrar attıkları nâralar sevgilinin arşına, tahtına kadar ulaşır.
-
درسشان آشوب و چرخ و زلزله ** نه زیاداتست و باب سلسله
- Dersleri fitne, oyun, dönüş ve titreyiştir. Onlar ne Ziyadat okurlar, ne Silsile.
-
سلسلهی این قوم جعد مشکبار ** مسلهی دورست لیکن دور یار 3850
- Bu kavmin silsilesi, sevgilinin simsiyah ve kıvırcık saçlarıdır. Onlarda devir meselesinden bahsederler ama sevgilinin devrinden.
-
مسلهی کیس ار بپرسد کس ترا ** گو نگنجد گنج حق در کیسهها
- Eğer birisi sana kese meselesini sorarsa ona de ki: Allah hazinesi keselere sığmaz ki!
-
گر دم خلع و مبارا میرود ** بد مبین ذکر بخارا میرود
- Âşıklara aralarında Hul ve Mübara’dan dem vururlarsa hoş gör. Hakikatte Buhara’yı anıyorlar demektir.
-
ذکر هر چیزی دهد خاصیتی ** زانک دارد هرصفت ماهیتی
- Her şeyi anış, başka bir hassa verir… her sıfatın başka bir mahiyeti var.
-
در بخارا در هنرها بالغى ** چون به خوارى رو نهى ز آن فارغى
- Buhara’da her hünere ermiş, olgun bir hale gelmişsin ama horluğa yüz kodun mu hepsinden vazgeçer, her şeyi unutursun.
-
آن بخاری غصهی دانش نداشت ** چشم بر خورشید بینش میگماشت 3855
- O Buhara’lı âşık da bilgi derdinde değildi… Gözünü görüş güneşine dikmişti o.
-
هرکه درخلوت ببینش یافت راه ** او ز دانشها نجوید دستگاه
- Kim, halvette görüşe yol bulur, hakikati görürse artık bilgilerle yücelmeyi dilemez.
-
با جمال جان چوشد همکاسهای ** باشدش ز اخبار و دانش تاسهای
- Can güzelliğiyle bir kâseden şarap içen, ağızdan duyulma haberlerle bilgilerden tasalanmaz.
-
دید بردانش بود غالب فرا ** زان همی دنیا بچربد عامه را
- Görüş, ekseriyetle bilgiden üstündür, bilgiye galebe eder. Bu yüzden halk nazarında dünya galiptir, sevimlidir.
-
زانک دنیا را همیبینند عین ** وآن جهانی را همیدانند دین
- Çünkü dünyayı gözler görür; bu, eldeki matahtır… ahireti ise verilmesi va’dedilen borç bilirler.
-
رو نهادن آن بندهی عاشق سوی بخارا
- O âşık kulun Buhara’ya yüz tutması
-
رو نهاد آن عاشق خونابهریز ** دلطپان سوی بخارا گرم و تیز 3860
- Kanlı gözyaşları döken o âşık yüreği çarpa çarpa hararetle, iştiyakla koşarak Buhara’ya yüz tuttu.
-
ریگ آمون پیش او همچون حریر ** آب جیحون پیش او چون آبگیر
- İştiyakından çölün kumları, ona ipek geliyor, Ceyhun’un suyu küçücük bir şey görünüyordu!
-
آن بیابان پیش او چون گلستان ** میفتاد از خنده او چون گلستان
- Çöl önünde gül bahçesi kesilmekte, gül gibi gülerek düşe kalka, yuvarlanarak koşup gitmekteydi!
-
در سمرقندست قند اما لبش ** از بخارا یافت و آن شد مذهبش
- Şeker, Semerkant’tadır ama o, şekeri Buhara’da bulmuş Buhara yolunu tutmuştu.
-
ای بخارا عقلافزا بودهای ** لیکن ازمن عقل و دین بربودهای
- “Ey Buhara, sen akıllara akıl katardın ama benim aklımı da aldın dinimi de!
-
بدر میجویم از آنم چون هلال ** صدر میجویم درین صف نعال 3865
- Ben bir tolunay aramaktaydım, o yüzden hilâle döndüm. Kapı dibinde Sadr-ı (başköşeyi) istiyorum!” demekteydi.
