English    Türkçe    فارسی   

3
4525-4574

  • ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیک‌اند مشفق مهربان 4525
  • Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de”
  • این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
  • Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
  • تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
  • Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
  • آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
  • Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
  • گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
  • Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
  • بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
  • Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.
  • آن شیاطین بر عنان آسمان ** نشنوند آن سر لوح غیب‌دان 4530
  • Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar.
  • آن محمد خفته و تکیه زده ** آمده سر گرد او گردان شده
  • Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur!
  • او خورد حلوا که روزیشست باز ** آن نه کانگشتان او باشد دراز
  • Helvayı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil!
  • نجم ثاقب گشته حارس دیوران ** که بهل دزدی ز احمد سر ستان
  • Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer.
  • ای دویده سوی دکان از پگاه ** هین به مسجد رو بجو رزق اله
  • Ey iki gözünü de dükkâna dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’tan iste!
  • پس رسول آن گفتشان را فهم کرد ** گفت آن خنده نبودم از نبرد 4535
  • Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki.
  • مرده‌اند ایشان و پوسیده‌ی فنا ** مرده کشتن نیست مردی پیش ما
  • Onlar ölmüşlerdir, yokluk âleminde çürüyüp gitmişlerdir. Bizce ölüyü öldürmeye kalkışmak erlik değildir.
  • خود کیند ایشان که مه گردد شکاف ** چونک من پا بفشرم اندر مصاف
  • Onlar da kim oluyor ki? Ben savaşta ayak diredim mi ay bile yarılır!
  • آنگهی کزاد بودیت و مکین ** مر شما را بسته می‌دیدم چنین
  • Hani hür olduğumuz, mevki ve şeref sahibi olduğunuz zamanlar yok mu? İşte ben, o vakit sizi böyle bağlanmış zincirlere vurulmuş görüyordum.
  • ای بنازیده به ملک و خاندان ** نزد عاقل اشتری بر ناودان
  • Ey malla, mülkle, soyla, sopla nazlanan, sen akıllı kişinin yanında oluk üstündeki devesin!
  • نقش تن را تا فتاد از بام طشت ** پیش چشمم کل آت آت گشت 4540
  • Ten suretinin leğeni damdan düşünce gelecek gelir çatar sözü gözümün önünde tahakkuk etti, gelecek şeyler geldi çattı!
  • بنگرم در غوره می بینم عیان ** بنگرم در نیست شی بینم عیان
  • Üzüme bakıyor, şarabı görüyorum… Yok’a bakıyorum, açıkça var’ı görüyorum.
  • بنگرم سر عالمی بینم نهان ** آدم و حوا نرسته از جهان
  • Sırra bakmakta, daha dünyada Âdem’le Havva vücuda gelmemişken gizli bir âlem görmekteyim.
  • مر شما را وقت ذرات الست ** دیده‌ام پا بسته و منکوس و پست
  • Siz, daha Elest deminde zerrelerden ibarettiniz… Daha vakit ayaklarınız bağlı, baş aşağı ve alçalmış bir haldeydiniz; sizi öyle görüyordum ben.
  • از حدوث آسمان بی عمد ** آنچ دانسته بدم افزون نشد
  • Direksiz, desteksiz gökyüzü yaratılmadan bildiğim şeyler, âlem yaratıldıktan sonra da hep o… hiç artmadı.
  • من شما را سرنگون می‌دیده‌ام ** پیش از آن کز آب و گل بالیده‌ام 4545
  • Ben, daha sudan, topraktan vücut bulmamış, bu surete bürünmemişken sizi baş aşağı olmuş görüyordum.
  • نو ندیدم تا کنم شادی بدان ** این همی‌دیدم در آن اقبالتان
  • Siz ikbaldeyken de bunu böyle görüyordum. Yeni bir şey görmedim ki sevineyim!
  • بسته‌ی قهر خفی وانگه چه قهر ** قند می‌خوردید و در وی درج زهر
  • Gizli bir kahra uğramış, gizli bir kahırla bağlamıştınız. Gayri bu ne kahırdır, bunu kim anlar? Siz şeker yerdiniz de o şeker de zehir olurdu.
  • این چنین قندی پر از زهر ار عدو ** خوش بنوشد چت حسد آید برو
  • Böyle zehirlerle dolu şekeri düşman yerse afiyet olsun… Neden ona haset ediyorsun ki?
  • با نشاط آن زهر می‌کردید نوش ** مرگتان خفیه گرفته هر دو گوش
  • Sizde o zehri neşe ile içiyordunuz: eceliniz, gizlice kulaklarınızı tıkamıştı.
  • من نمی‌کردم غزا از بهر آن ** تا ظفر یابم فرو گیرم جهان 4550
  • Ben üst geleyim de dünyayı zapt edeyim diye harp etmiyorum ki.
  • کین جهان جیفه‌ست و مردار و رخیص ** بر چنین مردار چون باشم حریص
  • Çünkü bu cihan murdardır, pistir. Ben böyle pis bir şeye nasıl haris olurum?
