English    Türkçe    فارسی   

3
3982-4031

  • عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
  • Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
  • گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
  • Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
  • گربه مرگست و مرض چنگال او ** می‌زند بر مرغ و پر و بال او
  • Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
  • گوشه گوشه می‌جهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا 3985
  • Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide.
  • چون پیاده‌ی قاضی آمد این گواه ** که همی‌خواند ترا تا حکم گاه
  • Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
  • مهلتی می‌خواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
  • Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
  • جستن مهلت دوا و چاره‌ها ** که زنی بر خرقه‌ی تن پاره‌ها
  • Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
  • عاقبت آید صباحی خشم‌وار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار
  • Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
  • عذر خود از شه بخواه ای پرحسد ** پیش از آنک آنچنان روزی رسد 3990
  • Ey hasetlerle dopdolu adam, o gün gelmeden önce davran da padişahtan özür iste!
  • وانک در ظلمت براند بارگی ** برکند زان نور دل یکبارگی
  • Atını karanlıklara süren adam, gönlünü o nurdan tamamıyla ayırır.
  • می‌گریزد از گوا و مقصدش ** کان گوا سوی قضا می‌خواندش
  • Şahdan da kaçar, şahitten de, götürmek istediği yerden de. Çünkü o şahit, onu kazaya, hükme davet etmektedir.
  • دیگر باره ملامت کردن اهل مسجد مهمان را از شب خفتن در آن مسجد
  • Mescid halkının bir kere daha geceleyin o mescide kalmak istemesini kınamaları
  • قوم گفتندش مکن جلدی برو ** تا نگردد جامه و جانت گرو
  • Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü… bu sevdadan vazgeç de elbisen de burada rehin kalmasın, canın da!
  • آن ز دور آسان نماید به نگر ** که به آخر سخت باشد ره‌گذر
  • Burada gecelemek, uzaktan kolay görünür ama bu geçit sonunda güçleşir!
  • خویشتن آویخت بس مرد و سکست ** وقت پیچاپیچ دست‌آویز جست 3995
  • Nice kişiler vardır ki kasınır, böbürlenir... Fakat elem ve ıstırap zamanında yapışacak, el atacak bir şey arar!
  • پیشتر از واقعه آسان بود ** در دل مردم خیال نیک و بد
  • Savaştan önce halkın gönlüne iyi ve kötü hayal kolay görünür.
  • چون در آید اندرون کارزار ** آن زمان گردد بر آنکس کار زار
  • Fakat adam savaşa girdi mi iş o zaman sarpa sarar!
  • چون نه شیری هین منه تو پای پیش ** کان اجل گرگست و جان تست میش
  • Mademki aslan değilsin, ileriye ayak atma. Çünkü ecel kurttur, canınsa koyun!
  • ور ز ابدالی و میشت شیر شد ** آمن آ که مرگ تو سرزیر شد
  • Yok… Eğer Abdal’dan olmuşsan, koyunun aslan haline gelmişse korkma, emin bir halde gel ileri… Ölümün sana mağlûp olur, bir şey yapamaz!
  • کیست ابدال آنک او مبدل شود ** خمرش از تبدیل یزدان خل شود 4000
  • Abdal kimdir? Varlığı değişmiş olan, Allah’ın değiştirmesiyle şarabı sirke kesilen!
  • لیک مستی شیرگیری وز گمان ** شیر پنداری تو خود را هین مران
  • Fakat sarhoşsan kendini aslanları bile tutarım, emrime ram ederim sanıyor, sarhoşlukla aslan olduğunu zannediyorsan kendine gel, sakın ileri atılma!
  • گفت حق ز اهل نفاق ناسدید ** باسهم ما بینهم باس شدید
  • Allah, doğru yolu bulmamış kötü münafıklar hakkında “Onların savaşmaları, kendi aralarında şiddetlenir” dedi.
  • در میان همدگر مردانه‌اند ** در غزا چون عورتان خانه‌اند
  • Kendi kendilerine kaldılar mı er kesilirler. Fakat savaşta evdeki karılara dönerler.
  • گفت پیغامبر سپهدار غیوب ** لا شجاعة یا فتی قبل الحروب
  • O gayp askerinin başbuğu Peygamber dedi ki: “Ey yiğit, savaştan önce yiğitlik olamaz!”
  • وقت لاف غزو مستان کف کنند ** وقت جوش جنگ چون کف بی‌فنند 4005
  • Sarhoşlar, savaş lâfına kalkıştılar mı ağızlarından köpük saçarlar ama savaş kızışınca köpük gibi kalırlar, hiçbir işe yaramazlar.
  • وقت ذکر غزو شمشیرش دراز ** وقت کر و فر تیغش چون پیاز
  • Bu çeşit adamın kılıcı savaş sözü olunca, uzar. Asıl savaştaysa soğan gibi kat, kat kınlara gömülür!
  • وقت اندیشه دل او زخم‌جو ** پس به یک سوزن تهی شد خیک او
  • Savaşı düşündüğü zaman gönlü, yaraları arar, saflara dalar, erlikler gösterir. Savaş zamanındaysa bucak bucak kaçar?
