English    Türkçe    فارسی   

3
3916-3965

  • همچو گویی سجده کن بر رو و سر ** جانب آن صدر شد با چشم تر
  • Top gibi başının, yüzünün üstüne kapanıp secdeler ederek gözleri yaşlı bir halde Sad-ı Cihan’ın huzuruna gitti.
  • جمله خلقان منتظر سر در هوا ** کش بسوزد یا برآویزد ورا
  • Herkes, acaba onu yakacak mı, asacak mı diye başını havaya dikmiş bekliyordu.
  • این زمان این احمق یک لخت را ** آن نماید که زمان بدبخت را
  • Sadr-ı Cihan, işte o vakit zaman, talihsiz kişilere ne gösterirse bu bir avuç ahmağa onu gösterdi.
  • همچو پروانه شرر را نور دید ** احمقانه در فتاد از جان برید
  • İşten anlamayan ahmak, pervane gibi alevi nur sandı, ahmakçasına aleve atıldı, canından oldu.
  • لیک شمع عشق چون آن شمع نیست ** روشن اندر روشن اندر روشنیست 3920
  • Fakat aşk mumu, o muma benzemez ki. Aşk, aydınlıklar içindeki aydınlıklar aydınlığıdır.
  • او به عکس شمعهای آتشیست ** می‌نماید آتش و جمله خوشیست
  • O ateşli mumların aksine bir şeydir. Ateş gibi görünür ama baştanbaşa nurdur, güzellikten, hoşluktan ibarettir.
  • صفت آن مسجد کی عاشق‌کش بود و آن عاشق مرگ‌جوی لا ابالی کی درو مهمان شد
  • Âşık öldüren mescidle ölümünü arayıp hiçbir şeye aldırış etmeyerek orada konuklayan âşık
  • یک حکایت گوش کن ای نیک‌پی ** مسجدی بد بر کنار شهر ری
  • Ey izi, tozu güzel, bir hikâye söyleyeyim, dinle:
  • هیچ کس در وی نخفتی شب ز بیم ** که نه فرزندش شدی آن شب یتیم
  • Rey şehrinin kıyısında bir mescit vardı.
  • بس که اندر وی غریب عور رفت ** صبحدم چون اختران در گور رفت
  • Hiç kimse yoktu ki orada gecelesin, yatsın da korkudan ödü patlayıp ölmesin; oğlu o gece yetim kalmasın.
  • خویشتن را نیک ازین آگاه کن ** صبح آمد خواب را کوتاه کن 3925
  • Ona nice aç, çıplak garip gitti… Hepsi de sabah çağı yıldızlar gibi battı, mezara girdi!
  • هر کسی گفتی که پریانند تند ** اندرو مهمان کشان با تیغ کند
  • Sen de bunu iyice anla, kendine gel. Sabah geldi çattı, uykuyu bırak artık!
  • آن دگر گفتی که سحرست و طلسم ** کین رصد باشد عدو جان و خصم
  • Herkes, orada kuvvetli periler var, orada konaklayanları kör kılıçla kesip öldürüyorlar derdi.
  • آن دگر گفتی که بر نه نقش فاش ** بر درش کای میهمان اینجا مباش
  • Bazıları sihir ve tılsım var. Düşmanın canını almak için gözetip durmada diyordu.
  • شب مخسپ اینجا اگر جان بایدت ** ورنه مرگ اینجا کمین بگشایدت
  • Bazı kimseler, kapısına açıkça “Ey konuk, burada kalma. Canına kastın yoksa geceyi burada geçirme, burada yatıp uyuma. Yoksa ölüm sana pusu kurar” diye yazalım demekteydi.
  • وان یکی گفتی که شب قفلی نهید ** غافلی کاید شما کم ره دهید 3930
  • Bir diğeri de derdi ki. “Geceleri kilitleyin de bilmeyen bir adam girip kalmasın!”
  • مهمان آمدن در آن مسجد
  • Mescide konuk gelmesi
  • تا یکی مهمان در آمد وقت شب ** کو شنیده بود آن صیت عجب
  • Nihayet bir gece vakti mescide bir konuk geldi… Mescidin o aşılacak şöhretini o da duymuştu.
