-
منبلی نی کو بود خود برگجو ** منبلیام لاابالی مرگجو
- Ama yiyecek, içecek tembeli değilim ben… Hiçbir şeye aldırış etmeyen, ölümünü arayan bir tembelim!
-
منبلی نی کو به کف پول آورد ** منبلی چستی کزین پل بگذرد
- Âleme el avuç açan, kendisine para pul toplayan tembel değilim, bu köprüden çevikçe geçen bir tembelim.
-
آن نه کو بر هر دکانی بر زند ** بل جهد از کون و کانی بر زند 3950
- Her dükkâna başvuran, halini söyleyen tembel değilim. Varlıktan sıçrayıp kurtulan ve bir madene ulaşan tembelim.
-
مرگ شیرین گشت و نقلم زین سرا ** چون قفص هشتن پریدن مرغ را
- Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.
-
آن قفص که هست عین باغ در ** مرغ میبیند گلستان و شجر
- Bahçeye konan kafesteki kuş, gülleri, ağaçları görür.
-
جوق مرغان از برون گرد قفص ** خوش همیخوانند ز آزادی قصص
- Dışarıda, kafesin çevresinde ötüşen kuşlar, hürriyete ait güzel, güzel hikâyeler söylerler.
-
مرغ را اندر قفص زان سبزهزار ** نه خورش ماندست و نه صبر و قرار
- Kafesteki kuş, onları duyar, o yeşilliği görürde ne iştahı kalır, ne sabrı, ne kararı!
-
سر ز هر سوراخ بیرون میکند ** تا بود کین بند از پا برکند 3955
- Başını kafesin her deliğinden çıkarır durur. Ayağındaki bağdan kurtulmak ister.
-
چون دل و جانش چنین بیرون بود ** آن قفص را در گشایی چون بود
- O kuşun gönlü de dışarıdadır, canı da… Böyleyken kafesi açıversen ne yapar?
-
نه چنان مرغ قفص در اندهان ** گرد بر گردش به حلقه گربگان
- O kuş, kafese kapanmış kafesin etrafında da kediler birkaç halka olmuş kuşa benzemez ki.
-
کی بود او را درین خوف و حزن ** آرزوی از قفص بیرون شدن
- Bu çeşit kuş korkuya, vehme düşer, hiç kafesten çıkmayı ister mi o?
-
او همیخواهد کزین ناخوش حصص ** صد قفص باشد بگرد این قفص
- Hatta o kötülükler yüzünden kafesin etrafında daha yüz tane kafes olmasını ister.
-
عشق جالینوس برین حیات دنیا بود کی هنر او همینجا بکار میآید هنری نورزیده است کی در آن بازار بکار آید آنجا خود را به عوام یکسان میبیند
- Calinus bu dünya yaşayışına âşıktı, çünkü hüneri, ancak burada geçerdi, o pazarda bir işe yaramazdı. O yüzden kendisini o âlemde halkla bir görürdü
-
آنچنانک گفت جالینوس راد ** از هوای این جهان و از مراد 3960
- Bu şuna benzer: Akıl ve hikmette üstün olan Calinus da bu dünyanın havasına kapılmış, dünya muradına gönül vermiş olduğundan,
-
راضیم کز من بماند نیم جان ** که ز کون استری بینم جهان
- “Yarı canlı bir halde dünyayı bir katır götünden görmeye bile razıyım, tek ölmeyeyim” dedi.
-
گربه میبیند بگرد خود قطار ** مرغش آیس گشته بودست از مطار
- Kafes etrafında kedilerin toplanmış olduğunu görmüş, bir kuşa benzeyen ruhu, uçmaktan meyus olmuştu.
-
یا عدم دیدست غیر این جهان ** در عدم نادیده او حشری نهان
- Yahut da bu cihandan başka her şeyi yok görmüş, yokluktaki haşri görmemişti.
-
چون جنین کش میکشد بیرون کرم ** میگریزد او سپس سوی شکم
- Ana karnındaki çocuk gibi hani. Allah’ın keremi, onu rahimden dışarı çeker de o yine rahme doğru kaçar durur.
-
لطف رویش سوی مصدر میکند ** او مقر در پشت مادر میکند 3965
- Allah’ın lütfu, onun yüzünü bu âleme çıkacağı tarafa döndürür, o yine büzülüp ana karnına sokulur.
-
که اگر بیرون فتم زین شهر و کام ** ای عجب بینم بدیده این مقام
- Bu şehirden, bu yurttan dışarı çıkarsam acaba bir daha burasını görebilir miyim?
-
یا دری بودی در آن شهر وخم ** که نظاره کردمی اندر رحم
- Rahimde bir kapı olsaydı da o havası ufunetli şehir görünseydi.
-
یا چو چشمهی سوزنی راهم بدی ** که ز بیرونم رحم دیده شدی
- Yahut da bir iğne yordamı kadar delik bulunsaydı da dışarısını bir görseydim der!
