-
بهر عین غم نه از بهر فرج ** این تسافل پیش ایشان چون درج
- Hem de bunu, gamdan kederden kurtulmak için de yapmıyorlar; gama uğradıklarından yapıyorlar. Bu horluk, onlarca rütbelere, mevkilere erişmek!
-
آنچنان شادند اندر قعر چاه ** که همیترسند از تخت و کلاه 4510
- Kuyunun dibinde öyle neşeliler ki oradan çıkıp taca, tahta nail olacağız diye korkuyorlar.
-
هر کجا دلبر بود خود همنشین ** فوق گردونست نه زیر زمین
- Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir.
-
تفسیر این خبر کی مصطفی علیه السلام فرمود لا تفضلونی علی یونس بن متی
- Mustafa aleyhisselâm’ın “Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın” hadisinin tefsiri
-
گفت پیغامبر که معراج مرا ** نیست بر معراج یونس اجتبا
- Peygamber dedi ki: Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir.
-
آن من بر چرخ و آن او نشیب ** زانک قرب حق برونست از حساب
- Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… Zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki.
-
قرب نه بالا نه پستی رفتنست ** قرب حق از حبس هستی رستنست
- Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.
-
نیست را چه جای بالا است و زیر ** نیست را نه زود و نه دورست و دیر 4515
- Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı!
-
کارگاه و گنج حق در نیستیست ** غرهی هستی چه دانی نیست چیست
- Allah’ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?
-
حاصل این اشکست ایشان ای کیا ** مینماند هیچ با اشکست ما
- Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi?
-
آنچنان شادند در ذل و تلف ** همچو ما در وقت اقبال و شرف
- Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler.
-
برگ بیبرگی همه اقطاع اوست ** فقر و خواریش افتخارست و علوست
- Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.
-
آن یکی گفت ار چنانست آن ندید ** چون بخندید او که ما را بسته دید 4520
- Esirlerden biri dedi ki: “Peki niçin Peygamber, bizim halimizi görmedi. Bizi böyle zincirlere vurulmuş görünce nasıl oldu da güldü.
-
چونک او مبدل شدست و شادیش ** نیست زین زندان و زین آزادیش
- Hani onun huyları değişmişti, hani o Allah huylarıyla huylanmıştı da neşesi ne bu zindanın lezzetlerindendi, ne bu zindandan kurtulduğundan.
-
پس به قهر دشمنان چون شاد شد ** چون ازین فتح و ظفر پر باد شد
- Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor?
-
شاد شد جانش که بر شیران نر ** یافت آسان نصرت و دست و ظفر
- Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte.
-
پس بدانستیم کو آزاد نیست ** جز به دنیا دلخوش و دلشاد نیست
- Gayri anladık ki o da hür değil… Dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?
-
ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیکاند مشفق مهربان 4525
- Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de”
-
این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
- Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
-
تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
- Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
-
آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
- Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
-
گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
- Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
-
بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
- Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.
-
آن شیاطین بر عنان آسمان ** نشنوند آن سر لوح غیبدان 4530
- Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar.
-
آن محمد خفته و تکیه زده ** آمده سر گرد او گردان شده
- Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur!
-
او خورد حلوا که روزیشست باز ** آن نه کانگشتان او باشد دراز
- Helvayı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil!
-
نجم ثاقب گشته حارس دیوران ** که بهل دزدی ز احمد سر ستان
- Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer.
-
ای دویده سوی دکان از پگاه ** هین به مسجد رو بجو رزق اله
- Ey iki gözünü de dükkâna dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’tan iste!
-
پس رسول آن گفتشان را فهم کرد ** گفت آن خنده نبودم از نبرد 4535
- Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki.
-
مردهاند ایشان و پوسیدهی فنا ** مرده کشتن نیست مردی پیش ما
- Onlar ölmüşlerdir, yokluk âleminde çürüyüp gitmişlerdir. Bizce ölüyü öldürmeye kalkışmak erlik değildir.
-
خود کیند ایشان که مه گردد شکاف ** چونک من پا بفشرم اندر مصاف
- Onlar da kim oluyor ki? Ben savaşta ayak diredim mi ay bile yarılır!
-
آنگهی کزاد بودیت و مکین ** مر شما را بسته میدیدم چنین
- Hani hür olduğumuz, mevki ve şeref sahibi olduğunuz zamanlar yok mu? İşte ben, o vakit sizi böyle bağlanmış zincirlere vurulmuş görüyordum.
