English    Türkçe    فارسی   

3
3960-4009

  • آنچنانک گفت جالینوس راد ** از هوای این جهان و از مراد 3960
  • Bu şuna benzer: Akıl ve hikmette üstün olan Calinus da bu dünyanın havasına kapılmış, dünya muradına gönül vermiş olduğundan,
  • راضیم کز من بماند نیم جان ** که ز کون استری بینم جهان
  • “Yarı canlı bir halde dünyayı bir katır götünden görmeye bile razıyım, tek ölmeyeyim” dedi.
  • گربه می‌بیند بگرد خود قطار ** مرغش آیس گشته بودست از مطار
  • Kafes etrafında kedilerin toplanmış olduğunu görmüş, bir kuşa benzeyen ruhu, uçmaktan meyus olmuştu.
  • یا عدم دیدست غیر این جهان ** در عدم نادیده او حشری نهان
  • Yahut da bu cihandan başka her şeyi yok görmüş, yokluktaki haşri görmemişti.
  • چون جنین کش می‌کشد بیرون کرم ** می‌گریزد او سپس سوی شکم
  • Ana karnındaki çocuk gibi hani. Allah’ın keremi, onu rahimden dışarı çeker de o yine rahme doğru kaçar durur.
  • لطف رویش سوی مصدر می‌کند ** او مقر در پشت مادر می‌کند 3965
  • Allah’ın lütfu, onun yüzünü bu âleme çıkacağı tarafa döndürür, o yine büzülüp ana karnına sokulur.
  • که اگر بیرون فتم زین شهر و کام ** ای عجب بینم بدیده این مقام
  • Bu şehirden, bu yurttan dışarı çıkarsam acaba bir daha burasını görebilir miyim?
  • یا دری بودی در آن شهر وخم ** که نظاره کردمی اندر رحم
  • Rahimde bir kapı olsaydı da o havası ufunetli şehir görünseydi.
  • یا چو چشمه‌ی سوزنی راهم بدی ** که ز بیرونم رحم دیده شدی
  • Yahut da bir iğne yordamı kadar delik bulunsaydı da dışarısını bir görseydim der!
  • آن جنین هم غافلست از عالمی ** همچو جالینوس او نامحرمی
  • Ana karnındaki çocuk da rahmin dışında bir âlem olduğundan gafildir, o da Calinus gibi nâmahremdir.
  • اونداند کن رطوباتی که هست ** آن مدد از عالم بیرونیست 3970
  • Bilmez ki rahimdeki yaşlıklarda dışarıdaki âlemin feyziyledir.
  • آنچنانک چار عنصر در جهان ** صد مدد آرد ز شهر لامکان
  • Dünyadaki dört unsur da kendilerine Lâmekân âleminden yüzlerce yardım geldiğini bilmezler.
  • آب و دانه در قفص گر یافتست ** آن ز باغ و عرصه‌ای درتافتست
  • Kuş, kafeste su ve tane buluyor ama su da kafesin dışındaki bağdan, bahçeden gelmede, tane de!
  • جانهای انبیا بینند باغ ** زین قفص در وقت نقلان و فراغ
  • Peygamberlerin canları bu âlemden göçer, bu âlemden kurtulurken o bağı, o bahçeyi görür de
  • پس ز جالینوس و عالم فارغند ** همچو ماه اندر فلکها بازغند
  • Bu yüzden onlar, Calinus’a da aldırış etmezler, âleme de… Ay gibi göklerde doğar, göklere ışık saçarlar.
  • ور ز جالینوس این گفت افتراست ** پس جوابم بهر جالینوس نیست 3975
  • Eğer bu söz, Calinus’a iftira ise cevabım Calinus’a değil…
  • این جواب آنکس آمد کین بگفت ** که نبودستش دل پر نور جفت
  • Bunu söylemiş olan kişiye. Çünkü bunu söyleyen nurlarla dolu gönle eş olmamıştır.
  • مرغ جانش موش شد سوراخ‌جو ** چون شنید از گربگان او عرجوا
  • Can kuşu, kedilerden “ Hele durun bakalım” sesini duyunca delik arayan fareye dönmüştür.
  • زان سبب جانش وطن دید و قرار ** اندرین سوراخ دنیا موش‌وار
  • O yüzden canı, fare gibi bu dünya deliğini vatan tutmuş, yurt edinmiştir.
  • هم درین سوراخ بنایی گرفت ** درخور سوراخ دانایی گرفت
  • Bu delikte yapılar yapmaya girişmiş, bu deliğe lâyık bilgilere sahip olmuştur.
  • پیشه‌هایی که مرورا در مزید ** کاندرین سوراخ کار آید گزید 3980
  • Ona bu delikte yarayacak onu burada yüceltecek sanatları seçti de diğerlerini bıraktı.
  • زانک دل بر کند از بیرون شدن ** بسته شد راه رهیدن از بدن
  • Çünkü dışarı çıkmadan ümidini kesti, bedenden kurtulma yolu kapandı.
  • عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
  • Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
  • گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
  • Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
  • گربه مرگست و مرض چنگال او ** می‌زند بر مرغ و پر و بال او
  • Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
  • گوشه گوشه می‌جهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا 3985
  • Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide.
