English    Türkçe    فارسی   

3
4557-4606

  • من همی‌رانم شما را همچو مست ** از در افتادن در آتش با دو دست
  • Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım.
  • آنک خود را فتحها پنداشتید ** تخم منحوسی خود می‌کاشتید
  • Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz.
  • یکدگر را جد جد می‌خواندید ** سوی اژدرها فرس می‌راندید
  • Hadi gayret, hadi gayret diye birbirinizi teşvik ediyordunuz ama âdeta ejderhanın üstüne at sürüyordunuz.
  • قهر می‌کردید و اندر عین قهر ** خود شما مقهور قهر شیر دهر 4560
  • Gûya kahır ediyordunuz, hâlbuki kahrın ta kendisine çatmıştınız… Asıl siz zaman aslanının kahrıyla kahrolmuştunuz!
  • بیان آنک طاغی در عین قاهری مقهورست و در عین منصوری ماسور
  • Azgın, âlemi kahrederken kahrolmuş, üst gelmişken esir düşmüş demektir
  • دزد قهرخواجه کرد و زر کشید ** او بدان مشغول خود والی رسید
  • Hırsız, ev sahibini kahreder, altın çalar… Hırsızlıkla meşgulken valinin adamları gelip çatar.
  • گر ز خواجه آن زمان بگریختی ** کی برو والی حشر انگیختی
  • Eğer o anda ev sahibinden kaçsaydı vali, ona o adamları yollar mıydı hiç?
  • قاهری دزد مقهوریش بود ** زانک قهر او سر او را ربود
  • Hırsızın kahredişi, kahrolmasıdır; çünkü onun kahredişi, kendi başını kapar.
  • غالبی بر خواجه دام او شود ** تا رسد والی و بستاند قود
  • Ev sahibine üstün oluşu, hırsıza bir tuzaktır... Bu suretle vali gelir, hırsızı kısas eder.
  • ای که تو بر خلق چیره گشته‌ای ** در نبرد و غالبی آغشته‌ای 4565
  • Sen halka galip geldin, savaşta üst oldun ama,
  • آن به قاصد منهزم کردستشان ** تا ترا در حلقه می‌آرد کشان
  • Allah, seni çeke çeke zincire vurmak için onları mahsustan mağlûp etmiştir.
  • هین عنان در کش پی این منهزم ** در مران تا تو نگردی منخزم
  • Kendine gel de mağlûp olanın ardını bırak, dizginini kas, pek at sürme… Ezilir, paralanırsın sonra!
  • چون کشانیدت بدین شیوه به دام ** حمله بینی بعد از آن اندر زحام
  • Seni bu suretle tuzağa düşürdü mü ondan sonra o kalabalığın saldırışını görürsün sen.
  • عقل ازین غالب شدن کی گشت شاد ** چون درین غالب شدن دید او فساد
  • Akıl, bu üstünlükte bozgunluğu görürken nasıl olur da sevinir?
  • تیزچشم آمد خرد بینای پیش ** که خدایش سرمه کرد از کحل خویش 4570
  • İleriyi gören akıl gözü keskindir. Allah, o gözü kendi sürmesiyle sürmelemiştir.
  • گفت پیغامبر که هستند از فنون ** اهل جنت در خصومتها زبون
  • Peygamber, “Cennet ehli olanlar, bazı şeyler yüzünden savaşlarda, düşmanlıklarda mağlup ve zebun olurlar” dedi.
  • از کمال حزم و س الظن خویش ** نه ز نقص و بد دلی و ضعف کیش
  • Bu alt oluş, bu zebunluk; noksan yüzünden, gönüllerinin kötülüğünden yahut da din zayıflığından değil, son derecede ihtiyata riayet ettiklerinden, düşüncelerine inanmadıklarındandır.
  • در فره دادن شنیده در کمون ** حکمت لولا رجال مومنون
  • Peygamber, Hudeybiye’de kâfirlere üstün gelmişken gizlice “İman etmiş erler olmasaydı” hikmetini işitti.