-
ای بنازیده به ملک و خاندان ** نزد عاقل اشتری بر ناودان
- Ey malla, mülkle, soyla, sopla nazlanan, sen akıllı kişinin yanında oluk üstündeki devesin!
-
نقش تن را تا فتاد از بام طشت ** پیش چشمم کل آت آت گشت 4540
- Ten suretinin leğeni damdan düşünce gelecek gelir çatar sözü gözümün önünde tahakkuk etti, gelecek şeyler geldi çattı!
-
بنگرم در غوره می بینم عیان ** بنگرم در نیست شی بینم عیان
- Üzüme bakıyor, şarabı görüyorum… Yok’a bakıyorum, açıkça var’ı görüyorum.
-
بنگرم سر عالمی بینم نهان ** آدم و حوا نرسته از جهان
- Sırra bakmakta, daha dünyada Âdem’le Havva vücuda gelmemişken gizli bir âlem görmekteyim.
-
مر شما را وقت ذرات الست ** دیدهام پا بسته و منکوس و پست
- Siz, daha Elest deminde zerrelerden ibarettiniz… Daha vakit ayaklarınız bağlı, baş aşağı ve alçalmış bir haldeydiniz; sizi öyle görüyordum ben.
-
از حدوث آسمان بی عمد ** آنچ دانسته بدم افزون نشد
- Direksiz, desteksiz gökyüzü yaratılmadan bildiğim şeyler, âlem yaratıldıktan sonra da hep o… hiç artmadı.
-
من شما را سرنگون میدیدهام ** پیش از آن کز آب و گل بالیدهام 4545
- Ben, daha sudan, topraktan vücut bulmamış, bu surete bürünmemişken sizi baş aşağı olmuş görüyordum.
-
نو ندیدم تا کنم شادی بدان ** این همیدیدم در آن اقبالتان
- Siz ikbaldeyken de bunu böyle görüyordum. Yeni bir şey görmedim ki sevineyim!
-
بستهی قهر خفی وانگه چه قهر ** قند میخوردید و در وی درج زهر
- Gizli bir kahra uğramış, gizli bir kahırla bağlamıştınız. Gayri bu ne kahırdır, bunu kim anlar? Siz şeker yerdiniz de o şeker de zehir olurdu.
-
این چنین قندی پر از زهر ار عدو ** خوش بنوشد چت حسد آید برو
- Böyle zehirlerle dolu şekeri düşman yerse afiyet olsun… Neden ona haset ediyorsun ki?
-
با نشاط آن زهر میکردید نوش ** مرگتان خفیه گرفته هر دو گوش
- Sizde o zehri neşe ile içiyordunuz: eceliniz, gizlice kulaklarınızı tıkamıştı.
-
من نمیکردم غزا از بهر آن ** تا ظفر یابم فرو گیرم جهان 4550
- Ben üst geleyim de dünyayı zapt edeyim diye harp etmiyorum ki.
-
کین جهان جیفهست و مردار و رخیص ** بر چنین مردار چون باشم حریص
- Çünkü bu cihan murdardır, pistir. Ben böyle pis bir şeye nasıl haris olurum?
-
سگ نیم تا پرچم مرده کنم ** عیسیام آیم که تا زندهش کنم
- Köpek değilim ki ölünün perçemini çekip koparayım. Ben İsa’yım, ölüyü diriltmeye gelirim.
-
زان همیکردم صفوف جنگ چاک ** تا رهانم مر شما را از هلاک
- Sizi helak olmaktan kurtarayım diye savaş saflarını yarmaktayım.
-
زان نمیبرم گلوهای بشر ** تا مرا باشد کر و فر و حشر
- İnsanların başlarını; yüceleyim, devlete erişeyim diye kesmem.
-
زان همیبرم گلویی چند تا ** زان گلوها عالمی یابد رها 4555
- Kessem kessem bütün âlem kurtulsun diye birkaç baş keserim.
-
که شما پروانهوار از جهل خویش ** پیش آتش میکنید این حمله کیش
- Çünkü siz, bilgisizliğinizden pervane gibi ateşe atılmaktasınız.
-
من همیرانم شما را همچو مست ** از در افتادن در آتش با دو دست
- Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım.
-
آنک خود را فتحها پنداشتید ** تخم منحوسی خود میکاشتید
- Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz.