-
آنچنانک گفت جالینوس راد ** از هوای این جهان و از مراد 3960
- Bu şuna benzer: Akıl ve hikmette üstün olan Calinus da bu dünyanın havasına kapılmış, dünya muradına gönül vermiş olduğundan,
-
راضیم کز من بماند نیم جان ** که ز کون استری بینم جهان
- “Yarı canlı bir halde dünyayı bir katır götünden görmeye bile razıyım, tek ölmeyeyim” dedi.
-
گربه میبیند بگرد خود قطار ** مرغش آیس گشته بودست از مطار
- Kafes etrafında kedilerin toplanmış olduğunu görmüş, bir kuşa benzeyen ruhu, uçmaktan meyus olmuştu.
-
یا عدم دیدست غیر این جهان ** در عدم نادیده او حشری نهان
- Yahut da bu cihandan başka her şeyi yok görmüş, yokluktaki haşri görmemişti.
-
چون جنین کش میکشد بیرون کرم ** میگریزد او سپس سوی شکم
- Ana karnındaki çocuk gibi hani. Allah’ın keremi, onu rahimden dışarı çeker de o yine rahme doğru kaçar durur.
-
لطف رویش سوی مصدر میکند ** او مقر در پشت مادر میکند 3965
- Allah’ın lütfu, onun yüzünü bu âleme çıkacağı tarafa döndürür, o yine büzülüp ana karnına sokulur.
-
که اگر بیرون فتم زین شهر و کام ** ای عجب بینم بدیده این مقام
- Bu şehirden, bu yurttan dışarı çıkarsam acaba bir daha burasını görebilir miyim?
-
یا دری بودی در آن شهر وخم ** که نظاره کردمی اندر رحم
- Rahimde bir kapı olsaydı da o havası ufunetli şehir görünseydi.
-
یا چو چشمهی سوزنی راهم بدی ** که ز بیرونم رحم دیده شدی
- Yahut da bir iğne yordamı kadar delik bulunsaydı da dışarısını bir görseydim der!
-
آن جنین هم غافلست از عالمی ** همچو جالینوس او نامحرمی
- Ana karnındaki çocuk da rahmin dışında bir âlem olduğundan gafildir, o da Calinus gibi nâmahremdir.
-
اونداند کن رطوباتی که هست ** آن مدد از عالم بیرونیست 3970
- Bilmez ki rahimdeki yaşlıklarda dışarıdaki âlemin feyziyledir.
-
آنچنانک چار عنصر در جهان ** صد مدد آرد ز شهر لامکان
- Dünyadaki dört unsur da kendilerine Lâmekân âleminden yüzlerce yardım geldiğini bilmezler.
-
آب و دانه در قفص گر یافتست ** آن ز باغ و عرصهای درتافتست
- Kuş, kafeste su ve tane buluyor ama su da kafesin dışındaki bağdan, bahçeden gelmede, tane de!
-
جانهای انبیا بینند باغ ** زین قفص در وقت نقلان و فراغ
- Peygamberlerin canları bu âlemden göçer, bu âlemden kurtulurken o bağı, o bahçeyi görür de
-
پس ز جالینوس و عالم فارغند ** همچو ماه اندر فلکها بازغند
- Bu yüzden onlar, Calinus’a da aldırış etmezler, âleme de… Ay gibi göklerde doğar, göklere ışık saçarlar.
-
ور ز جالینوس این گفت افتراست ** پس جوابم بهر جالینوس نیست 3975
- Eğer bu söz, Calinus’a iftira ise cevabım Calinus’a değil…
-
این جواب آنکس آمد کین بگفت ** که نبودستش دل پر نور جفت
- Bunu söylemiş olan kişiye. Çünkü bunu söyleyen nurlarla dolu gönle eş olmamıştır.
-
مرغ جانش موش شد سوراخجو ** چون شنید از گربگان او عرجوا
- Can kuşu, kedilerden “ Hele durun bakalım” sesini duyunca delik arayan fareye dönmüştür.
-
زان سبب جانش وطن دید و قرار ** اندرین سوراخ دنیا موشوار
- O yüzden canı, fare gibi bu dünya deliğini vatan tutmuş, yurt edinmiştir.
-
هم درین سوراخ بنایی گرفت ** درخور سوراخ دانایی گرفت
- Bu delikte yapılar yapmaya girişmiş, bu deliğe lâyık bilgilere sahip olmuştur.
-
پیشههایی که مرورا در مزید ** کاندرین سوراخ کار آید گزید 3980
- Ona bu delikte yarayacak onu burada yüceltecek sanatları seçti de diğerlerini bıraktı.
-
زانک دل بر کند از بیرون شدن ** بسته شد راه رهیدن از بدن
- Çünkü dışarı çıkmadan ümidini kesti, bedenden kurtulma yolu kapandı.
-
عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
- Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
-
گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
- Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
-
گربه مرگست و مرض چنگال او ** میزند بر مرغ و پر و بال او
- Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
-
گوشه گوشه میجهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا 3985
- Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide.
