دل چو بر انوار عقلی نیز زد ** زان نصیبی هم بدو دیده دهد
Gönül, akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.
پس بدان کاب مبارک ز آسمان ** وحی دلها باشد و صدق بیان
Bil ki gökten inen mübarek su, gönüllere gelen vahiydir, dillere gelen doğru sözlülüktür.
ما چو آن کره هم آب جو خوریم ** سوی آن وسواس طاعن ننگریم
Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım, aldırış etmeyelim.
پیرو پیغمبرانی ره سپر ** طعنهی خلقان همه بادی شمر
Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş, halkın bütün kınamalarını hava say!
آن خداوندان که ره طی کردهاند ** گوش فا بانگ سگان کی کردهاند 4320
Yol aşan, menzil alan yol erleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar?
بقیهی ذکر آن مهمان مسجد مهمانکش
Konuk öldüren mescit hikâyesinin sonu
باز گو کان پاکباز شیرمرد ** اندر آن مسجد چه بنمودش چه کرد
O tertemiz aslan adama mescitte neler göründü? Sen onu söyle yine!
خفت در مسجد خود او را خواب کو ** مرد غرقه گشته چون خسپد بجو
Mescitte, suya gark olmuş adam nasıl uyursa öyle uyudu.
خواب مرغ و ماهیان باشد همی ** عاشقان را زیر غرقاب غمی
Gam denizine batmış âşıkların uykusu, daima kuş ve balık uykusudur.
نیمشب آواز با هولی رسید ** کایم آیم بر سرت ای مستفید
Gece yarısı korkunç bir sestir geldi: Ey kendisine fayda dileyen, geleyim mi, geleyim mi?
پنج کرت این چنین آواز سخت ** میرسید و دل همیشد لختلخت 4325
Bu şiddetli ses tam beş kere geldi, korkudan adamın yüreği çatlıyor, paramparça oluyordu.
تفسیر آیت واجلب علیهم بخیلک و رجلک
“Onları atlı, yaya askerlerinle çağır” ayetinin tefsiri
تو چو عزم دین کنی با اجتهاد ** دیو بانگت بر زند اندر نهاد
Sen de din yoluna girmeyi, o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir:
که مرو زان سو بیندیش ای غوی ** که اسیر رنج و درویشی شوی
“A sapık, o yola gitme, eziyetlere düşer, yoksul olur, kalırsın.
بینوا گردی ز یاران وابری ** خوار گردی و پشیمانی خوری
Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir hale gelir, pişman olursun!”
تو ز بیم بانگ آن دیو لعین ** وا گریزی در ضلالت از یقین
Sen de o melun Şeytan’ın sesinden korkar, yakinden kaçar, sapıklığa düşersin.
که هلا فردا و پس فردا مراست ** راه دین پویم که مهلت پیش ماست 4330
“Hele yarın, hele öbür gün din yoluna girer, koşar, yürürüm… Daha önümüzde vakit var” dersin.
مرگ بینی باز کو از چپ و راست ** میکشد همسایه را تا بانگ خاست
Sağdan, soldan ölümün gelip çattığını görürsün… Komşuların ölür, evlerinden feryatlar yücelir.
باز عزم دین کنی از بیم جان ** مرد سازی خویشتن را یک زمان
Derken yine can korkusuyla din yoluna girmeye niyetlenir, bir an olsun kendini adam edersin.
پس سلح بر بندی از علم و حکم ** که من از خوفی نیارم پای کم
Ben korkup ayağımı geri çekmem diye ilimden, hikmetten silahlar kuşanırsın.
باز بانگی بر زند بر تو ز مکر ** که بترس و باز گرد از تیغ فقر
Bu sırada şeytan yine hileye sapar, seslenir: “Bu kulluk kılıcından kork, geri dön!”
باز بگریزی ز راه روشنی ** آن سلاح علم و فن را بفکنی 4335
Yine korkar, aydın yoldan kaçar, o ilim ve hüner silâhlarını atarsın.
سالها او را به بانگی بندهای ** در چنین ظلمت نمد افکندهای
Yıllardır bir ses, bir bağırış yüzünden ona kulsun… Hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.
هیبت بانگ شیاطین خلق را ** بند کردست و گرفته حلق را
Şeytanların bağırışlarındaki heybet, halkı kıskıvrak bağlamış, boğazlarını sıkmıştır.
تا چنان نومید شد جانشان ز نور ** که روان کافران ز اهل قبور
Onların canları, nura kavuşmaktan öyle meyus olmuştur ki kâfirlerin ruhları da kabirdekilerin dirilmesinden ancak o kadar meyustur.
این شکوه بانگ آن ملعون بود ** هیبت بانگ خدایی چون بود
O melunun sesinin heybeti bu olursa gayrı Allah’ın sesindeki heybet ne olur?
هیبت بازست بر کبک نجیب ** مر مگس را نیست زان هیبت نصیب 4340
Doğandan aslı, nesli belli olan keklik korkar. Sineğe o korkudan pay yoktur.