  • سگ نیم تا پرچم مرده کنم ** عیسی‌ام آیم که تا زنده‌ش کنم
  • Köpek değilim ki ölünün perçemini çekip koparayım. Ben İsa’yım, ölüyü diriltmeye gelirim.
  • زان همی‌کردم صفوف جنگ چاک ** تا رهانم مر شما را از هلاک
  • Sizi helak olmaktan kurtarayım diye savaş saflarını yarmaktayım.
  • زان نمی‌برم گلوهای بشر ** تا مرا باشد کر و فر و حشر
  • İnsanların başlarını; yüceleyim, devlete erişeyim diye kesmem.
  • زان همی‌برم گلویی چند تا ** زان گلوها عالمی یابد رها 4555
  • Kessem kessem bütün âlem kurtulsun diye birkaç baş keserim.
  • که شما پروانه‌وار از جهل خویش ** پیش آتش می‌کنید این حمله کیش
  • Çünkü siz, bilgisizliğinizden pervane gibi ateşe atılmaktasınız.
  • من همی‌رانم شما را همچو مست ** از در افتادن در آتش با دو دست
  • Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım.
  • آنک خود را فتحها پنداشتید ** تخم منحوسی خود می‌کاشتید
  • Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz.
  • یکدگر را جد جد می‌خواندید ** سوی اژدرها فرس می‌راندید
  • Hadi gayret, hadi gayret diye birbirinizi teşvik ediyordunuz ama âdeta ejderhanın üstüne at sürüyordunuz.
  • قهر می‌کردید و اندر عین قهر ** خود شما مقهور قهر شیر دهر 4560
  • Gûya kahır ediyordunuz, hâlbuki kahrın ta kendisine çatmıştınız… Asıl siz zaman aslanının kahrıyla kahrolmuştunuz!
  • بیان آنک طاغی در عین قاهری مقهورست و در عین منصوری ماسور
  • Azgın, âlemi kahrederken kahrolmuş, üst gelmişken esir düşmüş demektir
  • دزد قهرخواجه کرد و زر کشید ** او بدان مشغول خود والی رسید
  • Hırsız, ev sahibini kahreder, altın çalar… Hırsızlıkla meşgulken valinin adamları gelip çatar.
  • گر ز خواجه آن زمان بگریختی ** کی برو والی حشر انگیختی
  • Eğer o anda ev sahibinden kaçsaydı vali, ona o adamları yollar mıydı hiç?
  • قاهری دزد مقهوریش بود ** زانک قهر او سر او را ربود
  • Hırsızın kahredişi, kahrolmasıdır; çünkü onun kahredişi, kendi başını kapar.
  • غالبی بر خواجه دام او شود ** تا رسد والی و بستاند قود
  • Ev sahibine üstün oluşu, hırsıza bir tuzaktır... Bu suretle vali gelir, hırsızı kısas eder.
  • ای که تو بر خلق چیره گشته‌ای ** در نبرد و غالبی آغشته‌ای 4565
  • Sen halka galip geldin, savaşta üst oldun ama,
  • آن به قاصد منهزم کردستشان ** تا ترا در حلقه می‌آرد کشان
  • Allah, seni çeke çeke zincire vurmak için onları mahsustan mağlûp etmiştir.
  • هین عنان در کش پی این منهزم ** در مران تا تو نگردی منخزم
  • Kendine gel de mağlûp olanın ardını bırak, dizginini kas, pek at sürme… Ezilir, paralanırsın sonra!
  • چون کشانیدت بدین شیوه به دام ** حمله بینی بعد از آن اندر زحام
  • Seni bu suretle tuzağa düşürdü mü ondan sonra o kalabalığın saldırışını görürsün sen.
  • عقل ازین غالب شدن کی گشت شاد ** چون درین غالب شدن دید او فساد
  • Akıl, bu üstünlükte bozgunluğu görürken nasıl olur da sevinir?
  • تیزچشم آمد خرد بینای پیش ** که خدایش سرمه کرد از کحل خویش 4570
  • İleriyi gören akıl gözü keskindir. Allah, o gözü kendi sürmesiyle sürmelemiştir.
  • گفت پیغامبر که هستند از فنون ** اهل جنت در خصومتها زبون
  • Peygamber, “Cennet ehli olanlar, bazı şeyler yüzünden savaşlarda, düşmanlıklarda mağlup ve zebun olurlar” dedi.
  • از کمال حزم و س الظن خویش ** نه ز نقص و بد دلی و ضعف کیش
  • Bu alt oluş, bu zebunluk; noksan yüzünden, gönüllerinin kötülüğünden yahut da din zayıflığından değil, son derecede ihtiyata riayet ettiklerinden, düşüncelerine inanmadıklarındandır.
  • در فره دادن شنیده در کمون ** حکمت لولا رجال مومنون
  • Peygamber, Hudeybiye’de kâfirlere üstün gelmişken gizlice “İman etmiş erler olmasaydı” hikmetini işitti.
  • دست‌کوتاهی ز کفار لعین ** فرض شد بهر خلاص مومنین
  • Müminlerin halâs olması için melûn kâfirlerden el çekmek farz oldu.