  • دست‌کوتاهی ز کفار لعین ** فرض شد بهر خلاص مومنین
  • Müminlerin halâs olması için melûn kâfirlerden el çekmek farz oldu.
  • قصه‌ی عهد حدیبیه بخوان ** کف ایدیکم تمامت زان بدان 4575
  • Hudeybiye ahdi nasıl oldu, oku da “Allah, kâfirlerin ellerini çekti, size dokunamadılar” ne demektir tamamıyla anla!
  • نیز اندر غالبی هم خویش را ** دید او مغلوب دام کبریا
  • Peygamber galip gelmişken bile kendisini Allah tuzağında mağlup olmuş gördü de
  • زان نمی‌خندم من از زنجیرتان ** که بکردم ناگهان شبگیرتان
  • “Ben sizi ansızın bastırdım, zincirlere vurdum diye gülmüyorum.
  • زان همی‌خندم که با زنجیر و غل ** می‌کشمتان سوی سروستان و گل
  • Sizi zincirlerle, bukağılarla selviliklere, güllük, gülistanlıklara çekiyorum da ona gülüyorum.
  • ای عجب کز آتش بی‌زینهار ** بسته می‌آریمتان تا سبزه‌زار
  • Ne şaşılacak şey… Sizi zincirlere vurup amansız ateşten çayırlıklara, çimenliklere götürüyorum.
  • از سوی دوزخ به زنجیر گران ** می‌کشمتان تا بهشت جاودان 4580
  • Cehennemden ağır zincirlerle ta ebedî cennete kadar sürükleyip götürüyorum, dedi.
  • هر مقلد را درین ره نیک و بد ** همچنان بسته به حضرت می‌کشد
  • İyi, kötü: Bu yolda her mukallidi de böylece bağlı olarak Allah kapısına çekerler.
  • جمله در زنجیر بیم و ابتلا ** می‌روند این ره بغیر اولیا
  • Velilerden başka herkes, bu yolu korku ve belâ zinciriyle aşar.
  • می‌کشند این راه را بیگاروار ** جز کسانی واقف از اسرار کار
  • eksik
  • جهد کن تا نور تو رخشان شود ** تا سلوک و خدمتت آسان شود
  • Gayret et de nurun parlasın, aydın olsun… sülûkun, hizmetin kolaylaşsın.
  • کودکان را می‌بری مکتب به زور ** زانک هستند از فواید چشم‌کور 4585
  • Çocukları da zorla mektebe götürürsün ya… Çünkü onların gözleri kördür, faydalarını görmezler.
  • چون شود واقف به مکتب می‌دود ** جانش از رفتن شکفته می‌شود
  • Ama mektebin faydasını anladılar mı koşa koşa giderler, içleri açılır, neşe duyarlar.
  • می‌رود کودک به مکتب پیچ پیچ ** چون ندید از مزد کار خویش هیچ
  • Çocuk mektebe kıvrana, kıvrana gider. Çalışmasına karşılık hiçbir şey görmemiştir ki!
  • چون کند در کیسه دانگی دست‌مزد ** آنگهان بی‌خواب گردد شب چو دزد
  • Fakat kesesine birkaç para gündelik kondu mu geceyi hırsız gibi uykusuz geçirir.
  • جهد کن تا مزد طاعت در رسد ** بر مطیعان آنگهت آید حسد
  • Gayret et de ibadetinin karşılığı gelsin… Bak o zaman ibadet edenlere nasıl haset edersin.
  • ائتیا کرها مقلد گشته را ** ائتیا طوعا صفا بسرشته را 4590
  • Mukallitlere “Zorla gelin”, yaradılışı temiz kişilere de “İsteyerek gelin” denmiştir.
  • این محب حق ز بهر علتی ** و آن دگر را بی غرض خود خلتی
  • Bu, Allah’ı bir maksat için sever, öbürünün dostluğunda hiçbir garez, hiçbir maksat yoktur.