  • من عجب دارم ز جویای صفا ** کو رمد در وقت صیقل از جفا
  • Cefaya uğrayıp cilâlanacağı zaman kaçan, sonra da safa dileyen kişiye şaşarım doğrusu.
  • عشق چون دعوی جفا دیدن گواه ** چون گواهت نیست شد دعوی تباه
  • Aşk dâvaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!
  • چون گواهت خواهد این قاضی مرنج ** بوسه ده بر مار تا یابی تو گنج 4010
  • Kadı, senden şahit isterse incinme. Yılanı öp ki hazineyi elde edesin!
  • آن جفا با تو نباشد ای پسر ** بلک با وصف بدی اندر تو در
  • Zaten o cefa sana değildir ki ey oğul! Sendeki kötü hulyadır.
  • بر نمد چوبی که آن را مرد زد ** بر نمد آن را نزد بر گرد زد
  • Sopayla kilime vuran, kilimi dövmez, tozlarını silker!
  • گر بزد مر اسپ را آن کینه کش ** آن نزد بر اسپ زد بر سکسکش
  • Kızıp atı döven, hakikatte atı dövmez, aksak yürüyüşünü döver.
  • تا ز سکسک وا رهد خوش‌پی شود ** شیره را زندان کنی تا می‌شود
  • Bu yürüyüşü bıraksın da iyi yürüsün, rahvanlaşsın der. Üzüm suyunu şarap olsun diye hapis edersin ya…
  • گفت چندان آن یتیمک را زدی ** چون نترسیدی ز قهر ایزدی 4015
  • Birisi bir yetimi dövse gören der ki: O yetimceğizi neye dövüyorsun. Allah’tan korkmuyor musun?
  • گفت او را کی زدم ای جان و دوست ** من بر آن دیوی زدم کو اندروست
  • Döven de “Canım, dostum, ben onu ne vakit dövdüm ki? Ben, ondaki Şeytan’ı dövüyorum” der.
  • مادر ار گوید ترا مرگ تو باد ** مرگ آن خو خواهد و مرگ فساد
  • Annen, sana “geber” dese bu sözüyle kötü huyunun, kötülüğünün gebermesini ister.
  • آن گروهی کز ادب بگریختند ** آب مردی و آب مردان ریختند
  • Edepten, terbiyeden kaçanlar, erliğin yüzsuyunu da dökerler, erlerin yüzsuyunu da!
  • عاذلانشان از وغا وا راندند ** تا چنین حیز و مخنث ماندند
  • Bunlar, kendilerini kınayanları da savaştan döndürürler… Nihayet böyle rezil ve kahpe bir halde kala kaldılar.
  • لاف و غره‌ی ژاژخا را کم شنو ** با چنینها در صف هیجا مرو 4020
  • Herzevekillerin herzelerini, manasız sözlerini saçma gururlarını az dinle, bu çeşit adamlarla savaş safına girme.
  • زانک زاد و کم خبالا گفت حق ** کز رفاق سست برگردان ورق
  • Allah, bunlar hakkında buyurdu ki “Onlar size uyunca sayınızı çoğaltmazlar, ancak hile ve fesadı çoğaltırlar", "Kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını!
  • که گر ایشان با شما همره شوند ** غازیان بی‌مغز همچون که شوند
  • Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler.
  • خویشتن را با شما هم‌صف کنند ** پس گریزند و دل صف بشکنند
  • Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler.
  • پس سپاهی اندکی بی این نفر ** به که با اهل نفاق آید حشر
  • Bu çeşit adamdansa… Münafıklardan pek kalabalık kişinin size uymadansa azlık asker daha iyi.
  • هست بادام کم خوش بیخته ** به ز بسیاری به تلخ آمیخته 4025
  • Az, fakat adamakıllı olmuş güzel badem, acımış, kötü fakat çok bademden iyidir elbette.
  • تلخ و شیرین در ژغاژغ یک شی‌اند ** نقص از آن افتاد که همدل نیند
  • Suret bakımından acı da birdir, tatlı da… Fakat hakikatte bunlar birbirine zıttır, ikidir.
  • گبر ترسان دل بود کو از گمان ** می‌زید در شک ز حال آن جهان
  • Kâfir, o âlemin varlığından şüphe eder, dirileceğini ummaz. Bu yüzden gönlünde korku vardır.
  • می‌رود در ره نداند منزلی ** گام ترسان می‌نهد اعمی دلی
  • Yola düşüp gider ama bir konak bile bilmez. Gönlü kör olan adam, korka korka adım atar.
  • چون نداند ره مسافر چون رود ** با ترددها و دل پرخون رود
  • Yolcu, yol bilmezse nasıl gider? Tereddütlerle, gönlü kanlarla dolu olarak!
  • هرکه گویدهای این‌سو راه نیست ** او کند از بیم آنجا وقف و ایست 4030
  • Birisi “Hay adam hay… Yol, burası değil ki!” dese korkusundan hemen oracıkta duruverir.
  • ور بداند ره دل با هوش او ** کی رود هر های و هو در گوش او
  • Fakat gönlüyle hakikati duyan, yolu bilen kişinin kulağına hiç öyle hay huylar girer mi?