  • از برای آزمون می‌آزمود ** زانک بس مردانه و جان سیر بود
  • Bir tecrübe etmek istiyordu. Çünkü hem pek yiğitti, hem de canından bezmişti, hayatına doymuştu.
  • گفت کم گیرم سر و اشکمبه‌ای ** رفته گیر از گنج جان یک حبه‌ای
  • Dedi ki: “Bu başa, bu gövdeye pek o kadar aldırış etmem… tut ki can hazinesi için bir habbe gitmiş.. Ne çıkar?
  • صورت تن گو برو من کیستم ** نقش کم ناید چو من باقیستم
  • Ten sureti gidiversin, ben o suretten ibaret değilim ya. Ben baki oldukça suret eksik olmaz elbet.
  • چون نفخت بودم از لطف خدا ** نفخ حق باشم ز نای تن جدا 3935
  • Allah lütfuyla “Ben insana ruhumdan ruh üfürdüm” sırrına mazharım… Kamış gibi olan tenden ayrılırsam yalnız Allah nefesi olarak kalırım.
  • تا نیفتد بانگ نفخش این طرف ** تا رهد آن گوهر از تنگین صدف
  • Allah’ın nefesi, bu tene gelmesin de inci de bu dar sedeften kurtulsun artık.
  • چون تمنوا موت گفت ای صادقین ** صادقم جان را برافشانم برین
  • Allah “Ey doğru kişiler, ölümü dinleyin” dedi. Ben de doğrucuyum, bu söze canımı veririm!”
  • ملامت کردن اهل مسجد مهمان عاشق را از شب خفتن در آنجا و تهدید کردن مرورا
  • Mescid halkının o âşık konuğu, geceleyin mescide konaklama niyetinden dolayı kınamaları, burada kalma diye tehdit etmeleri
  • قوم گفتندش که هین اینجا مخسپ ** تا نکوبد جانستانت همچو کسپ
  • Halk, “Sakın burada geceleme. Yoksa can alıcı, seni posa gibi eziverir!
  • که غریبی و نمی‌دانی ز حال ** کاندرین جا هر که خفت آمد زوال
  • Sen garipsin, bunu bilmezsin… Burada kim yattı, uyuduysa mahvoldu.
  • اتفاقی نیست این ما بارها ** دیده‌ایم و جمله اصحاب نهی 3940
  • Bu bir tesadüf değil. Bunu biz de nice defalar gördük, akıllı bilgiler kişiler de.
  • هر که آن مسجد شبی مسکن شدش ** نیم‌شب مرگ هلاهل آمدش
  • Kim bu mescitte konakladıysa gece yarısı müthiş bir zehirle zehirlendi gitti.
  • از یکی ما تابه صد این دیده‌ایم ** نه به تقلید از کسی بشنیده‌ایم
  • Bir kişiden yüz kişiye kadar nice ölenleri gördük. Birisinden duyup da rivayet etmiyoruz.
  • گفت الدین نصیحه آن رسول ** آن نصیحت در لغت ضد غلول
  • Peygamber “Din nasihattir” dedi. Nasihat, lûgatte hıyanetin zıddıdır.
  • این نصیحت راستی در دوستی ** در غلولی خاین و سگ‌پوستی
  • Bu nasihatte dostlukta doğruluktan ibarettir. Doğru söylemez, aldatırsan, hainsin, köpek postuna bürünmüşsün, köpeksin!
  • بی خیانت این نصیحت از وداد ** می‌نماییمت مگرد از عقل و داد 3945
  • Sana bu nasihati muhabbetimizden veriyoruz. Sakın akıldan, insaftan ayrılma! dedi.
  • جواب گفتن عاشق عاذلان را
  • Âşığın, kendisini menedenlere cevabı
  • گفت او ای ناصحان من بی ندم ** از جهان زندگی سیر آمدم
  • Âşık dedi ki: “Ey öğüt verenler, ben yaptığım dan nâdim değilim. Hayata doydum.
  • منبلی‌ام زخم جو و زخم‌خواه ** عافیت کم جوی از منبل براه
  • Ben yaralanmayı isteyen, arayan bir tembelim. Tembelden yola gitmeyi umma!
  • منبلی نی کو بود خود برگ‌جو ** منبلی‌ام لاابالی مرگ‌جو
  • Ama yiyecek, içecek tembeli değilim ben… Hiçbir şeye aldırış etmeyen, ölümünü arayan bir tembelim!