  • این محب دایه لیک از بهر شیر ** و آن دگر دل داده بهر این ستیر
  • Bu, dadısını sever ama süt için sever. Öbürünü ancak onu âşık olduğundan, o görünmeyen güzele gönül verdiğinden sever.
  • طفل را از حسن او آگاه نه ** غیر شیر او را ازو دلخواه نه
  • Çocuk, dadının güzelliğini anlamaz ki… Onda sütten başka bir istek yoktur.
  • و آن دگر خود عاشق دایه بود ** بی غرض در عشق یک‌رایه بود
  • Öbürüyse zaten dadıya âşıktır... Bu sevgide muradı, maksadı ancak ona ulaşmaktır.
  • پس محب حق باومید و بترس ** دفتر تقلید می‌خواند بدرس 4595
  • Şu halde Allah’tan bir şey umarak, Allah’tan korkarak sevenler, taklit defterinden ders okumaktadırlar.
  • و آن محب حق ز بهر حق کجاست ** که ز اغراض و ز علتها جداست
  • Nerede Hakk’ı ancak hak için seven, garezlerden, maksatlardan ayrılmış âşık?
  • گر چنین و گر چنان چون طالبست ** جذب حق او را سوی حق جاذبست
  • Fakat ister öyle sevsin, ister böyle… Mademki Allah’ı diliyor, onu Hakk’a çeken yine Hakk’tır.
  • گر محب حق بود لغیره ** کی ینال دائما من خیره
  • Daima Allah’ın hayrına nail olayım diye Allah’ı seven de,
  • یا محب حق بود لعینه ** لاسواه خائفا من بینه
  • Allah’tan başkasına gönül vermekten korkup ancak onu seven de.
  • هر دو را این جست و جوها زان سریست ** این گرفتاری دل زان دلبریست 4600
  • Her ikisinin bu sevgisi, bu arayıp taraması da o âlemdendir… Bu gönül kaptırma, o dilberden. O güzelin güzelliğinden ileri gelmedir.
  • جذب معشوق عاشق را من حیث لا یعمله العاشق و لا یرجوه و لا یخطر بباله و لا یظهر من ذلک الجذب اثر فی العاشق الا الخوف الممزوج بالیاس مع دوام الطلب
  • Sevgilinin; âşığı âşığın bilmediği, ummadığı, aklına bile gelmediği halde kendisine çekişi… Bu çekiş yüzünden âşık, daima sevgiliyi arayıp durmakla beraber korkuyla karışık bir ümitsizliğe düşer, başka bir eseri belirmez
  • آمدیم اینجا که در صدر جهان ** گر نبودی جذب آن عاشق نهان
  • Şimdi şuraya geldik: Eğer Sadr-ı Cihan o âşıkı gizlice çekmese, dilemese, istemeseydi.
  • ناشکیباکی بدی او از فراق ** کی دوان باز آمدی سوی وثاق
  • O âşık, ayrılığa tahammül edemeyecek bir hale gelir, ona kavuşmak için tekrar koşa koşa yollara düşer miydi?
  • میل معشوقان نهانست و ستیر ** میل عاشق با دو صد طبل و نفیر
  • Sevgililerin meyli gizlidir, örtülüdür… Fakat âşığın meyli iki yüz davul zurnayla ilan edilir, o kadar meydandadır.
  • یک حکایت هست اینجا ز اعتبار ** لیک عاجز شد بخاری ز انتظار
  • Burada ibret için bir hikâye söylemek var ama Buhara’lı âşık beklemekten âciz oldu.
  • ترک آن کردیم کو در جست و جوست ** تاکه پیش از مرگ بیند روی دوست 4605
  • Sevgilisini arayıp duruyor, ölmeden kavuşsun, yüzünü görsün diye söylemekten vazgeçtik.
  • تا رهد از مرگ تا یابد نجات ** زانک دید دوستست آب حیات
  • Ölümden kurtulsun, kurtuluşa erişsin… Çünkü sevgiliyi görmek, Âbıhayat içmektir.