-
آن جنین هم غافلست از عالمی ** همچو جالینوس او نامحرمی
- Ana karnındaki çocuk da rahmin dışında bir âlem olduğundan gafildir, o da Calinus gibi nâmahremdir.
-
اونداند کن رطوباتی که هست ** آن مدد از عالم بیرونیست 3970
- Bilmez ki rahimdeki yaşlıklarda dışarıdaki âlemin feyziyledir.
-
آنچنانک چار عنصر در جهان ** صد مدد آرد ز شهر لامکان
- Dünyadaki dört unsur da kendilerine Lâmekân âleminden yüzlerce yardım geldiğini bilmezler.
-
آب و دانه در قفص گر یافتست ** آن ز باغ و عرصهای درتافتست
- Kuş, kafeste su ve tane buluyor ama su da kafesin dışındaki bağdan, bahçeden gelmede, tane de!
-
جانهای انبیا بینند باغ ** زین قفص در وقت نقلان و فراغ
- Peygamberlerin canları bu âlemden göçer, bu âlemden kurtulurken o bağı, o bahçeyi görür de
-
پس ز جالینوس و عالم فارغند ** همچو ماه اندر فلکها بازغند
- Bu yüzden onlar, Calinus’a da aldırış etmezler, âleme de… Ay gibi göklerde doğar, göklere ışık saçarlar.
-
ور ز جالینوس این گفت افتراست ** پس جوابم بهر جالینوس نیست 3975
- Eğer bu söz, Calinus’a iftira ise cevabım Calinus’a değil…
-
این جواب آنکس آمد کین بگفت ** که نبودستش دل پر نور جفت
- Bunu söylemiş olan kişiye. Çünkü bunu söyleyen nurlarla dolu gönle eş olmamıştır.
-
مرغ جانش موش شد سوراخجو ** چون شنید از گربگان او عرجوا
- Can kuşu, kedilerden “ Hele durun bakalım” sesini duyunca delik arayan fareye dönmüştür.
-
زان سبب جانش وطن دید و قرار ** اندرین سوراخ دنیا موشوار
- O yüzden canı, fare gibi bu dünya deliğini vatan tutmuş, yurt edinmiştir.
-
هم درین سوراخ بنایی گرفت ** درخور سوراخ دانایی گرفت
- Bu delikte yapılar yapmaya girişmiş, bu deliğe lâyık bilgilere sahip olmuştur.
-
پیشههایی که مرورا در مزید ** کاندرین سوراخ کار آید گزید 3980
- Ona bu delikte yarayacak onu burada yüceltecek sanatları seçti de diğerlerini bıraktı.
-
زانک دل بر کند از بیرون شدن ** بسته شد راه رهیدن از بدن
- Çünkü dışarı çıkmadan ümidini kesti, bedenden kurtulma yolu kapandı.
-
عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
- Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
-
گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
- Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
-
گربه مرگست و مرض چنگال او ** میزند بر مرغ و پر و بال او
- Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
-
گوشه گوشه میجهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا 3985
- Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide.
-
چون پیادهی قاضی آمد این گواه ** که همیخواند ترا تا حکم گاه
- Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
-
مهلتی میخواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
- Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
-
جستن مهلت دوا و چارهها ** که زنی بر خرقهی تن پارهها
- Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
-
عاقبت آید صباحی خشموار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار
- Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
-
عذر خود از شه بخواه ای پرحسد ** پیش از آنک آنچنان روزی رسد 3990
- Ey hasetlerle dopdolu adam, o gün gelmeden önce davran da padişahtan özür iste!
-
وانک در ظلمت براند بارگی ** برکند زان نور دل یکبارگی
- Atını karanlıklara süren adam, gönlünü o nurdan tamamıyla ayırır.
-
میگریزد از گوا و مقصدش ** کان گوا سوی قضا میخواندش
- Şahdan da kaçar, şahitten de, götürmek istediği yerden de. Çünkü o şahit, onu kazaya, hükme davet etmektedir.
-
دیگر باره ملامت کردن اهل مسجد مهمان را از شب خفتن در آن مسجد
- Mescid halkının bir kere daha geceleyin o mescide kalmak istemesini kınamaları
-
قوم گفتندش مکن جلدی برو ** تا نگردد جامه و جانت گرو
- Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü… bu sevdadan vazgeç de elbisen de burada rehin kalmasın, canın da!
-
آن ز دور آسان نماید به نگر ** که به آخر سخت باشد رهگذر
- Burada gecelemek, uzaktan kolay görünür ama bu geçit sonunda güçleşir!
-
خویشتن آویخت بس مرد و سکست ** وقت پیچاپیچ دستآویز جست 3995
- Nice kişiler vardır ki kasınır, böbürlenir... Fakat elem ve ıstırap zamanında yapışacak, el atacak bir şey arar!
-
پیشتر از واقعه آسان بود ** در دل مردم خیال نیک و بد
- Savaştan önce halkın gönlüne iyi ve kötü hayal kolay görünür.
-
چون در آید اندرون کارزار ** آن زمان گردد بر آنکس کار زار
- Fakat adam savaşa girdi mi iş o zaman sarpa sarar!