-
چون سواد آن بخارا را بدید ** در سواد غم بیاضی شد پدید
- Buhara’nın karaltısını görünce gam karanlığında bir beyazlıktır göründü.
-
ساعتی افتاد بیهوش و دراز ** عقل او پرید در بستان راز
- Yere yığıldı, uzun bir müddet kendisinden geçti. Aklı, sır bahçesine uçup gitti.
-
بر سر و رویش گلابی میزدند ** از گلاب عشق او غافل بدند
- Onu ayıltacak, aşk gül suyuydu, bunu bilmediklerinden başına, yüzüne gül suları serptiler.
-
او گلستانی نهانی دیده بود ** غارت عشقش ز خود ببریده بود
- O gizli gül bahçesi görmüştü… Aşk, onu yakalamış kendisinden geçirmiş gitmişti.
-
تو فسرده درخور این دم نهای ** با شکر مقرون نهای گرچه نیی 3870
- Sen donmuş, taş kesilmiş birisin; bu söze, bu nefese lâyık değilsin… Evet, sen de kamışsın ama içinde şeker yok!
-
رخت عقلت با توست و عاقلی ** کز جنودا لم تروها غافلی
- Aklın başında, akıllısın sen. “Görmediğiniz askerleri yolladı” ayetinden gafilsin!
-
در آمدن آن عاشق لاابالی در بخارا وتحذیر کردن دوستان او را از پیداشدن
- O sallapati âşığın Buhara’ya gelmesi, dostlarının onu meydana çıkarmamaya çalışmaları
-
اندر آمد در بخارا شادمان ** پیش معشوق خود و دارالامان
- Sevine, sevine o emniyet şehrine sevgilisinin bulunduğu yere, Buhara’ya geldi.
-
همچو آن مستی که پرد بر اثیر ** مه کنارش گیرد و گوید که گیر
- Gökyüzünde uçan, ay tarafından kucaklandığını, kendisine sen de beni kucaklasana dendiğini sanan sarhoşa benziyordu.
-
هرکه دیدش در بخارا گفت خیز ** پیش از پیدا شدن منشین گریز
- Onu Buhara’da her gören “Durma, görünmeden hemen bir tarafa sıvış!
-
که ترا میجوید آن شه خشمگین ** تا کشد از جان تو ده ساله کین 3875
- Padişah gazap etmiş, tam on yıllık öcünü almak için seni arayıp duruyor.
-
الله الله درمیا در خون خویش ** تکیه کم کن بر دم و افسون خویش
- Allah aşkına olsun kendi kanına girme… Kendine pek o kadar güvenme!
-
شحنهی صدر جهان بودی و راد ** معتمد بودی مهندس اوستاد
- Sadr-ı Cihan’ın Şahnesiydin, itimadına mazhar olmuş üstat bir mühendistin.
-
غدو کردی وز جزا بگریختی ** رسته بودی باز چون آویختی
- Ona hıyanette bulundun, cezadan da kaçtın… Neyse, bu suretle kurtulduğun halde şimdi nasıl oldu da tekrar geldin?
-
از بلا بگریختی با صد حیل ** ابلهی آوردت اینجا یا اجل
- Yüzlerce hileyle belâdan kurtulmuştun, seni buraya aptallığın mı getirdi, ecelin mi?
-
ای که عقلت بر عطارد دق کند ** عقل و عاقل را قضا احمق کند 3880
- Aklın Utaridi bile beğenmez, kınardı… Fakat kaza ve kader, aklı da ahmak bir hale sokuyor, akıllıyı da!
-
نحس خرگوشی که باشد شیرجو ** زیرکی و عقل و چالاکیت کو
- Sen, aslanı arayan talihsiz tavşansın. Nerede aklın, nerede bilgin, nerede çevikliğin, çabuk anlayışın?
-
هست صد چندین فسونهای قضا ** گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا
- Kaza ve kaderin böyle yüzlerce afsunları vardır. Kaza geldi mi âlem daralır derler.