-
پس به قهر دشمنان چون شاد شد ** چون ازین فتح و ظفر پر باد شد
- Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor?
-
شاد شد جانش که بر شیران نر ** یافت آسان نصرت و دست و ظفر
- Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte.
-
پس بدانستیم کو آزاد نیست ** جز به دنیا دلخوش و دلشاد نیست
- Gayri anladık ki o da hür değil… Dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?
-
ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیکاند مشفق مهربان 4525
- Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de”
-
این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
- Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
-
تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
- Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
-
آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
- Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
-
گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
- Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
-
بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
- Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.
-
آن شیاطین بر عنان آسمان ** نشنوند آن سر لوح غیبدان 4530
- Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar.
-
آن محمد خفته و تکیه زده ** آمده سر گرد او گردان شده
- Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur!
-
او خورد حلوا که روزیشست باز ** آن نه کانگشتان او باشد دراز
- Helvayı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil!
-
نجم ثاقب گشته حارس دیوران ** که بهل دزدی ز احمد سر ستان
- Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer.
-
ای دویده سوی دکان از پگاه ** هین به مسجد رو بجو رزق اله
- Ey iki gözünü de dükkâna dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’tan iste!
-
پس رسول آن گفتشان را فهم کرد ** گفت آن خنده نبودم از نبرد 4535
- Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki.
-
مردهاند ایشان و پوسیدهی فنا ** مرده کشتن نیست مردی پیش ما
- Onlar ölmüşlerdir, yokluk âleminde çürüyüp gitmişlerdir. Bizce ölüyü öldürmeye kalkışmak erlik değildir.
-
خود کیند ایشان که مه گردد شکاف ** چونک من پا بفشرم اندر مصاف
- Onlar da kim oluyor ki? Ben savaşta ayak diredim mi ay bile yarılır!
-
آنگهی کزاد بودیت و مکین ** مر شما را بسته میدیدم چنین
- Hani hür olduğumuz, mevki ve şeref sahibi olduğunuz zamanlar yok mu? İşte ben, o vakit sizi böyle bağlanmış zincirlere vurulmuş görüyordum.
-
ای بنازیده به ملک و خاندان ** نزد عاقل اشتری بر ناودان
- Ey malla, mülkle, soyla, sopla nazlanan, sen akıllı kişinin yanında oluk üstündeki devesin!
-
نقش تن را تا فتاد از بام طشت ** پیش چشمم کل آت آت گشت 4540
- Ten suretinin leğeni damdan düşünce gelecek gelir çatar sözü gözümün önünde tahakkuk etti, gelecek şeyler geldi çattı!
-
بنگرم در غوره می بینم عیان ** بنگرم در نیست شی بینم عیان
- Üzüme bakıyor, şarabı görüyorum… Yok’a bakıyorum, açıkça var’ı görüyorum.
-
بنگرم سر عالمی بینم نهان ** آدم و حوا نرسته از جهان
- Sırra bakmakta, daha dünyada Âdem’le Havva vücuda gelmemişken gizli bir âlem görmekteyim.
-
مر شما را وقت ذرات الست ** دیدهام پا بسته و منکوس و پست
- Siz, daha Elest deminde zerrelerden ibarettiniz… Daha vakit ayaklarınız bağlı, baş aşağı ve alçalmış bir haldeydiniz; sizi öyle görüyordum ben.
-
از حدوث آسمان بی عمد ** آنچ دانسته بدم افزون نشد
- Direksiz, desteksiz gökyüzü yaratılmadan bildiğim şeyler, âlem yaratıldıktan sonra da hep o… hiç artmadı.
-
من شما را سرنگون میدیدهام ** پیش از آن کز آب و گل بالیدهام 4545
- Ben, daha sudan, topraktan vücut bulmamış, bu surete bürünmemişken sizi baş aşağı olmuş görüyordum.
-
نو ندیدم تا کنم شادی بدان ** این همیدیدم در آن اقبالتان
- Siz ikbaldeyken de bunu böyle görüyordum. Yeni bir şey görmedim ki sevineyim!
-
بستهی قهر خفی وانگه چه قهر ** قند میخوردید و در وی درج زهر
- Gizli bir kahra uğramış, gizli bir kahırla bağlamıştınız. Gayri bu ne kahırdır, bunu kim anlar? Siz şeker yerdiniz de o şeker de zehir olurdu.
-
این چنین قندی پر از زهر ار عدو ** خوش بنوشد چت حسد آید برو
- Böyle zehirlerle dolu şekeri düşman yerse afiyet olsun… Neden ona haset ediyorsun ki?
-
با نشاط آن زهر میکردید نوش ** مرگتان خفیه گرفته هر دو گوش
- Sizde o zehri neşe ile içiyordunuz: eceliniz, gizlice kulaklarınızı tıkamıştı.