-
چون پیادهی قاضی آمد این گواه ** که همیخواند ترا تا حکم گاه
- Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
-
مهلتی میخواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
- Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
-
جستن مهلت دوا و چارهها ** که زنی بر خرقهی تن پارهها
- Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
-
عاقبت آید صباحی خشموار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار
- Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
-
عذر خود از شه بخواه ای پرحسد ** پیش از آنک آنچنان روزی رسد 3990
- Ey hasetlerle dopdolu adam, o gün gelmeden önce davran da padişahtan özür iste!
-
وانک در ظلمت براند بارگی ** برکند زان نور دل یکبارگی
- Atını karanlıklara süren adam, gönlünü o nurdan tamamıyla ayırır.
-
میگریزد از گوا و مقصدش ** کان گوا سوی قضا میخواندش
- Şahdan da kaçar, şahitten de, götürmek istediği yerden de. Çünkü o şahit, onu kazaya, hükme davet etmektedir.
-
دیگر باره ملامت کردن اهل مسجد مهمان را از شب خفتن در آن مسجد
- Mescid halkının bir kere daha geceleyin o mescide kalmak istemesini kınamaları
-
قوم گفتندش مکن جلدی برو ** تا نگردد جامه و جانت گرو
- Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü… bu sevdadan vazgeç de elbisen de burada rehin kalmasın, canın da!
-
آن ز دور آسان نماید به نگر ** که به آخر سخت باشد رهگذر
- Burada gecelemek, uzaktan kolay görünür ama bu geçit sonunda güçleşir!
-
خویشتن آویخت بس مرد و سکست ** وقت پیچاپیچ دستآویز جست 3995
- Nice kişiler vardır ki kasınır, böbürlenir... Fakat elem ve ıstırap zamanında yapışacak, el atacak bir şey arar!
-
پیشتر از واقعه آسان بود ** در دل مردم خیال نیک و بد
- Savaştan önce halkın gönlüne iyi ve kötü hayal kolay görünür.
-
چون در آید اندرون کارزار ** آن زمان گردد بر آنکس کار زار
- Fakat adam savaşa girdi mi iş o zaman sarpa sarar!
-
چون نه شیری هین منه تو پای پیش ** کان اجل گرگست و جان تست میش
- Mademki aslan değilsin, ileriye ayak atma. Çünkü ecel kurttur, canınsa koyun!
-
ور ز ابدالی و میشت شیر شد ** آمن آ که مرگ تو سرزیر شد
- Yok… Eğer Abdal’dan olmuşsan, koyunun aslan haline gelmişse korkma, emin bir halde gel ileri… Ölümün sana mağlûp olur, bir şey yapamaz!
-
کیست ابدال آنک او مبدل شود ** خمرش از تبدیل یزدان خل شود 4000
- Abdal kimdir? Varlığı değişmiş olan, Allah’ın değiştirmesiyle şarabı sirke kesilen!
-
لیک مستی شیرگیری وز گمان ** شیر پنداری تو خود را هین مران
- Fakat sarhoşsan kendini aslanları bile tutarım, emrime ram ederim sanıyor, sarhoşlukla aslan olduğunu zannediyorsan kendine gel, sakın ileri atılma!
-
گفت حق ز اهل نفاق ناسدید ** باسهم ما بینهم باس شدید
- Allah, doğru yolu bulmamış kötü münafıklar hakkında “Onların savaşmaları, kendi aralarında şiddetlenir” dedi.
-
در میان همدگر مردانهاند ** در غزا چون عورتان خانهاند
- Kendi kendilerine kaldılar mı er kesilirler. Fakat savaşta evdeki karılara dönerler.
-
گفت پیغامبر سپهدار غیوب ** لا شجاعة یا فتی قبل الحروب
- O gayp askerinin başbuğu Peygamber dedi ki: “Ey yiğit, savaştan önce yiğitlik olamaz!”
-
وقت لاف غزو مستان کف کنند ** وقت جوش جنگ چون کف بیفنند 4005
- Sarhoşlar, savaş lâfına kalkıştılar mı ağızlarından köpük saçarlar ama savaş kızışınca köpük gibi kalırlar, hiçbir işe yaramazlar.
-
وقت ذکر غزو شمشیرش دراز ** وقت کر و فر تیغش چون پیاز
- Bu çeşit adamın kılıcı savaş sözü olunca, uzar. Asıl savaştaysa soğan gibi kat, kat kınlara gömülür!
-
وقت اندیشه دل او زخمجو ** پس به یک سوزن تهی شد خیک او
- Savaşı düşündüğü zaman gönlü, yaraları arar, saflara dalar, erlikler gösterir. Savaş zamanındaysa bucak bucak kaçar?
-
من عجب دارم ز جویای صفا ** کو رمد در وقت صیقل از جفا
- Cefaya uğrayıp cilâlanacağı zaman kaçan, sonra da safa dileyen kişiye şaşarım doğrusu.
-
عشق چون دعوی جفا دیدن گواه ** چون گواهت نیست شد دعوی تباه
- Aşk dâvaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!