  • منبلی نی کو به کف پول آورد ** منبلی چستی کزین پل بگذرد
  • Âleme el avuç açan, kendisine para pul toplayan tembel değilim, bu köprüden çevikçe geçen bir tembelim.
  • آن نه کو بر هر دکانی بر زند ** بل جهد از کون و کانی بر زند 3950
  • Her dükkâna başvuran, halini söyleyen tembel değilim. Varlıktan sıçrayıp kurtulan ve bir madene ulaşan tembelim.
  • مرگ شیرین گشت و نقلم زین سرا ** چون قفص هشتن پریدن مرغ را
  • Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.
  • آن قفص که هست عین باغ در ** مرغ می‌بیند گلستان و شجر
  • Bahçeye konan kafesteki kuş, gülleri, ağaçları görür.
  • جوق مرغان از برون گرد قفص ** خوش همی‌خوانند ز آزادی قصص
  • Dışarıda, kafesin çevresinde ötüşen kuşlar, hürriyete ait güzel, güzel hikâyeler söylerler.
  • مرغ را اندر قفص زان سبزه‌زار ** نه خورش ماندست و نه صبر و قرار
  • Kafesteki kuş, onları duyar, o yeşilliği görürde ne iştahı kalır, ne sabrı, ne kararı!
  • سر ز هر سوراخ بیرون می‌کند ** تا بود کین بند از پا برکند 3955
  • Başını kafesin her deliğinden çıkarır durur. Ayağındaki bağdan kurtulmak ister.
  • چون دل و جانش چنین بیرون بود ** آن قفص را در گشایی چون بود
  • O kuşun gönlü de dışarıdadır, canı da… Böyleyken kafesi açıversen ne yapar?
  • نه چنان مرغ قفص در اندهان ** گرد بر گردش به حلقه گربگان
  • O kuş, kafese kapanmış kafesin etrafında da kediler birkaç halka olmuş kuşa benzemez ki.
  • کی بود او را درین خوف و حزن ** آرزوی از قفص بیرون شدن
  • Bu çeşit kuş korkuya, vehme düşer, hiç kafesten çıkmayı ister mi o?
  • او همی‌خواهد کزین ناخوش حصص ** صد قفص باشد بگرد این قفص
  • Hatta o kötülükler yüzünden kafesin etrafında daha yüz tane kafes olmasını ister.
  • عشق جالینوس برین حیات دنیا بود کی هنر او همینجا بکار می‌آید هنری نورزیده است کی در آن بازار بکار آید آنجا خود را به عوام یکسان می‌بیند
  • Calinus bu dünya yaşayışına âşıktı, çünkü hüneri, ancak burada geçerdi, o pazarda bir işe yaramazdı. O yüzden kendisini o âlemde halkla bir görürdü
  • آنچنانک گفت جالینوس راد ** از هوای این جهان و از مراد 3960
  • Bu şuna benzer: Akıl ve hikmette üstün olan Calinus da bu dünyanın havasına kapılmış, dünya muradına gönül vermiş olduğundan,
  • راضیم کز من بماند نیم جان ** که ز کون استری بینم جهان
  • “Yarı canlı bir halde dünyayı bir katır götünden görmeye bile razıyım, tek ölmeyeyim” dedi.
  • گربه می‌بیند بگرد خود قطار ** مرغش آیس گشته بودست از مطار
  • Kafes etrafında kedilerin toplanmış olduğunu görmüş, bir kuşa benzeyen ruhu, uçmaktan meyus olmuştu.
  • یا عدم دیدست غیر این جهان ** در عدم نادیده او حشری نهان
  • Yahut da bu cihandan başka her şeyi yok görmüş, yokluktaki haşri görmemişti.
  • چون جنین کش می‌کشد بیرون کرم ** می‌گریزد او سپس سوی شکم
  • Ana karnındaki çocuk gibi hani. Allah’ın keremi, onu rahimden dışarı çeker de o yine rahme doğru kaçar durur.
  • لطف رویش سوی مصدر می‌کند ** او مقر در پشت مادر می‌کند 3965
  • Allah’ın lütfu, onun yüzünü bu âleme çıkacağı tarafa döndürür, o yine büzülüp ana karnına sokulur.