-
من نمیکردم غزا از بهر آن ** تا ظفر یابم فرو گیرم جهان 4550
- Ben üst geleyim de dünyayı zapt edeyim diye harp etmiyorum ki.
-
کین جهان جیفهست و مردار و رخیص ** بر چنین مردار چون باشم حریص
- Çünkü bu cihan murdardır, pistir. Ben böyle pis bir şeye nasıl haris olurum?
-
سگ نیم تا پرچم مرده کنم ** عیسیام آیم که تا زندهش کنم
- Köpek değilim ki ölünün perçemini çekip koparayım. Ben İsa’yım, ölüyü diriltmeye gelirim.
-
زان همیکردم صفوف جنگ چاک ** تا رهانم مر شما را از هلاک
- Sizi helak olmaktan kurtarayım diye savaş saflarını yarmaktayım.
-
زان نمیبرم گلوهای بشر ** تا مرا باشد کر و فر و حشر
- İnsanların başlarını; yüceleyim, devlete erişeyim diye kesmem.
-
زان همیبرم گلویی چند تا ** زان گلوها عالمی یابد رها 4555
- Kessem kessem bütün âlem kurtulsun diye birkaç baş keserim.
-
که شما پروانهوار از جهل خویش ** پیش آتش میکنید این حمله کیش
- Çünkü siz, bilgisizliğinizden pervane gibi ateşe atılmaktasınız.
-
من همیرانم شما را همچو مست ** از در افتادن در آتش با دو دست
- Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım.
-
آنک خود را فتحها پنداشتید ** تخم منحوسی خود میکاشتید
- Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz.
-
یکدگر را جد جد میخواندید ** سوی اژدرها فرس میراندید
- Hadi gayret, hadi gayret diye birbirinizi teşvik ediyordunuz ama âdeta ejderhanın üstüne at sürüyordunuz.
-
قهر میکردید و اندر عین قهر ** خود شما مقهور قهر شیر دهر 4560
- Gûya kahır ediyordunuz, hâlbuki kahrın ta kendisine çatmıştınız… Asıl siz zaman aslanının kahrıyla kahrolmuştunuz!
-
بیان آنک طاغی در عین قاهری مقهورست و در عین منصوری ماسور
- Azgın, âlemi kahrederken kahrolmuş, üst gelmişken esir düşmüş demektir
-
دزد قهرخواجه کرد و زر کشید ** او بدان مشغول خود والی رسید
- Hırsız, ev sahibini kahreder, altın çalar… Hırsızlıkla meşgulken valinin adamları gelip çatar.
-
گر ز خواجه آن زمان بگریختی ** کی برو والی حشر انگیختی
- Eğer o anda ev sahibinden kaçsaydı vali, ona o adamları yollar mıydı hiç?
-
قاهری دزد مقهوریش بود ** زانک قهر او سر او را ربود
- Hırsızın kahredişi, kahrolmasıdır; çünkü onun kahredişi, kendi başını kapar.
-
غالبی بر خواجه دام او شود ** تا رسد والی و بستاند قود
- Ev sahibine üstün oluşu, hırsıza bir tuzaktır... Bu suretle vali gelir, hırsızı kısas eder.
-
ای که تو بر خلق چیره گشتهای ** در نبرد و غالبی آغشتهای 4565
- Sen halka galip geldin, savaşta üst oldun ama,
-
آن به قاصد منهزم کردستشان ** تا ترا در حلقه میآرد کشان
- Allah, seni çeke çeke zincire vurmak için onları mahsustan mağlûp etmiştir.
-
هین عنان در کش پی این منهزم ** در مران تا تو نگردی منخزم
- Kendine gel de mağlûp olanın ardını bırak, dizginini kas, pek at sürme… Ezilir, paralanırsın sonra!
-
چون کشانیدت بدین شیوه به دام ** حمله بینی بعد از آن اندر زحام
- Seni bu suretle tuzağa düşürdü mü ondan sonra o kalabalığın saldırışını görürsün sen.
-
عقل ازین غالب شدن کی گشت شاد ** چون درین غالب شدن دید او فساد
- Akıl, bu üstünlükte bozgunluğu görürken nasıl olur da sevinir?
-
تیزچشم آمد خرد بینای پیش ** که خدایش سرمه کرد از کحل خویش 4570
- İleriyi gören akıl gözü keskindir. Allah, o gözü kendi sürmesiyle sürmelemiştir.
-
گفت پیغامبر که هستند از فنون ** اهل جنت در خصومتها زبون
- Peygamber, “Cennet ehli olanlar, bazı şeyler yüzünden savaşlarda, düşmanlıklarda mağlup ve zebun olurlar” dedi.