زانک نبود باز صیاد مگس ** عنکبوتان می مگس گیرند و بس
Çünkü doğan, sinek avlamaz ki… Sinekleri ancak örümcekler avlar.
عنکبوت دیو بر چون تو ذباب ** کر و فر دارد نه بر کبک و عقاب
Şeytan örümcek, senin gibi sineğe galiptir. Keklikle, karakuşla işi yok!
بانگ دیوان گلهبان اشقیاست ** بانگ سلطان پاسبان اولیاست
Şeytanların bağırışları, kötü kişilere çobanlık eder. Padişahın sesiyse velilerin bekçisidir.
تا نیامیزد بدین دو بانگ دور ** قطرهای از بحر خوش با بحر شور
Bu suretle birbirinden uzak olan bu iki ses birbirine karışmaz… Tatlı denizden bir katra bile acı denize taşmaz.
رسیدن بانگ طلسمی نیمشب مهمان مسجد را
Gece yarısı mescitteki konuğa tılsım sesinin gelmesi
بشنو اکنون قصهی آن بانگ سخت ** که نرفت از جا بدان آن نیکبخت 4345
Şimdi o şiddetli ses hikâyesini dinle. O iyi bahtlı konuk, sesi duyunca yerinden bile kıpırdamadı.
گفت چون ترسم چو هست این طبل عید ** تا دهل ترسد که زخم او را رسید
Dedi ki: “Bu ses, bayram davulu sesi… Neden korkacakmışım? Tokmağı yiyen davul; o korksun!
ای دهلهای تهی بی قلوب ** قسمتان از عید جان شد زخم چوب
Ey kalbi olmayan boş davullar, can bayramınızdan kısmetiniz, tokmaktan ibaret.
شد قیامت عید و بیدینان دهل ** ما چو اهل عید خندان همچو گل
Kıyamet bayramında dinsizler davul… Biz ise gül gibi gülmekteyiz, bayrama erişenlere benziyoruz.
بشنو اکنون این دهل چون بانگ زد ** دیگ دولتبا چگونه میپزد
Şimdi duy da bak, bu davul nasıl ses vermekte… Devlet tenceresi nasıl kaynamakta
چونک بشنود آن دهل آن مرد دید ** گفت چون ترسد دلم از طبل عید 4350
O er, davulun sesini duyunca “Gönlüm, bayram davulundan nasıl olur da korkar?” dedi.
گفت با خود هین ملرزان دل کزین ** مرد جان بددلان بییقین
Kendi kendisine dedi ki: “Gönül, titreme, korkma… yakine erişmiş kötü gönüllülerin canları öldü gitti.
وقت آن آمد که حیدروار من ** ملک گیرم یا بپردازم بدن
Haydar gibi ya ülkeyi zapt ederim ya canım bedenimden gider.”
بر جهید و بانگ بر زد کای کیا ** حاضرم اینک اگر مردی بیا
Yerinden fırladı bağırdı: “Ey ulu adam, işte buracıkta hazırım; hadi, ersen gel!”
در زمان بشکست ز آواز آن طلسم ** زر همیریزید هر سو قسم قسم
Tılsım, hemencecik bozuldu, her taraftan ulam ulam altın dökülmeye başladı.
ریخت چند این زر که ترسید آن پسر ** تا نگیرد زر ز پری راه در 4355
Öyle altın döküldü ki oğlancağız, kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu.
بعد از آن برخاست آن شیر عتید ** تا سحرگه زر به بیرون میکشید
Ondan sonra o kuvvetli aslan kalktı, ta seher çağına kadar altını dışarıya taşımakla uğraştı.
دفن میکرد و همی آمد بزر ** با جوال و توبره بار دگر
Altınları gömmekte, sonra yine gelip çuvallara, torbalara doldurarak dışarıya götürmekteydi.
گنجها بنهاد آن جانباز از آن ** کوری ترسانی واپس خزان
O canıyla oynayan er, gerisin geriye çekilip kaçan korkakların rağmine definelerine sahip oldu.
این زر ظاهر بخاطر آمدست ** در دل هر کور دور زرپرست
Her kör ve hakikatten uzak kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikâyeyi duyunca derhal zahiri altın gelir.
کودکان اسفالها را بشکنند ** نام زر بنهند و در دامن کنند 4360
Çocuklar saksıları kırar, o kırık parçalara altın adını takar eteklerine koyarlar.
اندر آن بازی چو گویی نام زر ** آن کند در خاطر کودک گذر
Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya… Artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir.
بل زر مضروب ضرب ایزدی ** کو نگردد کاسد آمد سرمدی
Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın. Onlar üstüne, Allah’ın adı basılmış hakikî altını kastederler. O altın, ne kesada uğrar, ne ziyana… Ebedî ve daimîdir.
آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانهخو 4365
O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.