  • چون پیاده‌ی قاضی آمد این گواه ** که همی‌خواند ترا تا حکم گاه
  • Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
  • مهلتی می‌خواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
  • Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
  • جستن مهلت دوا و چاره‌ها ** که زنی بر خرقه‌ی تن پاره‌ها
  • Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
  • عاقبت آید صباحی خشم‌وار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار
  • Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
  • عذر خود از شه بخواه ای پرحسد ** پیش از آنک آنچنان روزی رسد 3990
  • Ey hasetlerle dopdolu adam, o gün gelmeden önce davran da padişahtan özür iste!
  • وانک در ظلمت براند بارگی ** برکند زان نور دل یکبارگی
  • Atını karanlıklara süren adam, gönlünü o nurdan tamamıyla ayırır.
  • می‌گریزد از گوا و مقصدش ** کان گوا سوی قضا می‌خواندش
  • Şahdan da kaçar, şahitten de, götürmek istediği yerden de. Çünkü o şahit, onu kazaya, hükme davet etmektedir.
  • دیگر باره ملامت کردن اهل مسجد مهمان را از شب خفتن در آن مسجد
  • Mescid halkının bir kere daha geceleyin o mescide kalmak istemesini kınamaları
  • قوم گفتندش مکن جلدی برو ** تا نگردد جامه و جانت گرو
  • Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü… bu sevdadan vazgeç de elbisen de burada rehin kalmasın, canın da!
  • آن ز دور آسان نماید به نگر ** که به آخر سخت باشد ره‌گذر
  • Burada gecelemek, uzaktan kolay görünür ama bu geçit sonunda güçleşir!
  • خویشتن آویخت بس مرد و سکست ** وقت پیچاپیچ دست‌آویز جست 3995
  • Nice kişiler vardır ki kasınır, böbürlenir... Fakat elem ve ıstırap zamanında yapışacak, el atacak bir şey arar!
  • پیشتر از واقعه آسان بود ** در دل مردم خیال نیک و بد
  • Savaştan önce halkın gönlüne iyi ve kötü hayal kolay görünür.
  • چون در آید اندرون کارزار ** آن زمان گردد بر آنکس کار زار
  • Fakat adam savaşa girdi mi iş o zaman sarpa sarar!
  • چون نه شیری هین منه تو پای پیش ** کان اجل گرگست و جان تست میش
  • Mademki aslan değilsin, ileriye ayak atma. Çünkü ecel kurttur, canınsa koyun!
  • ور ز ابدالی و میشت شیر شد ** آمن آ که مرگ تو سرزیر شد
  • Yok… Eğer Abdal’dan olmuşsan, koyunun aslan haline gelmişse korkma, emin bir halde gel ileri… Ölümün sana mağlûp olur, bir şey yapamaz!
  • کیست ابدال آنک او مبدل شود ** خمرش از تبدیل یزدان خل شود 4000
  • Abdal kimdir? Varlığı değişmiş olan, Allah’ın değiştirmesiyle şarabı sirke kesilen!
  • لیک مستی شیرگیری وز گمان ** شیر پنداری تو خود را هین مران
  • Fakat sarhoşsan kendini aslanları bile tutarım, emrime ram ederim sanıyor, sarhoşlukla aslan olduğunu zannediyorsan kendine gel, sakın ileri atılma!
  • گفت حق ز اهل نفاق ناسدید ** باسهم ما بینهم باس شدید
  • Allah, doğru yolu bulmamış kötü münafıklar hakkında “Onların savaşmaları, kendi aralarında şiddetlenir” dedi.
  • در میان همدگر مردانه‌اند ** در غزا چون عورتان خانه‌اند
  • Kendi kendilerine kaldılar mı er kesilirler. Fakat savaşta evdeki karılara dönerler.
  • گفت پیغامبر سپهدار غیوب ** لا شجاعة یا فتی قبل الحروب
  • O gayp askerinin başbuğu Peygamber dedi ki: “Ey yiğit, savaştan önce yiğitlik olamaz!”
  • وقت لاف غزو مستان کف کنند ** وقت جوش جنگ چون کف بی‌فنند 4005
  • Sarhoşlar, savaş lâfına kalkıştılar mı ağızlarından köpük saçarlar ama savaş kızışınca köpük gibi kalırlar, hiçbir işe yaramazlar.
  • وقت ذکر غزو شمشیرش دراز ** وقت کر و فر تیغش چون پیاز
  • Bu çeşit adamın kılıcı savaş sözü olunca, uzar. Asıl savaştaysa soğan gibi kat, kat kınlara gömülür!
  • وقت اندیشه دل او زخم‌جو ** پس به یک سوزن تهی شد خیک او
  • Savaşı düşündüğü zaman gönlü, yaraları arar, saflara dalar, erlikler gösterir. Savaş zamanındaysa bucak bucak kaçar?
  • من عجب دارم ز جویای صفا ** کو رمد در وقت صیقل از جفا
  • Cefaya uğrayıp cilâlanacağı zaman kaçan, sonra da safa dileyen kişiye şaşarım doğrusu.
  • عشق چون دعوی جفا دیدن گواه ** چون گواهت نیست شد دعوی تباه
  • Aşk dâvaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!